Yahudi düşmanlığının Avrupa'da hızla yayıldığı günlerdir. Gözünü kan bürümüş savaş çığırtkanları yaklaşan büyük paylaşım mücadelesinin hevesini artırmaktadır. Kamuoyundaki adalet duygusu zayıflamış, beklenen savaş nedeniyle körüklenen hamasi duygular en ufak farklılıkları dahi dışlamaktadır. Avrupa'nın kültürel mirası bir kez daha asker postalları altında ezileceği için entelektüellerin saklandığı, gazetelerin sessizleştiği ve kamuoyunu sindirildiği bir ortam yaratılmaktadır. Her küçük hadise bir büyük organizasyonla sahnelenmekte ve Avrupa halkları birbirlerine düşürülmeye çalışılmaktadır. Yaşanan zorlu günlerde eli kalem tutanların sorumluluğu bin kat daha artmaktadır. İşte Emile Zola; sorumluluğunu tarihe taşıyan bir destanı böyle zor günlerde yazmıştır.
Natüralizm akımının güçlü temsilcisi Emile Zola'nın başına gelenler bir aydının nasıl olması gerektiğine dair belki dünya tarihindeki en çarpıcı örneği oluşturmaktadır. Kalemi güçlü bir edebiyatçı olarak Fransa'da hatırı sayılır bir kamuoyu gücüne sahip Emile Zola, batılı tarihçilerin numaralandırarak "dünya savaşı" olarak andıkları paylaşım savaşlarıyla sonuçlanacak 20. yüzyılda artan milliyetçilik ve hamasetin ilk kurbanlarından olan Yüzbaşı Alfred Dreyfus'u savunma cür'etini gösterebilmiş gerçek bir aydın olduğunu ispat etmiştir. Zira o günlerde böylesi bir davranışı sergilemek kendi ölüm fermanını imzalamak demektir.
Kökenleri İsa peygamberin Yahudi yargıçların suçlamaları sonucu Pontius Pilatus tarafından ölümle cezalandırılmasına kadar götürülebilecek olan ünlü İngiliz şair Shakespeare'in piyeslerine yansıyacak kadar Batılıların Yahudi düşmanlığı bütün Avrupalı toplumlara idrak etmiştir. Zaman zaman nükseden bu antik hastalık nedeniyle tarihin her devrinde suçlanan, yargılanan ve yaşamına son verilen birçok Yahudi bulunabilecektir. Yahudi düşmanlığından Batı'da yaşayan hiç bir toplum muaf değildir. Avrupa'da yaşanan her olayda Yahudilerin suçlanması, büyük kitlesel ölümlere neden olan veba salgının dahi toplumda ilk gözden çıkarılanların Yahudiler olması tarihin acı birer hatırasıdır. Hitler, birçoklarının zannettiğinin aksine ne ilk ne de son Yahudi düşmanıdır.
Dreyfus'un suçlandığı çöpte bulunan imzasız belge |
Böylesi derin toplumsal kökenleri olan batılı toplumların Yahudi düşmanlığı Alsas'lı bir Yahudi yüzbaşı olan Dreyfus üzerinden 1800'lü yılların sonu 1900'lü yılların başında yeniden hortlamıştı. Almanya ile Fransa arasındaki Alsas-Loren Kavgası iyice kızışmış, bölgenin sahipliği sorunu iki tiranlığın aç gözlü saldırıları arasında ortaya çıkmıştı. Bölge halkının etnik ve mezhepsel sorunları bir yana bölgenin hakimiyeti sorunu iki ülke arasından büyük savaşlara neden olduğu kadar karşılıklı ajan provokasyonlarına da sebep olmaktaydı. Dreyfus acımasızca yürüyen istihbarat savaşlarının bir kurbanıdır sadece.
Alman ajanları ile "konuştuğu" iddiasıyla 1894'ta Fransız Guyanası'na sürülen Dreyfus'un ajanlık ithamına karşı öne sürülen kanıt tam iki yıl sonra Alman Konsolosluğunda çalışan bir temizlikçinin çöpte bulduğu imzasız bir belge olacaktır. Mahkeme belgede görülen el yazısının Dreyfus'a ait olduğu savı ile Dreyfus'u ajanlıkla suçlamış, suçu; çöpten çıkan imzasız belge ile kanıtlanmış, bütün rütbeleri sökülüp ömür boyu hapse mahkum edilmiştir. Dava ile birlikte Fransa'da yükselen milliyetçilikle ve tek-adamcılıkla artan Kralcı ve muhafazakar söylem perde yükseltir. Fransız sağındaki Cumhuriyet'in kötülüğü fikri ve Yahudi hainliği itikadı böylece faş edilmiş olur. Dava sanki sadece Dreyfus'a karşı değil, Fransa'daki Yahudiler dahil bütün etnik kimlikler arasında anayasal bir vatandaşlığı savunan Cumhuriyetçilere karşı açılmıştır.
Ancak kısa sürede bitirilen davanın ardından Dreyfus'un yerine atanan asker iddia edilen suçun bir başka askere ait olduğu ve ordunun suçlunun gerçek kimliği yerine Dreyfus'un etnik ve dini kimliği üzerinden suçlamaların yüklediğini ortaya koyar. Asıl suçlu için daha sonra bir dava daha açılmış olsa da bu davada asıl suçlu aklanır, Dreyfus'un suçu sabitlenir. Emile Zola ise olaylar karşısında sesini çıkartır ve 13 Ocak 1898'de "Suçluyorum" başlıklı bir yazı ile Cumhurbaşkanı'na hitaben kamuoyuna açık bir mektubu L'aurore gazetesinde yayınlar. (Tarihe geçen yazının İngilizce çevirisi için tıklayınız.)
Her ne kadar Emile Zolan'nın mektubu kamuoyunda büyük yankı uyandırmışsa da olay burada bitmez. Zola'nın mektubu tam anlamıyla toplumu ikiye böler. Bir yanda toplumun saygı duyduğu ancak yargılamanın tekrarlanmasını isteyen aydınlar bir yanda ise toplumsal tabanı çok derin Muhafazakarlık ve Kralcılıktan beslenen milliyetçiler ve sağcılar. Mektubun arkasında başını Emile Zola'nın çektiği bir "Aydınlar Bildirisi" imzalanır. Bu arada Dreyfus'a ait olduğunu kabul edilen çöpten çıkan mektubu yazan bir başka asker metnin kendisine ait olduğunu itiraf eder ve İngiltere'ye kaçar. Bunun ardından ordu davayı ortaya çıkan yeni gelişmeler nedeniyle yeniden açar, bu kez Dreyfus'un cezası 10 yıla indirilir. Bütün bu gelişmeler toplumdaki dava algısını da bir anda tersi yönünde değiştirir. Cumhurbaşkanı ise 10 yıllık cezayı affa çevirir. 1899'da Dreyfus hakkında bütün suçlamalar düşürülmüştü artık, 1906'da ise sürgünden dönen Dreyfus'un rütbeleri de iade edilir.
Yüzbaşı Dreyfus
Davanın bu sancılı sürecinin ise asıl önemi toplumdaki akla karanın ortaya çıkmasına yarayacak bir turnusol kağıdı işlevi üstlenmesidir. Dava toplumdaki hastalıklı yapıların su yüzüne çıkmasına katkı sağlamıştır. Aydının kimliği ve toplumsal bilinci üzerine adeta bütün dünya halklarına ders vermiştir. Toplumsal ayrılıkları körükleyen hamasetin ve köktenci görüşlerin aydınlatıldığı bu tarihsel dava etrafında kümeleşen tarafların gösterdikleri tutumlar kamu vicdanında yargılanmalarına neden olmuştur.
Aydınların, sanatçıların ve düşünürlerin sadece kendi ilgi alanlarıyla ilgili olmaması, içinde yaşadıkları toplumda meydana gelen acı olaylara karşı tutumsal duruşlar sergilemeleri gerektiği böylece anlaşılmıştır. Bu arada Emile Zola'nın zehir zemberek yazısını ilk sayfasının tamamını buna ayıracak kadar büyük bir risk alabilen L'aurore (Türkçe anlamı "şafak", "tan" olan) gazetesinin üstlendiği rolü de azımsamamak gerekmektedir.
Aynı "birinci" dünya savaşının arifesinde görülen Dreyfus davası gibi bugün de ülkemiz adalet dağıtması gereken yargı organları eliyle siyasi ve düşünsel kıskaca alınmak istenmektedir. Tarih bize böyle anlarda yaşayan aydınların tutumlarının ise ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Hiç şüphesiz bugün de ülkemizin aydınlarının aldıkları tutumları, düşünceleri ve söylemleri kayıt altındadır. Ve nasıl tarih L'aurore'yi ve onu her şeye rağmen savunmayı göze alan Emile Zola'nın onurlu tutumunu unutmadıysa bugün yaşananlar karşısında aydınlarımızın ve gazetelerimizin tutumunu da unutmayacaktır.
Yararlanılan Kaynaklar:
- http://www.dreyfus.culture.fr/en/bio/bio-html-emile-zola.htm
- http://www.bbc.co.uk/programmes/b00n1l95
- http://www.law.uga.edu/dwilkes_more/his9_jaccuse.html
- http://www.marxists.org/history/france/dreyfus-affair/reinach.htm
- http://www.boston.com/bostonglobe/editorial_opinion/oped/articles/2008/03/30/when_zola_wrote_jaccuse/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder