Demokles'in kılıcı: Ulus devletin ulusal meclisi mi? Gerçek bir demokrasi mi?


19. Yüzyılda ortaya çıkan devrimler ve yeni kurulan ulus devletler, kendilerinden önce dünyaya egemen olan monarşi ve meşrutiyetlerin aksine kuruldukları topluma tam bir demokrasi sözü vermişlerdi. Ancak yaşanan deneyimler gösterdi ki milliyetçi bakış açılarının özgürce söylem bulabildiği ve sıklıkla iktidara gelebildiği bir rejimde demokrasinin kaçınılmaz şartı olan azınlıkların rahat edememesi normal karşılanmalıdır. Ulus devletten ödün vermeden azınlık meselesinin çözülmesi bu haliyle imkansız görünmektedir. Azınlıklara yeni haklar tanındıkça ulus devlet ulusal kimliğini yitirecek ve azınlıklar toplum yaşamına entegre olabilecektir.

Ulusal devletlerin hemen hepsinde ortak bir nokta ulusal meclislerinin ulus devletin egemen partisi ile dolu olmasıdır. Ulus devletlerin sıklıkla tek parti rejimlerine kaymasının nedeni de burada aranmalıdır. Ulusal rejimlerin kurulmasında büyük bedeller ödeyen ulusal liderin/partinin etrafında toplanan kesimlerin kutsal hale halini alması kaçınılmazdır. Demokrasi sözüyle kurulan ulus devletler tek partileşme ve bürokratikleşmenin mecburi öznesi olmuşlardır. Kaçınılmaz olarak tıkanan rejimlerin bir çoğu yirminci yüzyıla çıkamamış bizim gibi çıkanlar ise bin bir badire atlatıp, sayısız bedeller ödemek zorunda kalmıştır.

Azınlıklar ise ulus devletin en kırılgan noktasını oluşturmaktadır. Bir yandna demokrasini ulusal olarak egemen kılmak teorisi ile toplumun uluslaşmasının azınlıkların aleyhine gelişmesi pratiğinin karşılıklı olarak çelişmesi kaçınılmazdır. Özellikle demokrasinin ve yeni kurulan ulusal devletin egemenlik simgesi olan/olması gereken ulusal meclislerde azınlıkların temsili konusu tam bir muammadır. Bir yandan uluslaşma gayretleri içinde azınlıklar lehine verilen her ayrıcalığın lağvedilmesi, toplumlarda azınlıklara karşı oluşmuş bulunan her önyargının köpürtülmesinin uluslaşma aracı olarak kullanılması ve uluslaşırken aynı toplum içindeki diğer uluslaşmış ya da uluslaşma aşamasında olan her topluluğa karşı nefretin istemsizce gelişmesinin önlenememesi gibi nedenlerle azınlıkların ulusal meclislerde temsili genel olarak istenmez.

Ulusal meclislerin ya tamamı kurucu parti ya da kurucu parti yanında kabul edilmiş yasal muhalaefetin de katılımıyla oluşturulması genel bir pratik oluşturmuştur. Partileşmemiş veya partileşmesi engellenmiş azınlıkların ulusal meclislerde temsil edilmesi imkansızlaştırılmıştır. Siyasal partiler kuşkusuz demokrasinin vazgeçilmezleridir ancak siyasi partiler dışında da siyaset yapılabilirlik gelişen demokratik bir pratiktir. Partileşemeyen veya partileşmesi engellenen azınlıkların parti olmadan ulusal meclislerde temsili ulusal meclislerin parti temelli teşkil edilmesi engeliyle karşı karşıya gelmektedir.

Ulus devletler ya ulusluklarından ödün vererek ulusal meclislerinde azınlıkların temsilini sağlayacaklar ya da azınlıkların sayısını azaltarak(!) daha da uluslaşacaklardır. Ne yazık ki bir çok ulus devlet ikinci seçeneği denemekte sakınca görmedi. Barışçıl ya da değil bir çok yöntem kullanılarak ülke içindeki azınlıkların başka ülkelere nakil(!) sağlanarak azınlık meselesinin çözülmesine gidilmiştir/gidilmektedir. Bu aşırı çözüm yönteminin tarihi sonuçları ortadadır. Bir çok ülke bu çözüm yönteminin sakıncaları nedeniyle insanlık vicdanında yaralanmıştır.

Egemenliğini 20. yüzyıla taşımayı başaran ulus devletlerden bir tanesi olan memleketimizin demokrasi ile imtihanını tam bir yüz akıyla atlattığı söylenemez. Darbeler, muhtıralar, bildiriler, post-modern darbeler ve şaibeli seçimlerle dolu siyasi tarihimizde devletin demokrasiyi hala egemen kılabildiği söylenemez. Ulus devlet ile demokrasiyi bağdaştırmanın güçlü sanırım sadece Türkiye Örneği incelense dahi ortaya çıkacaktır. Ulus devlet fikrinin doğduğu topraklar olan Fransa'da bugün ulusal kimlik ve azınlıkların nasıl sorunlar yaşadığı/ demokrasinin ve düşünce özgürlüğünün ne konumda olduğu ve Fransa örneğinden yola çıkılarak ulus devletin geleceği hakkında bir yorum yapılıp yapılamayacağı çok uzun bir tartışmanın konusudur.

Açıkça belirtmeliyiz ki azınlıklar meselesinin çözümü ulus devletin post modern dünyamızdaki akıbeti hakkında bir ipucu verecektir. Ulus devlet üzerinde konuşmadan ve tartışmadan tam bir demokrasinin kurulamayacağı açıktır. 19. yüzyıla ait bazı kavramların günümüzde hala yaşamasına rağmen bazı kavramların ise miladını doldurduğu söylenebilir. Demokrasi eğer ulaşılmak istenilen nihai hedef ise bu hedef için ödün verilmeyecek hiç bir kutsal tabunun olmaması gerekir. Sonuç kadar sürecinde önemli olduğu yadsınmamalı ancak sürecin zorluğu sonucun ihtişamını gölgelememelidir. Süreç içerisinde insan onuruna ve barışçıl geleneklere uygun davranıldıkça sonucun daha da gösterişli olacağı açıktır.

İnsalığın bütün toplum aileleri ile birlikte bütüncül bir yaklaşımda demokrasiye ulaşması dileğiyle...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder