Modernleşmenin bir göstergesi olarak soyadı taşımanın gerekliliği ülkemiz gibi modernliği yaratmak yerine edinen toplumlarda yaygın olarak ifade edilmiştir. Türkiye de coğrafi bağlılığı bulunan Ortadoğulu ve etnik bağı bulunan Ortaasyalı toplumlar gibi soyadını belirten ünvanlar ve lakaplar özadın öncesinde kullanılırdı. Ancak Avrupa'nın birbirini takip eden ve tetikleyen sosyal olgularıyla ortaya çıkan modernliği kendilerine gelişmenin gereği olarak alan Batıcılarımızın temel dileği aynı batılılar gibi giyinmek, batılılar gibi düşünmek ve aslında ezcümle batılılar gibi "çağdaş" bir yaşama sahip olmaktı.
Bütün dillerin ve toplumların ortak bir yanı olarak insanların iki isimle kendilerini tanımlamalarının kökeni tam olarak ortaya çıkarılamamıştır. İnsanlığın ortaya çıkışından bu yanan sosyal bir varlık olmaları nedeniyle birbiriyle tanışmaları ve sosyalleşmeleri sırasında basit karışıklıkları önlemek amacıyla çift isim kullanmaya başladıkları düşünülmektedir. İsimlerden bir tanesi o kişiyi temsil etmekte diğer isim ise kişinin geldiği aileyi/klanı/kabileyi temsil etmekteydi.
Bazen ise aileyi/klanı/kabileyi temsil eden ismin bir lakap ile ya da kişinin icra ettiği meslekle veya nadir de olsa sonradan edindiği sosyal bir statüyle yer değiştirdiği gözlenmiştir. Soyadının kullanım sıklığının batılı bir tarih yaklaşımı ile ele alınacak olunursa ticaret ve seyahat olanaklarının hızla artığı modern zamanlarda daha fazla önem kazandığı da bir gerçektir. İnsanlar devrimlerin ortaya çıkışıyla birlikte artık Ortaçağ'a nazaran çok daha fazla kişiyle tanışıyorlar ve kendilerini tanıtma ve diğer kişilerden ayırma ihtiyacı daha baskın bir alıyordu.
Soyadının batıdaki gelişimi tarihsel bir çizgide kırılma yaşanmaksızın devam ediyordu. Hıristiyan ve batılı toplumlar soyadlarını ortaçağda içinde bulundukları toplumun geleneklerine uygun olarak bazen para ile satın aldıkları ünvanlar ile zenginleştirebiliyorlardı. Para ile alınıp satılan soyluluk dereceleri artan bir itibarın ve yükselen sosyal tabakaların işareti olmuş ve en sonunda bu para odaklı sosyal tabakalaşma Fransız Devrimi ile patlama noktasına ulaşmıştır. Terör Döneminde soyluluk gösteren soyisimleri avına çıkmışlardır. Birçok burjuvanın devrimi desteklemelerine rağmen Eski Rejim döneminde satın aldıkları soyluluk isimleri nedeniyle soylu zannedilip giyotini boyladığı da bir gerçektir.
Soyadının doğudaki gelişimi hem kullanım hem de yazımında batıdakinden oldukça farklı bir gelişimi olduğu açıktır. Doğulu toplumlar soyadlarının ön ya da öz adlarının önünde kullanırlar. Bir soya bağlı olma veya belirli bir klanın mensubu olma batıdakinin aksine daha çok altı çizilen bir durumdur. Daha önce belirttiğim gibi bir mesleğin bir soya ad olarak yapışması durumu doğuda daha sıklıkla görülür. Öyle ki o meslek o toplumda sadece o aileye/kabileye dahi özgülenebilmiştir.
Doğulu toplumların teknik ve bilimsel gelişmişliğinin on sekizinci yüzyıldan sonra batıdaki çağdaşlarına mağlup olması ve yaşanan tarihsel kırılma noktaları bir çok doğulu toplumun batıdaki gelişmişliğin şekilci boyutlarının yanlış bir yorumla sahiplenilmesine yol açtı. Japon Meiji Dönemi dışında kalan bütün doğulu toplumların gelişmişlik arayışları batılılaşma çabalarıyla noktalanmıştır. Çağdaşlaşmanın batılıların sahip olduğu şekil şartlarının yerine getirilince kendiliğinden ortaya çıkacağı sanrısı bir çok ülkede toplumsal patolojilere neden olmuştur.
Bu şekilciliğin bir tanesi de batılılar gibi soyadlarına verilen önemin batılılar gibi tekrar konumlandırılması olmuştur. Önce çıkarılan yasalar ile her yurttaşın bir soyadı sahibi olması zorunluluğu çıkarılmıştır. Bu birçok halk için gülünç bir duruma neden olmuştur zira her hangi bir soyluluğu olmayan bir bireyin kendisine soyadı belirlemesi şekilci bir kuralcılıktan başka bir şey olmamıştır. Soyadı olmak bütün toplumlarda ama özellikle doğulu toplumlarda yaygın olmasına rağmen asla zorunlu olmamıştı. Soyadı kişinin sosyalleşmesi ve ekonomik refahının ortalamaları aşmasıyla doğru orantılı olarak kullanılmaktaydı. Fransız ve İngiliz devrimlerinin ortaya çıkardığı vatandaşlık bilinci ve genel oy hakkı orta zamanlarda önemsiz halk yığınlarının bir anda soyadı sahibi olacak kadar soylulaşmasına neden olmuştur.
Ortaçağdan kalma bir geleneğin modern zamanlarda yaşanan basit aksilikleri önlemede kullanılacak etkili bir araç olması tarihi bir ironi olmalıdır. Batılar gibi zenginleşmek ve toplumsal refahını artırmak isteyen doğulu toplumlar da içlerinden çıkan ateşli batıcıların bayraktarlığında kendi küçük devrimlerini yapmaya çalışırken yer yer şekilciliğin eseri olmuşlar ve kalıplara odaklanmışlardır. Ancak bu soyadı furyası sırasında ortaya çıkan iki önemli moda ise yaygın olarak gözlenmiştir.
Bu yaygın modalardan bir tanesi seçilecek olan soyadlarının zorunlu olması yanında küçültücü, hakaret içeren veya azınlık etnik kimliklerine göndermeler içermeyen kelime ve kelime gruplarından oluşmasıydı. Bu modanın nedenselliği açıktır. Soyadı ile yaratılmak istenen vatandaşlık bilincinin farklı etnik grupları kucaklayıcı olmaması kadar doğal ne olabilirdi ki. Soyadı modernleşmesi ile yaratılmak istenen farklılıkları kutsanması değil birlikteliğin yüceltilmesiydi. Bu yüzden de farklılık izlemini uyandıracak her türlü soy, sop ya da etnik göndermelerin yasaklanması ortak bir vatandaşlık bilinci yaratacağı düşünülmüştür.
Bu arada küçültücü, hakaret içeren kelimelerin yasaklanması ile ilginçtir ve tarihsel olarak insanlara ve ailelere ve/veya klanlara küçültücü veya hakaret içeren soyadlarının olduğu bir gerçektir. Örneğin yasal olmayan yollardan doğan çocuklara bu yasadışılığı çağrıştıran bir soyadı verilmesi batıda çok sık görülen bir uygulamadır. Bu yolla hem aile yaşadığı bu sıkıntılı durumdan suçu yeni doğan ve onunla başlayacak olan soya atarak kurtulmakta ve kendisini temize çıkarmaktadır. Hem de bu aşağılayıcı isimle verilen ceza ile yetinerek yasadışı olarak doğan çocuğun yaşamasına göz yumarak insani bir davranış sergilemektedir. Fransızcadaki “jette” (atılmış), İtalyancadaki Esposito (ortaya çıkmış, ifşa olmuş) ve İngilizcedeki Parrish (besleme) kelimeleri evlilik dışı çocuklara ve onlardan gelen soya verilmiş adlara örnek verilebilir.
Bazen kişilerin takındıkları bir görünüş, sahip oldukları bir fiziksel özellik veya gösterdikleri bir davranış eleştirel olarak kendisine soyadı olarak da takılmıştır. İngilizcedeki Nott ve Cave sözcükleri kelliği gülünç bir biçimde soyadlaştırmıştr. Barrett dolandırıcılığı, Mallory ise şansızlığı çağrıştırmaktadır. Bu konuda ise belki herkesin bilmeden birçok kereler kullandığı bir soyadı vardır ki bütün dünyaya mal olmuş aşk soneleri ve tiyatroları ile ünlü bu edebiyatçı için tuhaf bir ironi olmuştur. Shakespeare (Sallantı Üstadı) İngilizcede fazlaca mastürbasyon yapanlara verilen bir lakap iken ünlü edebiyatçının soyadı olmuştur. Bu ve buna benzer bir çok soyadı Anadolu’da da yaygın olmasına rağmen yazının genel ahlak düzeyi kaygım nedeniyle koyamıyorum. Çünkü bugün soyadı olarak kullanılmasa da sülale lakapları olarak yaşamaya devam eden bu durum verdiğim diğer dillerdeki örnekler ile kıyas kabul etmeyecek kadar yaratıcı olabilmektedir.
Bir diğer soyadı zorunluluğu modası ise ülkelerin liderlerine yüceltici soyadlarının verilmesidir. Aşağı yukarı aynı dönemde yaşamış olan bir çok lider ya lakap ya da soyadı olarak yüceltici soyadlarını tercih etmiştir. Nazi Almanya’sının efsanevi lideri Hitler kendisine führer olarak hitap edilmesini yasaya bağlamıştır. 3 Ağustos 1934 yılında çıkardığı bir kanun ile Şansölyelik ile devlet başkanlığı ünvanlarını kendisinde birleştirerek “Alman Irkının Kutsal Yargıcı, İlk Asker ve İlk İşçisi” olarak Führer ünvanı benimsemiştir. Führer Alman ve İngiliz dilinde Lider, Rehber anlamına gelmektedir. Yine aynı dönemde Franco kendisine Caudillo ( askeri lider ünvanı) Mussolini ise il Duce (bir soyluluk ibaresi olan dük) lakaplarını kullanmaya başlamıştır.
21 Haziran 1934’te Türkiye’de çıkarılan Soyadı Kanunu ise herkesin bir soyadı seçmesini zorunlu kılıyordu. Bu yasanın ardında ise Mustafa Kemal’e ne soyadı verileceği tartışma konusu olmuştur. CHP grubundan ateşli tartışmalara neden olan bu duruma son noktayı Naim Hazım beyin “Atatürk” soyadı önerisi koymuştur. Bu öneri grupça kabul edilmiş ve 24 Kasım 1934 tarihli bir yasayla Atatürk soyadı Mustafa Kemal’e verilmiştir. Atatürk, Türklerin atası, babası anlamında kullanılmaktadır. Atatürk soyadının başka kişiler ve soy veya öz adı olarak kullanılması ise yasaklanmıştır. Öyle ki Mustafa Kemal’in yaşayan akrabalarına dahi bu soyadı verilmemiştir. Mustafa Kemal’in çocuğu da olmadığı için tarihteki ilk ve tek Atatürk soyadı sahibi de Mustafa Kemal olarak kalmıştır.
Soyadlarının tarihsel gelişimi bir yana Türkiye’deki Soyadı Kanunu ise zorlama yoluyla birçok kişinin ailevi ve ırki bağlarının kopmasına neden olmuştur. Bir çok azınlığın kendi dillerinde veya en azından kendi dil veya klanına göndermeler yapacak şekilde soyadı alması engellenmiştir. Kanunların idealline rağmen uygulamada yaşanan sorunlar ise hiç bitmemiş yazım hataları ve eksik noktalamalar nedeniyle gülünç düşürücü soyadlarının verilmesini yasaklayan Soyadı Kanunu bazen gülünç soyadlarına neden olmuştur.
İnsanların kendi özgür iradeleri ile birçok şeyin yasak olduğu baskıcı toplumlarda dahi görülmeyecek bir şekilde ad ve soyad belirleme, benimseme ve değiştirme yolları oldukça sıkıntılı olan ülkemizde halen insanların kendilerini tam olarak ifade edebilecekleri şekilde ad ve soyad belirleme özgürlüğü bulunmamaktadır. Neyin "gülünç düşürücü" neyin "ahlak dışı " neyin Türkçe olup-olmadığına tamamıyla kendi öznel donanımlarıyla karar verme yetkisini olan mazbut nüfus memurları yüzünden ülkemizdeki ad despotizimi günümüzde de devam etmektedir. Bu despotizmin en yakın zamanda kaldırılmasını dilemekteyim.
Ne denebilir ki...
YanıtlaSilYorumsuz...
Sükut.
Sükut ikrardandır.