Çetin Altan'ın 16 Temmuz 1963 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınladığı makale geçerliliğini yitirmemiş iken ülkemizdeki kimsenin Özgürlükler ve Demokrasi üzerinde konuşmaya hakkı yoktur diye düşünmekteyim.
İşte ne yazık ki güncelliğini hiç yitirmemiş o tarihi vecizeler...
Yirminci yüzyılın başından bu yana hürriyet kelimesinin en çok kullanıldığı memleketlerden biri Türkiye. Kimbilir kaç defa meydanlara toplanan halk:
- Hürriyet isteriz, diye bağırmış; kimbilir kaç yazar, kaç yüz yazısında:
- Hürriyet yok, diye şikâyet etmiş; kimbilir kaç siyasî değişikliğin ertesinde:
- Hürriyetlerimize kavuştuk, diye ilân etmiştir.
Ve zannediyorum ki, bütün bunlara rağmen hürriyet konusunun en az işlenmiş olduğu memleket yine Türkiye’dir.
Hürriyet nedir?
Klâsik bir târife göre, hürriyet, her ferde ait öylesine bir serbestlik alanıdır ki, hudutları başkalarına ait hürriyet alanlarının başladığı noktayla çerçevelenmiştir.
Bu târif, günümüzde eski önemini kaybetmiştir.
Meselâ fikir hürriyetini bu târifin içine sokamayız. Fikir hürriyeti, hiç kimsenin hürriyetini zorlamadığı için hudutsuz olması gereken bir hürriyettir. Ve yine en büyük tartışma bu hudutsuzluğa çekilmek istenen sınırlar üzerinde cereyan etmektedir.
Bu sınırlamayı ise mâkul gösterecek hiçbir târif bulunamamıştır.
Ayrıca bir hürriyetin başkalarına ait hürriyetin başladığı nokta ile tahdit edilmesi esasında en büyük sakatlık, bunun doğru olarak nasıl tâyin edileceği kıstasından mahrum oluşudur.
Ve bâzan bu kıstası araştırmak, başkaları aleyhine geleneklerle elde edilmiş hürriyetlere tecavüz sayılmaktadır. Bir yanaşmanın iktisadî hürriyetini araştırırken, karşımıza ağanın şimdiye kadar kabul edilmiş olan kazanma hürriyeti çıkmaktadır. Bu hürriyet de, onun hak ettiği bir hürriyet gibi gösterilmektedir.
Bu kargaşalığı gidermek, kıstas olarak mantığı, matematiği ve çoğunluğun sağduyusunu kullanmak arzusuyla, önce insanları uyaracak ve doğru çizgilere çekecek olan bir hürriyet ele alınmıştır. Bu da düşünce ve fikir hürriyetidir.
Fikir hürriyeti, bir târife göre, her düşündüğünü rahatça başkasına yayabilme ve intikal ettirebilme hürriyetidir. Bundan mahrum olanlar hür değillerdir.
Bir başka tarife göre ise asıl hürriyetsizlik, düşündüğünü söyleme imkânından mahrum olmak değil; düşünmeyi akletmeyecek, düşünmeye ihtiyaç duymayacak kadar kör kalmış olmaktır.
Fikir hürriyeti konusunda, her iki târife göre de, Türkiye henüz çağdaş hürriyetin çok gerisindedir.
Dünyanın başka yerlerinde yayınlanan bir çok kitap Türkiye’de yayınlanamaz.
Bunları kim yayınlatmaz ve neden yayınlatmaz? Aydınların inceden inceye araştırması gereken sorulardan bîridir bu.
Halkın çoğunluğu ise bunların neden yayınlatılmadığının düşüncesine dahi erişemiyecek kadar her şeyden habersizdir.
Meselâ 1961 de Nobel Armağanını kazanan ve Türkiye de çevrilen “Drina Köprüsü”, el altından yasaklanmak ve toplattırılmak istenmiştir. Bu arzu kimden ve hangi sebeple doğmuştur, meçhulümüzdür. Şükür ki, mesul mevkilerde bulunan bâzı aydınlar, buna engel olmuşlardır. Fakat asıl mesele, engel olmak değil, bu niyetlerin kaynağını bulmak ve onu tedâvi etmektir.
Ado Kyrou’nun Fransa’da yayınlanmış “Aşk- Cinsel Duygunun Gösterisi ve Sinema” diye çok cesur ve çok önemli bir etüdünü okuyorum.
Yazar, sinemada cinsel sahnelerin bütün teferruatiyle gösterilmesini istiyor, buna karşı gelmeyi hürriyetsizlik addediyor ve
bunun nedenlerini hem sosyoloji, hem iktisat, hem de felsefe yönünden uzun uzun ve pek akıllı delillerle araştırıyor.
Batı aydını gerçek hürriyet adına neleri zorlamakta. Bu bize çok ters ve çarpıcı gelebilir. Biz hürriyetin ne olduğunu ve hürriyeti hürriyet yapan unsurun bir bakıma gelenekleri zorlama akımı olduğunu asla anlamış değiliz. Hürriyet, bizde şimdilik “siyasî kişilere kafa tutma imkânına sahip olmak” demek. O kadar.
Batıda çıkan kitaplar ise çok daha başka şeyleri araştırıyorlar. Düzenler üzerinde duruyorlar, yalanları ayıklıyorlar, gerçek hürriyeti bütün ihtişamiyle ortaya çıkarmaya çalışıyorlar.
İnsan düşünmeye ihtiyaç duymayınca hür olamıyor. İlk merhale bu. Bundan sonra düşündüğünü söylemek istiyor.
Söyleyemezse, yine kendini hür hissetmiyor. Düşündüğünü söyledi, insanların sağduyusu uyandı ve büyük doğruları araştırmaya, gerçek hürriyetin kıstaslarını koymaya başladılar. Asıl hürriyet düzeni o zaman geliyor. İnsan, asıl mutluluğa o zaman kavuşuyor.
Biz ise henüz ilk merhaledeyiz. Ve henüz ilk merhalede düşünmeye de, düşünceleri yaymaya da karşı olan bir takım kuvvetlerle uğraşıyoruz. Bu kuvvetler neden çekiniyorlar, kimin yararına neyi kurtarmak istiyorlar? Neden bâzı kitaplar çevrilmiyor, ve çevrilenler toplatılmak isteniyor? Neden bir çok film, birçok haber Türkiye’ye sokulmuyor? Bu yasaklamalardan millî fayda doğsa, bugünkü durumda olmazdık. Öyleyse amaç ne? Yanaşmayla ağa arasındaki gerçek hürriyet kıstasını insanlara buldurmamak mı?
Türkiye’yi gerçekten kalkındırmak önce bu düğümü çözmekle mümkün gibi geliyor bize.
ÇETİN ALTAN, Milliyet, 16 Temmuz 1963
ÇETİN ALTAN, Milliyet, 16 Temmuz 1963
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder