Tarihte öyle unutulmaz anlar
vardır ki etkisi yüzyıllarca silinmez. Bazen bir söz, bir bakış, bir jest yada
mimik insanlığın ortak hafızasına öyle bir girer ki ne büyük ordular ne de en
gelişmiş silahlar ile yerle bir edilemez, silinemez. Tarih bilimi bize sadece
geçmişimizi öğretmez, aynı zamanda o geçmişle hesaplaşmamızı ve hatalarımızdan
ders almamızı salık verir. Devletlere göbeğini bağlamış, saygınlığı un ufak
olmuş resmi tarihçilerin her ne kadar tersini iddia etse de tarihçinin görevi
sadece aktarmak değildir. Geçmiş bir hamur gibi yoğrulmalı ve hataları
ayıklanmalıdır ki insanlık yaptıklarından ders alsın ve bir daha tekrarlamasın.
İşte tarih biliminin bu
misyonudur ki diğer bilimlerden bir adım daha fazla vicdan işidir. Ancak bu
vicdanın gereği bilim ile uğraşan tarihçilerden çok o tarihten ders alabilen
insanlığın fertleri olan siyasi kimliklerin ve politik önderlerin omuzları
üzerindedir. Politikacılardan, devlet adamlardan ve kanaat önderlerinden
beklenen onurlu tarihçilerin ellerinde yoğrulan ortak geçmişimizin vicdanlı
muhasebelerini yapmak ve varsa bir insanlık ailesi olarak hatalarımızdan özür
dilemektir. Ne yazık ki hamasete mağlup düşmüş, genel oy sistematiğinin
çaresizce esiri olmuş, yeteneksiz, bilgisiz ve görgüsüz siyasetçiler diğer
bilimlere olduğu kadar tarihe de mesafeli yaklaşmış ve insanlığın ortak
vicdanına sahip çıkamamışlardır.
İnsanlığın yaşadığı iki büyük
savaşın Avrupa kıtasında meydana gelmesinin ağır yükü, Avrupalı dostlarımızın
unutamadıkları acı bir gerçektir. İnsanlığın sahip olduğu bir çok ortak duygu
ve düşünceye imza atmanın haklı onurunu yaşayan, bir çok sorunun mimarı
oldukları kadar o sorunların da çözümlerini yaratan Avrupalıların
sorumluluklarından hiçbir zaman kaçmadıkları da unutulmasın. Büyük dertleri
dünya halklarının başına sardıkları gibi bu sorunların teşhisini de tedavisini
de üstlenmeleri tarihi bir ironi olarak ortadadır.
İkinci Dünya Savaşında Alman
Milliyetçilerinin iktidara gelişi, bütün bir toplumu kendi görüşleri
doğrultusunda provoke etmeleri ve bütün dünyanın bu çarpık görüşe bir an dahi
olsa dikkat kesilmesi ortak tarihimizin acı bir hatırasıdır. Almanların “Üstün
Irk” düşüncesi bugün sağlamlıkları asla tartışılmayan birçok bilim insanının
görüşlerinden yola çıkılarak ne kadar kör bir yola çıkılabildiğinin en çarpıcı
bir örneğidir. Ne yazık ki bu içler acısı düşünce ve sebep olduğu vahşet
milyonlarca kişinin canını aldıktan sonra bitirilebilmiştir.
Savaşın bitmesinden sonra Alman
toplumu tam bir şaşkınlık içinde kalmış, yıllardır kör bir ideoloji doğrultusunda
bir meczubun peşinde koştuklarını anlamalarının acısını içinde kalmışlardır.
İkini Dünya Savaşı sonrası Alman siyaseti tam bir çöküş yaşamış, Nazi
Almanya’sında yaşanan en küçük siyasi hamleler dahi sorgulanır olmuştur. Bu
dönemde Alman toplumu siyasetini ve devletini yönlendirecek Nazi dönemine
bulaşmamış temiz ruhlu akil adamları bulmakta zorlanmıştır. Yeni kurulan
Almanya (Batı ve Doğu olarak ikiye bölünmüş bir biçimde)’nın en büyük amacı
savaş döneminde işlenen suçları yargılamak ve toplum ve dünya vicdanını
rahatlatmak olmuştur. Nürnberg Mahkemeleri, tutanaklar ve suçlamalar ortadadır.
Yahudilere, Çingenelere, eşcinsellere ve akıl hastalarına karşı işlenen bütün
insanlık suçları ortaya dökülmüş ve yakalanabilenler yargılanmıştır.
Yakalanamayanların da yeni kurulan İsrail Devletince yıllarca takip edilip,
gizli operasyonlarla ortadan kaldırıldığı bugün anlaşılmaktadır.
Yaşana bütün bu savaş sonrası hesaplaşma sırasında
ölümlerden ve işkencelerden kurtulabilen Alman sosyalistleri ve sosyal
demokratları tekrar legal olarak örgütlenmeye başlamışlardır. Batı Berlin’in
savaş sonrası belediye başkanlarından ve 1969-1974 arası Batı Almanya’nın
başbakanlığını yapmış Willy Brandt 7 Aralık 1970 yılında yaptığı Varşova
gezisiyle dünya tarihine altın harflerle geçmiştir. 1945 yılında kurulan Alman
Sosyal Demokrat Partinin genel başkanı ve Federal Almanya Şansölyesi olarak
gerçekleştirdiği bu tarihi ziyarette Brandt Yahudi Soykırım Anatının önünde
dizlerinin önünde diz çökerek özür dilemiştir.
Nazizmin en dehşetengiz yönü
Polonya’da kendini gösterdiğinde, birkaç vicdanlı demokrat dışında dünya
siyasetinin büyük bir çoğunluğu bu olaya sessiz kalmıştır. Bu sessiz yıllarda
toplumların oluşturamadıkları refleks yıllar sonra acı bir tokat gibi bir
başkanın bir anıtın önünde sessizce dize gelmesine neden olmuştur. Brandt dize
gelerek bütün dünya liderlerine ve tarihin yürekli öncülerine özrün yalın
erdemini göstermiştir. Bu özür ile dünya halkları yaşanan acıların, dökülen
gözyaşlarının ve kirlenen vicdanların ne kadar kolay kabuk bağlayabileceğini
anlamış oldu.
Bugün ülkemizin gözlerini kan
bürümüş siyasetçileri gibi birçok siyasetçiye örnek olması gereken bu sıradan
dize geliş, tarihin kanlı yapraklarının nasıl temizlenebileceğini öğretmesi
bakımından çok önemlidir. Özür dilemenin kişilerin sosyal hayatında dahi fark
ettirdiği o erdem söz konusu toplumlar olunca nasıl ortaklanabiliyor böylece
anlamış oluyoruz. Devlet adamlarının, siyasetçilerin ve hamasi söylev
ustalarının uçlarından kan damlayan kalem ve silahlarını bırakmaları ve
barışın, adaletin ve insanlığın ortak mirası önünde aynı Brandt gibi dize
gelmeleri en büyük temennimdir. Ya da Brandt gibi onurlu devlet adamlarının dize
gelmemeleri için elimizden gelenin daha fazlasını yapmamız…
Dr. Selahattin ÖZKAN
Dr. Selahattin ÖZKAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder