ABD’nin
kurulduğu günden bu güne temsil ettiği değerler ve insanlığın tiranlara karşı
verdiği bu umut dolu haykırışı yüzyılımızda sekteye uğramış, başarısız seçim
sistemi nedeniyle kahrolası tiranları dünyanın başına dolamış ve uğursuz
ekonomik açgözlülüğün bir türlü törpülenememiş olsa da hala sıcaklığını
korumaktadır. Adına koca bir edebiyat, bir büyük sinema ve olanca genişliği ile
derin bir birikim yaratılan Amerikan Rüyası bugün çatırdamış olsa da dünya
halklarındaki tabanını sürdürmeye devam etmektedir. Dünyanın her yerinden yüz
binlerce insan bu rüyanın bir parçası olmak amacıyla yasal yada yasadışı
yollarlarla ABD’ye göç etmeye çalışıyor.
Adına
Amerikan Rüyası denen sihirli kelimenin içini neler doldurduğu ise en açık
ifadelerle ABD’nin kurulmasıyla sonuçlanan Amerikan Devriminin ardından kurucu
babalar tarafından ortaya konan Bağımsızlık Bildirgesinde tanımlanmıştır.
Bağımsızlık Bildirgesine göre “herkes eşit yaratılmıştır”, “ve bu eşit
yaratılmışlıktan kaynaklanan devredilemez haklara herkes sahiptir”. Dünya
tarihinde ilk kez bir toplum sadece eşitliği getirmiş olmakla yetinmiyor
üstelik bu hakların devredilemez olduğunu iddia ediyordu.
On
yıl gibi kısa bir süre sonra kıta Avrupa’sına sıçrayarak büyük Fransız
Devriminin yaratılmasına neden olacak bu özgürlük inancı ve hak itikadı dünya
tarihinin baştan aşağıya değiştirmiştir. Amerikan sahillerindeki bir takım
küçük tüccarın İngiliz hükümranlarına karşı yürüttüğü bir başkaldırıdan bir
büyük insanlık rüyası yaratan Amerikalı büyük yazarların kurucu babalar
arasında ve Amerikan toplumu üstünde nasıl bir etkiye sahip olduğu unutulmamalıdır.
Amerikan devrimi herkesin olduğu kadar birazda özgürlüğü, eşitliği ve mutluluğa
ulaşma azmini yücelten yazarların mirasıdır.
İşte
bir büyük bildiri ile Amerikan toplumuna ve dünya halklarına eşitliği,
özgürlüğü, doğal ve devredilemez hak anlayışını, mutlu bir yaşam azmini
müjdeleyen Amerikan Devrimi ile kadim topraklardan ülkesine gelen yorgunları,
zayıfları, evsizleri ve düşkünleri Amerikan Rüyasında ortaklaşmayı başarmıştır.
Bugün bütün dünya haklarından farklı olarak Amerikan Toplumu bir rüyaya sahip
olmanın yanında bu rüyayı arama hakkını kendisinin öncülüğü olarak kabul
edebiliyor ve bu hak toplum, devlet ve bireyler tarafından destekleniyor.
Kendisini etnik yada dini kimliklerden ve siyasi imajlardan soyutlayarak
Amerikalı olarak tanımlayan bu göçmenler toplumu ortak bir rüyayı paylaşıyor ve
bu rüya anayasal koruma altında tutuluyor.
Amerika’nın
yirminci yüzyılda gösterdiği teknolojik, ideolojik ve sosyolojik üstünlük bir
yüzyıl önce kendisini besleyen büyük düşünürleri, iktisatçıları, bilim
insanları ve maceracıları sayesinde olabilmiştir. ABD, önde götürdüğü insanlık
yarışında yol açtığı savaşlar, imza attığı günahlar ve sorumlusu olduğu büyük
suçlar nedeniyle eleştirilmiş, yerle bir edilmek istenmiş ve
düşmanlaştırılmıştır. Ancak tarihin acı bir gerçeğidir ki bugüne kadar hiçbir
başka düşünce Amerikan Rüyası kadar insanlığın tarihine iz bırakamamış, onun
yerini alamamıştır. En iddialı rakibi Sovyetler ise ne yazık ki hazin bir
yenilgi ile tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştır. Sosyalist bürokrasi
Amerikan kapitalizmine yenilmiştir, bu açıktır.
Amerikan
Rüyası elbette ki sadece bir özgürlük idealinden ibaret değildir. Geçici olduğu
değiştirilemez bir malum olan insan yaşamanı en müreffeh ve başarılar ile
yükseltmek Amerikan Rüyasının herhalde görünen yüzü olmalıdır. 1960’ların
yükselen karşıt-değerleri, bireysel özgürlüğü ve bohemliği ile çeşnilenmesinin
yanında hala aile bu rüyanın temelindedir. Aile temelli banliyö yerleşimli,
yüksek eğitimli ve sağlıklı bir yaşam bu temelin vazgeçilmezleridir. Parasal
başarının, kişisel gelişimin, sağlıklı bir bedenin ve özgürce bilimle beslenen
bir zihnin yer aldığı bu resim Amerikan sanatçılarınca insanlığa
gösterilmiştir.
Amerikan
sineması, Amerikan edebiyatı ve Amerikan basını iki yüzyılı aşan yaşına rağmen
insanlık tarihi ile karşılaştırılınca oldukça küçük bir süreyi kapsayan bu
zaman boyunca Amerikan Rüyasını ve Amerikan ideallerini dünya halklarına
anlatmaya çalışmıştır. Yazılarıyla, görselleriyle ve yeni gelişen teknolojiyle
multi-medyayla anlatılan bu rüyanın bir çok insan tarafından paylaşıldığını
daha önce söylemiştim. Chicago, Los Angeles, Philadelphia, Washington, San
Francisco veya New York gibi daha nice Amerikan şehirlerinde pişirilen bu ürün
her gün televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından, kitap sayfalarından ve
sinema salonlarından dünyanın dört bir köşesine dağılmaktadır.
Amerikan
idealizmi bu “image”den ibaret değildir elbette. Altında yatan büyük derinlik
ne yazık ki büyük kitlelerin ve ülkemiz gibi üçüncü dünya ülkelerindeki
yeteneksiz, eğitimsiz ve derinliksiz bir takım düşünürlerin dikkatinden
kaçmaktadır. Amerikan Rüyası sadece ışıltılı bir Hollywood müzikalinden ya da
bir Vegas kumarhanesinden kazanılacak şaşalı bir zenginlik hayalinden çok ama
çok fazlasıdır. Ancak dünyanın 1970’lerden bu yana yaşadığı düşünsel çöküntü
ülkemiz gibi üçüncü dünya ülkelerinde çok daha dramatik sonuçlar doğurmuş ve
entelektüel nicelik ve nitelik kaybolmuştur. Bu nedenle ne dünya tarihi doğru
düzgün tahlil edilebilmiş ne de sağlıklı bir ideolojik okuma sağlanabilmiştir.
Dünya
halklarından yükselen Amerikan karşıtlığı dahi Amerikan Rüyasının çekiciliği
karşısında tereddütler yaşamıştır. Amerikan idealizmin kahrolası bir parçası
olan materyalist yaklaşım ve sistemin paraya olan içler acısı bağımlılığı Soğuk
Savaş sonrası dünyada yetişen yeni nesillerin niceliksel olarak değer
yitirmesine neden olmuştur. Artan refahın öngörülemez bir sonucu olarak
burjuvazi kendi aristokrasisini yaratmak istemiş ancak ne yazık ki ahlaki
yozlaşmışlığın ve doyurulamayan bedensel nefsin esaretine saplanmıştır. Bugün
idealist Amerikan Rüyasının Amerikan Realitesiyle yaşadığı çatışma çok açıktır.
Amerikan
Rüyasının yukarıda anlatmaya çalıştığım çekiciliğine rağmen Amerikan
Realitesini yozlaşmış gençliliğin durdurulamaz şımarıklığı ile karşı karşıya
kalmaktadır. Sovyetlerin dağılmasıyla ideolojik yarışmadaki tek rakibini
yitiren Kapitalizm’in kalesi ABD; milenyumun yarattığı teknolojik ve ekonomik
gelişmenin meyvelerini toplamış hayal dahi edilemeyen bir refaha ulaşmıştır.
Ancak ne yazık ki şerifsiz bir kasabanın gözü kara kovboyu olan sığ
politikacılar yaklaşan sonu öngörememiş ve ABD bir andan şekilciliğinin içi boş
yaratımsızlığına hapsolmuştur. ABD’de Sovyetlerle rekabet gerekçesiyle ayakta
tutulan sosyal güvenlik sisteminden vazgeçilmesi, ekonomik ve finansal regülasyonların
çok uluslu şirketlere heba edilmesi ve Sovyetlerle rekabet için yapılan
silahlanma masraflarını sürdürmek için girişilen yeni sıcak savaşların yarattığı
ekonomik çöküntü yirmi birinci yüzyılda patlak vermiştir.
Yaşanan
krizlerin ardından ABD’nin kendi yarattığı özgürlüklerin kölesi olması olarak
yorumlanabilir. ABD bireysel girişimciliğin ve ekonomik atılımcılığın yeşerdiği
topraklardır. Sınıf, sosyal statü, dini yada etnik kimlik ayırt etmeksizin
herkese ama herkes mülkiyet hakkının verildiği ilk toplumsal düzeni kuran bu
insanların bir gün kendi kurdukları mülkiyet özgürlüğünün aşırı sonuçları
karşısında basiretsiz kalması acıklı bir öyküdür. Eğer ABD’li yöneticiler bu
acıklı öykünün sonunu bir Hollywood yönetmeni kadar güzel bağlayamazsa dünyanın
çok şaşıracağı günlerin uzak olmadığını söyleyebilirim. Amerikan Rüyasının
ABD’nin aç gözlü tröstlerinden ve tekellerinde kurtarılması gerektiği açıktır.
Çok uluslu şirketlerin neden olduğu doyurulamaz iştahın Amerikan Rüyasını yiyip
bitireceğinden endişe etmekteyim.
Neyse,
Amerikan Rüyası gerçek anlamda bir kasaba hayalidir. Herkesin neredeyse
birbirinin aynı olduğu bir kasabadır bu rüyada hayal edilen. Bu hayali
hastalıklı bulmak da mümkündür tabii ki. Ancak daha öncede dediğim gibi
rakiplerinin asla baş edemediği bu rüya iki yüzyılı geride bırakmasına rağmen
hala insanlığın ilgisine mazhar olmayı sürdürmektedir. Bu rüyayı yaşatan bir
çok edebi metin, nice dâhiyane şairlerin efsunlu dizeleri ve gözlemlerimizi
yuvasından çıkartan mucizevi film kareleri mevcuttur. Ancak bunlardan hiçbirisi
Norman Rockwell’in fırça darbelerinin kanvas üzerinde bıraktıkları kadar büyüleyici
değildir, kanımca. Öyle ki bu usta ressamın çizimlerindeki propagandacı tavır
çok açıkça Sovyetlerce taklit edilmiş ve komünizm idealin daha kalıcı eserler
ortaya çıkarmasına yardımcı olmuştur.
İngiliz
göçmeni bir ailenin ferdi olarak Amerikan Rüyasını iliklerine kadar paylaşan
Rockwell 1894 kışında New York’da dünyaya gelmiştir. Chase Art School’da
başladığı illüstrasyonları hiçbir zaman bırakmayan Rockwell kısa sürede ilgi
çekmeyi başarır. Büyük bir bağlılık duyduğu Amerikan Rüyasının ayrılmaz parçası
olan izcilik ile zaten ilgili olan Rockwell American Erkek İzci Birliğinin
yayın organı olan Boys’ Life’dan teklif alınca hiç tereddütsüz kabul eder. En
erken çalışmalarını Boys’ Life’da icra eder. Her Amerikan yurtseveri gibi
kaçınılmaz olarak Avrupa’yı kurtarmak için Birinci Dünya Savaşına katılmak için
gönüllü olur ancak kısa boyluluğu gerekçesiyle askerliğe kabul edilmez.
Amerikan
toplumsal yaşamını erkek egemen oluşu ve askerlik ile erkeklik arasında kurulan
illiyet nedeniyle Rockwell’in de askerliliğini yapamaması kendisinde derin
yaralar oluşturmuştur. Çalışmalarında gözlenen aile, erkeklik ve baba fetişinin
temelinde kendi erkekliğini ispat yada ailenin temelini erkek olarak gösterme
eğilimi olarak yorumlayabiliriz. Çizimlerindeki sterilize çizgi, mutlu ve
coşkulu yüzler ve erkekliğin yüksek açılarla gösterilmesi; durumu bu bilgi
ışığında Rorckwell’in simgeciliğinin perdelerini biraz daha aralamıştır
diyebiliriz.
1916’da
geçen yüzyılın en eski dergilerinden birisi olan ve Benjamin Franklin tarafından
kurulmuş olan The Saturday Evening Post’ta çizmeye başladığında henüz yirmi iki
yaşındadır ve tam kırk yedi yıl boyunca üç yüz yirmi bir kapak ile bu dergiye
resmen imzasını atacaktır. Derginin kapaklarında boy göstermeye başlayan
Rockwell’in çizimlerinde dikkati en çok Amerikan değerlerine olan bağlılığı
yatmaktadır. Neredeyse sadece beyaz renkli insanlardan oluşan
illüstrasyonlarında çizer Amerikan Ailesini, Amerikan Rüyasını, Amerikan
İdealizmini ve Amerikan toplum yapısını anlatmaya ve idealize etmeye
çalışmıştır. Çalışmaları hem Amerika’da hem de Amerika dışında da ilgi
uyandırmış, insani duyguları tuvale yansıtışı hayranlık uyandırmıştır.
Çizimlerinde
–gerçekten var olup olmadığı tartışmalı olan – Amerikan toplumunu paylaştığı
ortak geçmişe oldukça atıfta bulunmaktadır. Polis, asker yada beysbol
oyuncularının simgelediği genç, yakışıklı, mutlu, beyaz, atletik ve kendisiyle
barışık oğlanlar; sevimli, birbirine karşı alışılmadık bir içtenlik besleyen
sağlıklı, mutlu, beyaz ve her an eski güzel günlerden bir hatırasını anlatacak
gibi duran yaşlılar; birbirlerine toplumun anlayabileceği şekilde sevgi
besleyen, seven fakat sevişmeyen, sağlıklı, mutlu, beyaz ve heteroseksüel
çiftler. Bir de bütün bu insanların bir araya geldiği pazar barbeküleri, Christmas
yada paskalya yemekleri, yada herkesin neşe içinde şarkılar söylediği mutlu
öğleden sonrası çayları.
Rockwell’in
çizimleriyle neredeyse büyük yazarların sıkıcı nutuklarındaki “pursuit of
happiness” ete kemiğe bürünmüş gibidir. Rockwell’in çizimlerinde Amerikan
Rüyasına ulaşılmış, herkes bir rüyayı yaşıyor gibidir. Norman Rockwell’in
çizimlerinde sanki kanvas üzerindeki iki boyuttan fırlayıp aramıza karışacak
gibi canlı ve ayrıntılı duran insanların yüzlerindeki mutluluk çok dikkat
çekicidir. Rockwell’in çizimlerindeki insanlar mutludur, ağlasalar da,
üzülseler de, sıkılsalar da, kötü de olsalar iyi de olsalar durumlarından,
konumlarından ve kim olduklarından çok ama çok mutludurlar. Mutluluk
Rockwell’in çizmekten kendisini alı koyamadığı bir insan jesti olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Rockwell’in
çizimlerinde kadınlar kadındır. Bunu çok iyi anlarsınız. Kadın, kadınlığından,
nezaketinden, hanımefendiliğinden, cinselliğinden ve güzelliğinden asla taviz
vermez onun eserlerinde. Hatta Rockwell’in ikinci dünya savaşı sırasında
yükselen kadın işçileri resmettiği durumlarda dahi kadın işçiler o kirin, pasın
altında hala güzel hala kadınsılıklarını önemseyen karakterler olarak karşımıza
çıkar. Rockwell cinsel kimliklerin henüz sorgulanmadığı bir zamanda, yankılarını
çok travmatik olacağı bir takım değişikliklere şahitlik etmişti. Savaşları,
barışları, hak mücadelelerini, toplumsal hareketleri, Sovyetlerin yükselişini,
kadınların kimlik sorgulamalarını hem birinci elden gözlemlemiş ama yine de bu
gözlemlerinden çok idealleştirdiği Amerikan ailesini tuvaline yansıtmış ve
Amerikan toplumuna değişen dünyaya rağmen güvenecekleri bir dal vermiştir.
Rockwell’in
Amerikan Rüyasını yaşayan/yaşatan tablolarında kadının ailedeki görevi
sorgulanamaz. Kadın ailenin annesidir. Sorumlusu ve erkeğine doyumsuz bir
bağlılığı söz konusudur. Bu anne tipi bir yandan kocasına cinsel bir obje
olarak hizmet etmek ile yükümlü bir kadın olacak kadar güzel, seksapel ve
alımlı hem de çocuğunun duygusal ve fiziksel isteklerini yerine getirecek kadar
anaç ve donanımlı olarak tasvir edilir. Rockwell’in çizimlerinde kadınının
cinsel kimliğinin asla altı çizilmez. Kadının erkekten fiziksel farklılıkları
doğal bir biçimde kabul edilip, sosyal tanımlamalara uygun bir şekilde tasvir
edilir. Rockwell kadınlarının cinselliğini en fazla doğurganlık göstergesi
olarak niteleyebiliriz. Zira erkek egemen cinsel dürtülerde de kadının cinsel
olarak tek görevi doğurmaktır. Amerikan değerler sistematiğinde de Amerikan
ailesinde kadına da bu tek görev dışında bir görev verilmez.
Rockwell’in
illüstrasyonlarında çocukları olabildiğince idealize “sağlık”lı olarak
gözleriz. Bu sağlık çocuklar sanki hiç hastalanmamış yada ileride hiç
hastalanmayacak gibi görünmektedirler. Yüzlerinde iyi beslenmelerinin bir
işareti olarak kırmızı yanakları her zaman bulunabilir. Burunları küçük ve
sivri gözleri ise sonuna kadar açık ve sarsıcıdır. Oğlanlar yakışıklı, kızlar
güzeldir. Elleri, yüzleri, elbiseleri olabildiğince temiz ve bakımlıdır. Tam da
ideal birer “Future of the US”dirler. Amerika’nın geleceği yetişen bu yeni
neslin omuzları üzerinde yükselir ve Amerikan ailesinin önceliği bu geleceğin
dengeli ve sağlıklı beslenmesini sağlamak olmalıdır.
Aynı
şekilde Rockwell’in çizimlerinde çocuklar gibi gençler de her zaman dinç, sağlıklı,
güzel ve atletik olarak resmedilirler. Bu idealize gençlik toplumun yaşlılarına
karşı bilinçli ve saygılıdır. Baba sözü dinlerler ve asla büyüklerine karşılık
vermezler. Yaşlılar da her zaman sağlıklı, beyaz, güzel ve atletik olarak
betimlenirler. Yaşlıların “senior citizen” olarak idealleştirildiği bir
çevresel ortamda büyümüştür Rockwell ve tuvaline de bunu yansıtır. Onun
yaşlıları her zaman sıcak kalpli, hiç kötülüğe bulaşmamış ve sanki hiç genç
olmamış izlenimi verirler. Rockwell’in yaşlıları sanki yaşlı olmak için
yaratılmışlardır. Yüzlerinde yaşanmışlıkların, pişmanlıkların ve yılların
biriktirdiği acıların değil güzelliklerin, tatlı anekdotlarla dolu bir yaşamın
ve başarılı bir hayatın çizgileri belirmiştir. Yaşlılar her zaman sözü
dinlenilecek birer “baba” figürü, evlatlar ise büyüklerin sözlerinden çıkmayan
“uslu” çocuk olmaktan kurtulamaz Rockwell’in illüstrasyonlarında.
Norman
Rockwell illüstrasyonlarıyla Amerikan Rüyasının kitaplardan çıkıp
cismanileşmesine öncülük etmiştir. Amerikan ailesine ve toplumsal yaşamına dair
çizdikleri Amerikan toplumunu derinden etkilemiş ve bütün dünyada sanatseverlerin
ilgisini çekmiştir. Seksen dört yaşında hayatını son bulana kadar yaşayan bir
efsane olarak anılmıştır. Her hafta yaptığı kapak resimleriyle bir derginin
kendisiyle birlikte anılmasını sağlamıştır. Yapıtları daha kurumadan sergilerde
büyük bedellere alıcı bulmuş, Amerika’nın aile ve toplum yaşamı biraz da onun
fırçasıyla şekillenmiştir. İnsanlar onun resimlerindeki karakterler gibi olmaya
çalışmıştır. Bu anlamıyla Rockwell’in idealleri canlanmış ve Amerikan Rüyasını
yaşamış, yaratmış ve şekillendirmiştir. Rockwell’in mirası beyazperdede,
tiyatro sahnesinde ve birçok televizyon yapımının klasikleşmiş sahnesinde
göndermelerle canlı tutulmuş, Amerikalının bu rüyaya sadakati ayakta tutulmaya
çalışılmıştır. Rockwell’in resimlediği ve sonrasında onunla resimleriyle de
şekillendirilen Amerikan Rüyası, bugün yaşanan yozlaşmış ve vaat ettiği
hedeflerden uzaklaşmış; zafiyet, hıyanet ve kıyamet içindeki Amerikan
Realitesiyle uzlaştıkça yeniden eski canlılığına kavuşacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder