Bilim insanlarının yüzlerce yıldır aklın ve bilimin ışığında birikimsel olarak inşa ettikleri Evrim Teorisi, insan gelişimini hiçe sayan kör bir bağnazlıkla batıl inanışlarına sarılan bir takım uhrevinin saldırısı altındadır. Metafiziğin insan merakını çeken gizemli yapısı bir yana bilinmeyenin yine bir başka bilinmeyenle açıklamak garabetine düşmeyen insanlığın ileri kuvveti bilim insanları bu mücadelelerinde ellerindeki tek "silah" olan akıllarını kullanmaya devam ediyorlar. Evrim Teorisi Darwin tarafından ortaya atıldıktan bu yana bir çok saldırıya uğradı, yalanlanmaya ve yanlışlanmaya çalışıldı. Ancak bilimin akılcı sorgulamaları ile yüzlerce yıldır test edilen ve geliştirilen Evrim Teorisi insanlık ailesi tarafından en çok "yanlış anlaşılan doğru" olarak haksız bir üne sahiptir. İşte evrim ile ilgili ortaya atılan 10 mit ve bilim insanlarınca bu mitlere verilen cevaplar.
1) Eğer İnsan Maymundan Geldiyse,
Neden Günümüzdeki Maymunlar İnsana Evrim Geçirmiyor?
İnsanlar, Şempanzeler ve
Maymunlar sadece uzak evrimsel kuzenlerdir.
Biz insanlar, maymundan gelmiyoruz. Ancak maymunlarla insanların ne
maymun ne de insan olan milyonlarca yıl önce yaşamış ortak bir atası vardır.
Aslında, yedi milyon yıl içerisinde bir çok insansı canlı türü evrimleşmiştir.
Bunlara örnek olarak Homo-Habilis, Homo-Erektus ve Homo-Neandertal verilebilir.
Bu sayılanların tümünün nesli tükenmiş ve yeryüzünü biz ve diğer primatların
paylaşması için terk etmişlerdir.
2) Fosil Kayıtlarında Evrimi Boşa
Çıkaran Birçok Boşluk Vardır.
Tam aksine, birçok geçiş türüne
ait fosil bulunmuştur. Mesela, bulunan erkek dönem fosil kuşlarından biri olan
Archaeopterix’in sürüngen iskeletine ve tüye sahip bir geçiş türü olduğu tespit
edilmiştir. Bugün bazı dinozor türünün kıl ve tüy taşıdıklarını anlaşılmıştır.
Therapsidler denilen tür sürüngenler ile memeliler arasındaki bir evrimsel
geçiş türüdür. Tiktaalik akciğer solunumu yapan balık türü ile amfibi canlılar
arasında geçişi sağlamış nesli tükenmiş bir canlıdır. Bugün balinaların
evrimsel gelişimi sırasında gözlenen en az altı geçi basamağı tespit
edilmiştir. Yine insanların altı milyon yıl önce maymun ile aynı atadan ayrılıp
evrimleşmesinden sonra nesli tükenen en az bir düzine kadar fosilleşmiş geçiş
basamağı tespit edilmiştir.
Bir bitki yada hayvan türünün fosilleşmesi
için gerekecek çok nadir şartların varlığı göz önüne alındığında oldukça yeterli
fosil kanıtına sahibiz aslında. Bir fosil için en büyük sorun leşçilerin
saldırısından kurtulmaktır. Bir canlı bedeninin ölümden sonra fosilleşmesi için
öyle özel şartlarda gömülmesi gerekir ki günümüze kadar çürümeden
saklanabilsin. Ve milyonlarca yıl sonra evrim-bilimcilerin keşfedilebilmesi
için özel olarak saklandığı yerden bir takım coğrafi güçler tarafından yer
yüzeyine yakın bir yere taşınsın. En sonunda da devasa bir gezegenin yüzeyinde
küçücük fırça ve kürekleriyle evrime yeni kanıtlar arayan paleontologlar
tarafından keşfedilip değerlendirilebilsin. Bir fosilin bulunması ve evrimsel
olarak değerlendirilebilmesi için gereken bu çok nadir şartların bir araya
gelmesi dahi göz önüne alındığında evrim için bulunan kanıtların değeri çok
daha net anlaşılabilecektir.
3) Eğer Evrim Milyonlarca Yıl İçinde
Gerçekleşmiş İse Fosiller Neden Çok Yavaş İlerleyen Değişimleri Göstermez?
Fosillerdeki ani değişimler
evrimin çok yavaş ilerleyen bir süreç oluşunun aksini ispatlayan deliller
değil, noktalamanın mevcut kanıtıdır. Canlılar zamanın büyük bir bölümünde
evrim açısında durağandır ve bu nedenle bu durağan konumlara ait birçok fosili
yeryüzüne bırakmışlardır. Bir canlıdan diğer bir canlıya değişim jeolojik zaman
skalası elen alındığında göreceli olarak çok ani olarak yaşanmıştır ki bu
işleme noktalama dengesi denilmektedir.
Bir canlı diğer bir canlıya ancak
bir grup “kurucu” canlı türü atalarından ayrılıp kendilerini izole ederlerse
dönüşebilmektedir. Bu yeni kurucu grubu, küçük ve bir arada kaldıkça göreceli
olarak hızlı bir değişim geçirebilirler çünkü büyük gruplar genetik olarak daha
durağandır. Canlılar arası geçişler öyle hızlı yaşanır ki ancak nadiren
fosiller kayıt altında kalabilmiştir. Ancak bir kez yeni bir türe
evrimleşildiğinde dahi, bireyler çokça bulunan fosillerde gözlemlenebilecek
fenotiplerine uzun süreler korumaya devam ederler. Milyonlarca yıl sonra bu
süreç fosillerin çok stabil olarak kayıtlanmasıyla sonuçlanabilmektedir.
Noktalama ise bu dengeli durumların arasında bir yerde olmalıdır.
4) Kimse Evrimi Gerçekleşirken
Görmemektedir.
Evrim, birçok bağımsız kanıtın
götürdüğü yegâne kanıtın varlığını araştıran tarih biliminin ve/veya bilimsel
tarihin bir parçasıdır. İnsanlığın uzun süredir aradığı bir soruya ulaştığı
toptan bir yanıt bulma gayreti güden, birçok bilimsel alandan beslenen çok
yönlü ve çok karmaşık bir bilim dalıdır.
Jeoloji, Paleonteloji, Botanik, Zooloji, Bio-Coğrafya, Karşılaştırmalı
Anatomi ve Fizik, Genetik, Moleküler Biyoloji, Gelişimsel Biyoloji, Nüfus Genetiği,
Genom Dizilimi gibi birçok bilimin bulduğu kanıtlar yaşamın evrimleştiği
yönündedir.
Yaratılışçılar ise ısrarla
“Evrimi Kanıtlayan Tek Bir Fosil” talep etmektedir. Ancak Evrim yalnızca bir
tek evrimle kanıtlanamaz. Fosil kayıtlarındaki değişimler ile canlılar
üzerindeki değişimlerin ve canlılar arasındaki genetik, anatomik ve fiziksel
yapılardaki değişimlerin, benzerliklerin ve farklıların karşılaştırılması ile
bulunabilir. Aslına bakılacak olursa evrimi gözle görülebilir bir süreçtir;
özellikle çok kısa süre üreme döngüleri olan bakteri ve virüsler gibi küçük
canlılara uygulanan aşırı çevre baskıları sonucunda bu canlıların evrimleştiği
gözlenmiştir.
5) Bilim Evrimin Rastgele Meydana
Geldiğini İddia Etmektedir.
Doğal Seleksiyon hataları
eleyerek ve doğrulayarak evrime hizmet etmektedir. Bunu daha iyi anlayabilmek
için daktilo kullanabilen bir maymunu hayal edebiliriz. Bu maymun için
Hamlet’in bir sonatının anlamlı 13 harfini bir araya getirebilmesi için 2613
vuruş denemesi yapması gerekmektedir. Bu rakam güneş sisteminin meydana
gelişinden bu yana geçen saniyelerin 16 katına tekabül etmektedir. Deneyde eğer
her doğru harf tutulup yanlış harf elenecek şekilde “olmak yada olmamak” sözcük
grubunun İngilizcesi olan “to be or not to be” yazılması istenilseydi bunun
rastlantısallığı 335 denemede gerçekleşebilecekti.
Ünlü Evrim Biyoloğu ve ateşli Ateist
Richard Dawkins Evrimi şöyle tanımlamaktadır: “raslantısal mutasyonlar ve
rastlantısal olmayan kümülatif seçilim”. Gerçekten de evrimin temelinde
kümülatif seçilim yatmaktadır. Göz; tek bir ışığa duyarlı noktanın hücreye
oradan da bir organa evrilmiştir. Göz’ün var olmasına giden yoldan bir çok yoldan
bugün kompleks bir gözün ulaşmasıyla sonuçlanan yol rastlantısal olarak değilim
bilinçli bir şekilde seçilmiştir. Doğada diğer yolları seçip daha basit gözümsü
yapılarla sonuçlanan birçok organizmaya rastlanabilmektedir.
6) Sadece Akıllı Bir Tasarımcı Göz
Gibi Karmaşık Bir Yapıyı Yaratabilir.
İnsan gözünün yapısı
incelendiğinde görülecektir ki akıllı bir yaratıcının izine rastlanamaz. Gözün
içindeki fotonlar, ışığın içinde yol aldığı kornea, lensler, saydam tabaka,
iris, retina, kirpiksi cisim vb. tam tamına baş aşağı ve ters olarak
evrimleşmiştir. Gözün beyindeki görmeyi sağlayan hücrelere sinir hücreleri
tarafından anlamlandırılacak bilgiyi göndermeden önceden ters olarak
algılamasının hiçbir mantıklı amacı yoktur. Akıllı bir zeka tarafından
yaratılan gözün görmeyi sağlayacak hücrelere görüntüyü baş aşağı ve ters
göndermemesi daha akıllıca olmaz mıydı? Bu “tasarım” ancak doğal seleksiyon
ihtimaller ve eldeki veriler ile yapabileceği en muazzam yapıyı meydana
getirmiş ise bir anlam ifade edebilir. Gözün meydana gelmesi akıllı bir
tasarımcıdan çok evrimsel tarihin kat ettiği yolu göstermektedir.
7) Evrim Sadece Bir Teoridir!
Bilimin bütün branşları teoriler
üzerine kuruludur ki bunlar denenebilir hipotezler ile onlara verilen destekleyici
yada hipotezi çürütücü bilimsel gerçekler ile açıklanabilir. Bir teori ancak
veriler ışığında tekrarlanan gözlemlerle desteklendikçe sağlıklı olarak
nitelenebilir. Aksi takdirde başa dönülüp hipotez değiştirilir yada veriler o
hipotezin kurulmasına neden olan veriler denetlenir. Doğmalar ve sorgulanamaz
ilahi mesajlar bilimin konusunu oluşturmaz. Bu nedenle evrim teorisi eldeki
veriler ışığında en akılcı cevap olarak yerini korumaktadır.
Evrim teorisi çürütüldüğü
takdirde boşalttığı yeri yaratılışçı ilahi açıklamalar değil bir başka bilimsel
teori alacaktır. Yaratılışçıların 1981 yılında ABD’deki Arkansas eyaletinde
Evrim Teorisi yanından Yaratılışçılığın da derslerde okutulması için açtıkları
bir davada Evrim Teorisinin bilimsel değeri bir mahkeme kararıyla tespit
edilmiştir. Her ne kadar bir yargıcın onayı ile bir teorinin bilimsel olup
olmadığına karar verilemeyeceği açık olsa da Yaratılışçıların büyük bir
mücadele yürüttüğü ABD gibi bir ülkede alınmış böyle bir kararın değeri açıktır. Yargıç William Overton bir bilimsel teorinin
bilimsel olup olmadığı konusunda şu kriterleri aramış ve Yaratılışçılığın
bilimsel olmadığı için okullarda okutulmasına gerek olmadığını açıklamıştır:
- Doğa kanunlarına göre çalışmalıdır.
- Doğa kanunlarına dayanılarak açıklanabilir olmalıdır.
- Ampirik koşullara karşı denenebilir olmalıdır.
- Sonuçları test edilebilir olmalıdır.
- Denenebilir ve yanlışlanabilir olmalıdır.
Eğer bu şartları sağlayan
evrimsel fosillerdeki verileri yanlışlayabilecek ve sizi Evrim Teorisinin genel
kabullerinin aksine sonuçlara götürülebilecek fosillerle karşılaşırsanız Evrim
Teorisini yanlışlayabilirsiniz. Ancak bugüne kadar kimse Evrim Teorisinin aksi
sonuçlar doğuracak bilimsel kanıtlar bulmayı başaramadı.
İtibarını kaybetmiş bir takım
eski hevesli evrimci yaratılışçıların hominid fosil buluşlarını görmezden
geldiğini ve bazı seçme kötü aldatmaca ve hataları bilimin zayıflığı olarak
göstermeye çalıştığını söylemektedir. Bu bilimsel ilerlemenin doğasını
anlamamanın çok bariz örneğidir. Bilimsel bilginin birikimli ilerleyişini
anlamak biraz da yetenek işidir. Bilimsel methodun kendi yanlışlarını ortaya çıkarma
bilimin elindeki en güçlü dayanak noktasıdır. Bilim insanları hataya düşerler
ve hatalarını test edip ortaya çıkarırlar ve bu hatalarını düzeltirler.
Bilimle uğraşanların aksine
Yaratılışçılar ise ellerindeki verileri test etme gibi şansa sahip değillerdir.
Doğru yada yanlış da olsa inandıkları şeyi inanmaya ve başka insanları da bu
inanca çağırmağa devam ederler. Evrimin ve bilimin kendi içindeki hataları her
zaman gözünde ve test edilmeye açıktır. Geçmişte yaşanan Piltdown Adamı,
Nebraska Adamı Calaveras Adamı veya Hespero-pitbecus gibi bazı düzmece evrim
kanıtları sonrada düzeltilmiştir. Ancak bilimin düştüğü bunlar gibi veya başka
hatalar yine bilim insanları tarafından tespit edilmiş, test edilmiş ve ifşa
edilmiştir. Yaratılışçılar sadece bilimin kendi hatalarını tespit ettiği
noktalardan yine bilime saldırmayı sürdürmektedir. Hiçbir yaratılışçı cevap
yoktur ki bilim açıklamakta güçlük çeksin.
9) Termodinamiğin İkinci Yasası Evrimin
İmkansızlığı Göstermektedir.
Termodinamiğin ikinci kanunu
ancak kapalı ve izole sistemlerde geçerlidir. Dünya gibi ortaya çıkışından bu
yana güneşten gelen artan yada azalan ışınımlara maruz kalması içinde
bulunduğumuz bio-coğrafik sistemin entorpiye maruz kalmasına neden olmaktadır.
Ve bu açık ve entropisi evrensel etkilerle dönemsel salınımlar yapan sistemin
içinde evrilen yaşam doğa yasalarının ihlal edildiği şartlarda ortaya çıkmaz.
Güneş ışıldamaya devam ettikçe dünya üzerindeki yaşam sürmeye ve evrimleşmeye devam
edecektir. Termodinamiğin ikinci kanuna aykırı durumlar aslında günlük
yaşamımızın her yerindedir. Mesela paslanmayı geciktiren araba boyaları yada
ocak gibi bir ısıtıcı üzerinde yemek yapmak gibi. Bütün bunlar Termodinamiğin ikinci yasasında
belirtilen entropinin devam ettiğinin göstergesidir. Ancak elbette ki Güneş bir
gün ısı ve ışık kaynağı olmayı bırakıp söndüğünde, dünya üzerindeki yaşam
bitecek ve Termodinamiğin ikinci yasasıyla tezat oluşturan yaşam entropisi de
son bulacaktır.
10) Evrimi Ahlak, Etik, Doğru, Yanlış
Gibi Sosyal Kavramların Doğasını açıklayamaz!
Bilinenin aksine insanlığın ahlak
normları “Din” ile birlikte ortaya çıkmamıştır. Tek tanrılı bir din ile
tanışmamış hatta sistematik bir inanç bütünü dahi ortaya koyamamış en ilkel
insan topluluklarında dâhi insanlar doğru ve yanlış arasında seçim yapmış ve
birbirlerini öldürmemeyi terci etmişlerdir. En temel etik norm olarak insanın
kendi türüne karşı vahşet uygulaması olan hanibalizmin olduğu ilkel kabilelerde
dahi bu davranış ancak kabile dışı diğer insan topluluklarına karşı yönelmiştir
ki bu yönelişin sebebi kendi kabilesi dışındaki insan topluluklarının dar klan
algısı sebebiyle insan olarak tanımlamamasıdır. Yani bir yaratıcı ortaya çıkıp
insanlara nasıl davranacaklarını söylemeden çok önce insanlar kendi aralarında
yaşamanın bir yolunu bulmuşlar, doğru davranışları ödüllendirip yanlış
davranışları cezalandırmayı öğrenmişlerdi.
Sadece insanlar değil, bilim
insanların yaptığı gözlemlerle ortaya çıkmıştır ki primatlarda dahi ahlaki
normlar gelişmiştir. Topluluk halinde yaşayan ve insanların memeliler arasındaki
en yakın kuzenleri olan goril, şempanze ve maymunlar doğru ve yanlış
davranışları tanımlanmış, ödül ve ceza mekanizması yordamıyla birlikte yaşamı
mümkün kılmışlardır. Evrim göstermiştir ki Yalan, Zina ve Hırsızlığın yanlış
olmasının nedeni bir yaratıcının yanan bir çalıyla dikta ettiği on emirde yer
alması değil bu tür davranışların güvenilirlik, sadakat ve özel mülke saygı
gibi değerler üzerine kurulu insan ilişlerini yıkmasıdır. İnsan ve bütün diğer
sosyal primatlardan hiç birisinin ahlaki değerler olmadan hayatta kalması
mümkün değildir. Sadece primatlar değil grup halinde yaşayan bütün canlılar
arasında sosyalleşmelerinin sınırlarını belirleyen kuralların var olması yaşam
ile ilgili sorularımızı yeniden şekillendirmemize neden olmalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
- http://evolution.berkeley.edu/evolibrary/misconceptions_faq.php#a1
- Top Ten Myths About Evolution, Skeptic Society, 2010
gözde ince kenarlı mercek kullanıldığı için göz ışınları sarı noktada toplar bu şekilde görüntü ters olup bu beyinin görme yerinde düzeltiliyor eğer ince kenarlı mercek olmasayde görüntü düz ve boru gibi doğrusalgörürdük ayrıca ışınlar sarı nokta dışındaki yerlere de düşerdi tıbba göre sarı nokta dışına dışına düşen ışınlar görülmez hem en ufak bir bozuklukta görmemiz azalıyor miyop hipermetrop gibi yani göz görme için en ideal formda yaratılmıştır Allah insanları mükemmel ve hassas(aciz) yaratmıştır
YanıtlaSilsitenizi yeni keşfettim, keyifle okuyorum emeği geçenlerin ellerine sağlık, inşallah daha çok takipçiniz olur ki arşiviniz zenginleşir.
YanıtlaSilBu yazıyı yazan dine inanmamak için uğraşan arkadaş bu dünyadaki her şeyin bir tesadüf sonucu meydana geldiğini iddia ediyorsun bunu da mutasyon ile açıklamaya çalışıyorsun mutasyonlar %99 zararlıdır. peki ilk canlı nasıl oluştu cansız maddeden mi siz evrimciler evrimi açıklarken hep ilk canlının oluşumunu açıklamaktan kaçıyorsunuz sizde biliyorsunuz ki bir proteinin bile tesadüfen oluşması imkansızken evrendeki herşeyin tesadüfen oluşması ne derece imkansızdır
YanıtlaSil