İnsanlık
ailesine belki de seri üretim patlayıcıları keşfederek büyük bir kötülük yapan
Alfred Nobel’in adı kendi adıyla kurulan vakıf, İsveç ve Norveç devletinin
katkılarıyla barış, edebiyat, fizik, kimya ve ekonomi alanlarında verilen
ödüllerle aklanmaya çalışılmıştır. Bu bir nebze başarılı da olmuştur. Nobel
deyince bugün kimse savaşları, ölümleri, katliamları ve bütün bunlara sebep
olan o lanet patlayıcıları keşfeden bir kimyacıyı hatırlamamaktadır. Nobel
birçok insan için bilim insanlarına ödül dağıtımından başka bir anlam
çağrıştırmamaktadır. Tarihin büyük bir ironisi olarak Nobel kendi adını yazdığı
iki satır vasiyetle temizlerken büyük bir geleneği de böylece yaratmış
oluyordu. Paranın satın alamayacağı hiçbir şey yoktu.
Yine
de Nobel’i alanlar ve almayanlar bir kıstas oluşturmuş, Madalya’nın yanında
verilen yüklü miktarda verilen nakdi ödülü kimin aldığı insanların ilgisine
mazhar olmuştur. 1901 yılında verilen ilk ödülün üzerinde geçen yüz on yılı
aşkın sürede beş yüz doksanın üzerinde ödül dağıtılmıştır. Ödüllerin tamamına
yakını ödül verilenler tarafından kabul edilmiş sadece dört kazanan hükümet
baskısıyla iki kişi ise tamamen bilinçli ve bağımsızca ödülü ret etmiştir. Ödül
alanların en küçüğünün yaşı henüz yirmi beş iken en yaşlısı ise doksan yaşında
idi. Avrupalıların büyük bir hırsla bütün dünyayı kana buladıkları iki büyük
savaş sırasında ödül törenleri sekteye uğramış, Nazilerin yayılmacı
politikaları Nobel’in saygınlığına gölge düşürmeye çalışmıştır.
Bugüne
kadar dağıtılan beş yüz kırk dokuz Nobel ödülünden sadece kırk tanesinin
kadınlara verilmiş, geri kalanlarını ise erkekler paylaşmıştır. Eğitim
olanaklarından kadınların nasıl uzak tutulduğunun, bilimsel çevrelerin
kadınların ilerleyişine nasıl kapatıldığının en açık göstergesi bu rakamdır
diye düşünüyorum. Kim fırsat düşkünü erkek megalomanlarının iddia ettiği gibi
bu veri kadınların zekasıyla değil erkek egemenliği ve cinsiyetler arası eğitim
eşitsizliği ile ilgilidir. Eğer böyle olmasaydı Nobel tarihinde iki ayrı
bilimsel alandan da ödül alabilen tek insan bir kadın olmazdı. Büyük düşünür
Marie Curie 1903 yılında fizikten 1911 yılında ise kimya alanından Nobel
kazanarak bir tarihi başarıya imza atmıştır.
Bir
öğretmenin çocuğu olarak Varşova’da doğan ve Paris’te Sorbonne Üniversitesinde
eğitim almak için geldiğinde hocası Pierre ile tanışıp evlenen ve ilk bilimsel
çalışmalarını kocasının adıyla yayınlamak zorunda kalan bu büyük deha Alman
fizikçi Röntgen ve Fransız fizikçi Bevquerrel ile yürüttüğü çalışmalarda
radyoaktivite üzerinde büyük buluşlara imza atmış, iki yeni elementin keşfini
yapmıştır. Eşinin talihsiz bir biçimde erken ölümünün ardından Sorbonne’da ders
veren ilk kadın olma onuruna da erişmiştir. X ışınları ve görüntüleme
teknolojileri üzerine çalışmaları çığır açan bir büyük bilim insanı olmasına
rağmen asla bilim adamları tarafından kabullenilmeyen Curie, çalışmaları
nedeniyle maruz kaldığı X ışınlarının yol açtığı feci bir rahatsızlıkla
ölmüştür. Curie ailesinden Nobel ile ödüllendiren sadece Marie olmaz, önce eşi
daha sonra da kızı Nobel alarak bilim tarihindeki belki de üç ayrı ödülle
anılan tek aile olmak gibi bir özelliğe sahiptirler.
1915
Nobel Fizik ödülü ise William Lawrence Bragg isimli Avustralyalı genç fizikçiye
verilir. Bragg ödülü aldığında henüz 25 yaşındadır ve önündeki koskoca
kariyerinde bu ödülün sahibi olmanın haklı gurunu taşıyacaktır. 2007 Nobel
Ekonomik ödülünü alan Leonid Hurwicz ise Nobel kazanan en yaşlı insan payesini
taşımaktadır. Rusya doğumlu Leh bir ailenin Amerika’da yaşayan ferdi olan
Hurwicz, matematik ve ekonomi alanında çalışmaları ile tanınmaktadır. Eric S.
Maskin ve Roger B. Myerson ile paylaştığı ödülünü Hurwicz “ters oyun teorisi”
olarak da bilinen Mekanizm Tasarımı Teorisi üzerine olan çalışmaları nedeniyle
almıştır. Ödülü aldıktan sadece bir yıl sonra hayata gözlerini kapayan
Hurwicz’in ödülünü tadını çıkaramadığını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.
Kayıtlara
göre ise yaşayan en yaşlı Nobel ödül sahibi ise 1909 doğumlu Nerolog Rita
Levi-Montalcini’dir. 1986 yılında Nobel Tıp ödülünü alan bilim insanına bu paye
Stanley Cohen ile birlikte büyümü faktörleri üzerine yaptığı çalışmaları
nedeniyle verilmişti. İtalya doğumlu Yahudi bir göçmen olan Levi-Montalcini
St.Luis Üniversitesinden aldığı teklifle 1946 yılında ABD’ye gider ve
çalışmalarına burada devam eder. Bir yandan da İtalya’daki bağlarını koparmayan
Levi-Montalcini hem ABD’de hem de İtalya’da çalışmalara devam ederek
İtalya’daki aile üyelerinden kopmamayı başarır. Geliştirdiği bir ilacın yan
etkileri nedeniyle bazı ülkelerde yasaklanması Levi-Montalcini’yi ciddi bir
sıkıntıya soksa da 2001 yılında “Ömür Boyu Senatör” olarak İtalyan Senatosuna
atanır.
Bütün
önyargılara ve tartışmalar rağmen Nobel ödülü saygınlığını korumayı başarmıştı.
Savaşlar ve işgaller altında verilen ödüllerde dahi hayatta kalmayı başaran
Nobel ödülleri en büyük sıkıntıyı 1964’te yaşamıştır. O zamana kadar ödülün
verildiği herkes büyük bir sevinç ve kıvanç içinde ödülü kabul ederken,
Fransa’nın asi ve çirkin çocuğu Sartre 1964 Nobel Edebiyat ödülünü ret eder.
Nazi ve Sovyet iktidarlarının baskısıyla kabul edilemeyen diğer ödül sahipleri
bir yana ilk kez bir ödül sahibi bilinçli olarak ve özgürce ödülü geri
çeviriyordu. Siyaset, felsefe ve edebiyat alanlarda binlerce makale ve onlarca
kitaba imza atan düşünür, aktivist ve yazar Jean Paul Sartre uslanmaz bir
muhalif olarak bugüne kadar sayısı eylem yapmış Fransa’yı ve dünya halklarını
şaşırtmıştı.
Kariyerine
bir öğretmen olarak başlayan bu çirkin adam, bağlanma ve kurumsallaşma arasında
geçen mücadele dolu bir yaşam sürmüştü. Gazetecilik, yazarlık, yönetmenlik,
akademisyenlik, siyaset adamlığı gibi sayısızı payeyi taşıyan Sartre sosyalizme
olan bağlılığına rağmen en çılgın zamanlarda daki Komünist Parti üyesi olmamış,
bağlanmamıştır. Nobel kendisine sadece edebi çalışmaları nedeniyle ödül
vereceği belli olduktan sonra bugüne kadar hiçbir kurumsal ödülü almayan
Sartre’ın bu ölü alıp almayacağı merak konusu olmuştu. Sartre yine herkesi
şaşırtmayı başarmış ve dünyanın en saygın ödüllerinden bir tanesi olan Nobel,
bağlanmasına aykırı olduğu gerekçesiyle reddetmişti.
Sartre’dan
sonra uzun bir süre Nobel Fransız edebiyatına karşı soğuk kalacaktı ama
Nobel’in tarihindeki ikini ret bir Fransız’dan değil bir Vietnamlıdan
gelecekti. Vietnamlı Devrimci Le Duc Tho 1973 yılında Henry Kissinger ile
birlikte Vietnam barışına olan katkıları nedeniyle ödüllendirilmek istendi. Tho
ise Vietnam’da gerçek bir barışın inşa edilmediği gerekçesiyle ödülü
reddetmiştir. Önce Fransız işgal kuvvetlerine ardından da ABD’li işgal
kuvvetlerine karşı milis kuvvetlerle mücadele veren Tho, barış görüşmelerini
yürüttüğü Paris’te ilk kez batılılarca gözleniyordu. Daha önce birçok kereler
yapıldığı gibi Nobel ödülünü veren komite yine dünya politikasında
karşılıklılığı gözeterek Tho ile birlikte işgal kuvvetlerinin ateşkesin yardım
ettiği gerekçesiyle Kissinger’a da ödül verilmesi yönünde irade ortaya koyar.
Bu çok tartışma yaratır. Barış ödülünü veren Norveç parlamentosunun seçtiği
komiteden iki üye Kissinger’a ödül vermesine dayanamayarak istifalarını
sunarlar. Kissinger bütün dünya halkları
gözünde haksız bir işgalin müsebbibi olan ABD güçlerinin diplomatıydı ve
yürüttüğü sözde barış görüşmelerinin nedeni olan savaşın sorumlusu olmakla
itham ediliyordu. Tho en çok da bu karşılıklılık gerekçesiyle ödülü
reddetmişti. Nobel seçici komitesinin dünya haklarının vicdanındaki değerleri
hiçe sayarak diplomasinin soğuk diliyle hareket etmesi ve Tho ile birlikte
Kissinger’a ödül vermesi Nobel’in bir kez daha eleştiri konusu olmasına yol
açmıştır.
İkinci
dünya savaşı yıllarında ise Nazi yönetiminin despotizmi nedeniyle Alman bilim
insanları ve aydınları çok az yurtdışına çıkabiliyordu. Çıkabilen aydınların
ise Nazi hayranlığı yüz kızartıyor, dünya halkları bu tür insanları utanç
içinde karşılıyordu. Nazilerin Norveç’i işgal etmesinden sonra ve Nazi
etkisinin bütün Avrupa’yı silkelediği yıllarda Nobel ödülleri kimi zaman
verilememiş kimi zaman ise Nazi sempatizanı bilim insanlarına verilmiştir. Bu
dönemde Richard Kuhn, Adolf Butenandt ve Gerhard Domagk’a verilen ödüller
tartışma konusu olmuştur. Nobel bu isimlerle itibar yitirmiştir.
Yine
siyasi yıldırmalar sonucu Rus dilinin büyük ozan Boris Pasternak Novel ödülünü
alamamıştır. Pasternak’ın Rus dilindeki eserleri ve çalışmaları sırf Sovyet
yönetimine karşı batılılarca manipüle edilmiştir. Çevirmen, şair ve büyük bir
yazar olan Pasternak’ın Doktor Zivago isimli başyapıtı komünizm karşıtlığı ile
itham edilmiş ve kendi dilinde kendi ülkesinde basılamamıştır. Pasternak’ın
eseri yurtdışına basılıp büyük sansasyon yaratınca Nobel adaylığı gelmiş ama
KGB ve Sovyet edebiyat çevrelerinin dışlayıcı baskıları nedeniyle Pasternak zor
günler yaşamıştır. Ödülü aldığı duyurulduğunda ise dünya kamuoyunu şoke eden
bir gelişme yaşanmış ve Pasternak Nobel’i Sovyet hükümetinin baskıları
nedeniyle alamayacağını bildirmiştir. Sovyet hükümeti ise bu gelişmeye
Pasternak’ı yurttaşlıktan çıkarıp batıya sürgün etmek tehdidiyle yanıt
vermiştir. Pasternak doğrudan Kruşçev’e yazdığı bir mektupla anavatana
bağlılığı ilan ediyor ve af diliyordu. Belki kendisi ödülden vazgeçerek çok
eleştirdiği gulaglardan kurtulmuştu ama ölümünün ardından eşi ve kızı
acımasızca gulaga gönderilmişti. Pasternak kendi ülkesinde asla hak ettiği
özgüyü alamadan gözlerini hayata böyle yummuştu.
Nobel
ödüllerinin bir tutukluya verilişi ise Nobellerin tarihi boyunca sadece üç kez
yaşanmıştı. İlki 1935 Nobel barış ödülü sırasında yaşanır. Almanya’da yükselen
milliyetçilik ve yaşanan ağır ekonomik darboğaz köktenciliği ateşler. Batılarca
ağır şartlar altında Alman toplumuna dayatılan Versay Antlaşması Alman
devletinin hava kuvvetlerine ve ağır silahlılara sahip olmasını yasaklıyordu.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında yükselen Alman militarizmine karşı duruşuyla
parlayan pasifist bir gazeteci olan Carl von Ossietzky ağır bir yenilgiyle
savaştan bedbaht çıkan ülkesi karşısında kendisinin haklı çıktığını görür.
Savaş sonrası yaşananlar ise dramatiktir. Almanya batılılarca bir daha emperyalist
yarışa katılmayacak şekilde yeniden düzenlenir.
Geleneksel
prenslikler rejimine dayandırılan eyaletlere bölünüp federe bir devlet şekilde
organize edilir. Zayıf bir halinde güçlenmesi ve tekrar Avrupa’nın başına iş
açması engellenmeye çalışılır ancak bu alman toplumunun düzen ve intikam
duygularını daha kamçılar ve Ossietzky’nin ifşa edeceği ikinci silahlanmayı
doğurur. Ossietzky’nin yayınladığı haberlerde ortaya çıkmıştır ki Naziler
Sovyetlerle ortak silahlanmaya başlamış, gizli fabrikalarda silah ve ağır
silahlar üretilmeye başlamıştır. Nazi pilotları Sovyetlerde uçuş eğitimi
almaktadır. Haberler ortalığı aya kaldırır. Ossietzky Alman Yüksek Mahkemesinde
yargılanır ve hemen koruyucu tutuklulukla cezalandırılır. Cezaevinde
tüberküloza yakalanan Ossietzky aynı yıl Nobel ile ödüllendirilir. Ancak bu
ödül Alman basınında hiç yazılmaz, Alman toplumu ödülden hiç haberdar olamaz.
1938 yılında tüberküloz hastası olmasına rağmen tutulduğu cezaevinde ödülünü
alamadan yaşamını yitirir.
Nobel’in
bir tutukluya ödül olarak verildiği ikinci olay ise 1991’de yaşanır. Uzun
yıllar batılılarca sömürülen Hindiçin ülkelerinden olan Myanmar’ın talihi
ülkedeki sömürge güçlerinin terk etmesiyle değişir. 1948’de başlayan
bağımsızlık 1962’de yapılan askeri darbeyle gölgelenir. Ülkeyi askeri rejimle
yöneten generaller yaptıkları seçimlerde elde edilen sonuçları manipüle ederler
ve rejimlerini onlarca yıl sürdürürler. 1990 yılında yapılan ilk özgür seçimde
ise bir sürpriz yaşanır ve Demokrasi İçin Ulusal Birlik seçimleri kazanır. Partinin
lideri Aung San Suu Kyi ise verdiği demokratik mücadelenin sonucu olarak ev
hapsinde tutulmaktadır. Askeri rejim seçilmiş bu yürekli kadına iktidarı
vermemiştir ama kendisinin şiddet içermeyen insan hakları ve demokrasi
mücadelesi batılılarca takdir edilmektedir.
Suu
Kyi Ghandi’den etkilenen büyük bir pasifist demokrasi savaşçısıdır.
Eylemleriyle milyonları meydanlara toplamakta ve uluslar arası bir üne
kavuşmaktadır. 1988’de partinin kuruluşu ile biten büyük yürütüşünde tutuklanır
ve ev hapsi ile cezalandırılır. Bu yargılama büyük infial yaratı. Dünya
halkları Suu Kyi’ye destek olmak için onun yoklunda kendisini onurlandırma
yarışına girişirler. Birçok barış ve düşünce örgütünde onur payeleri ve
demokrasi ödülleri alır. Kanada bugüne kadar sadece beş kişiye verdiği “Onursal
Vatandaşlık” payesini 2007’de verir. Jawaharlal Nehru Uluslararası Anlayış
Ödülü, Uluslararası Simon Bolivar Ödülü ve Wallanderberg Madalyası gibi saygın
ödüller alır. 1991 yılında henüz ev hapsindeyken Nobel ödülünü alır. 13 Kasım
2010’da salıverilir ve hakkı yürüyüşüne geri döner.
Tutukluluğunda
Nobel ödülü alan en son isim ise Çinli yazar, akademisyen ve insan hakları
savunucusu Liu Xiaobo’dur. Liu Xiaobo’nun Nobel ödülü 2010 yılında büyük olay
yaratmış, birçok kimse yine Nobel’in batılılarca siyasete alet edildiğini iddia
etmiştir. Nobel seremonisi sırasında her yıl çağrılan ülke temsilcilerinden on
sekiz tanesi katılmayarak bu durumu boykot etmişti. Çin hükümeti ise Xiaobo’ya
Nobel ödülü verileceği ilan edilen seremoniye katılanları sonuçlarına katlanmak
ile tehdit etmiş ve Nobel’e rakip olarak aynı yıl ilki verilen bir Konfüçyüs
Barış Ödülü tertip etmiştir. Nobel’e karşılık büyük doğulu düşünür Konfüçyüs
adına verilen ödülü ilk yıl Tayvan’lı siyasetçi Lien Chan, ikincisini ise
2011’de ise Rus Başbakanı Vladimir Putin almıştır. Birçok kereler tutuklan
Xiaobo batılı görüş açısından tam bir demokrasi mücadelesi verirken Çin
hükümetine göre ise yurt dışına bilgi sızdıran, rejim aleyhtarı bir vatan
hainidir.
Tutuklu
iken Nobel’e layık görülenler dışında ölümünden sonra bu ödüle kavuşanlar da
olmuştur. Nobeller 1974’te konulan bir kural ile kişilerin ölümlerinin ardından
verilmezken bu kural iki kez çiğnenmiştir. İlki Edebiyat alanında 1931 yılında
gerçekleşmiştir. İsveçli Erik Axel Karlfeldt’in daha sağ iken 1919’da
ödüllendirilmek istendiği ancak ödül geri çevirdiği söylenmektedir. Ancak
ölümünün ardından 1931 yılında şair onurlandırılmak istenmiş ve Nobel ile
ödüllendirilmiştir.Ödülün verilmesiyle ilgili dikkatten kaçmaması gereken bir
nokta da Karlfedlt’in kendisinin ödülü veren İsveç Akademisinin üyesi
olduğudur. Ölümüyle verilen ödülün akademinin bir vefası olarak
yorumlanabileceği de açıktır.
Ölümünün
ardından Nobel ile ödüllendirilen ikinci ve en son isim ise İsveçli ekonomist,
yazar ve diplomat Dag Hammrskjöld olmuştur. Hammrskjöld, Birleşmiş Milletler’in
ikinci genel sekreteri görevini üstlenmişti. Birleşmiş Milletler genel
sekreterleri arasında görev başında vefat eden ilk ve tek kişidir. 1953 ile
1961 yılları arasında Birleşmiş Milletlerin genel sekreterliğini üstlenen
Hammrskjöld soğuk savaşın en canlı günlerinde dünya siyasetinde gösterdiği
tutumuyla hatırlanmaktadır. Belirlenemeyen bir nedenle gizli bir görüşme için
bulunduğu Zambia’dan dönüşü sırasında uçağının yere çakılmasıyla hayata veda
eden Hammrskjöld dünya barışına katkı sağlamak için çabalamış ve bu çabaları
nedeniyle Nobel ödülüyle ölümünden sonra onurlandırılmak istenmiştir.
Nobel’in
açıkgöz bir girişimci, gözü pek bir kimyager ve usta bir tüccar olarak başladığı
kariyeri arından bıraktığı olanca devasa mirasıyla yaratılan koca bir mit ve
insanlık ailesinin çok değerli fertlerini belirlemedeki şaşkınlık verici
gayretiyle ortak tarihimizin ilginç parçalarından birisini oluşturmaktadır. Hiç
Nobel alamamış onlarca deha ve Nobel almasına rağmen hiçbir bilimsel değeri
olmayan onlarca insana rağmen Nobel ödülü dağıttığı büyük nakdi ödülle adından
konuşturmaya devam etmektedir.
Nobel
kazanan en şaşkınlık veren isimlere gelince karşımıza şöyle bir liste
çıkmaktadır. Kimlere bu ödül verilmemiştir ki? Beyazların AIDS’i sırf siyahları
öldürmek için icat ettiğini iler süren Waangari Maathai yada daha iktidarın
ikinci yılında insanlığa hiçbir katkısı olmadığı halde Barack Obama, Çevre
bilimlerinde onlarca ismin yaptığı değerli çalışmalar dururken sadece bir
belgesel yardımıyla küresel ısınmaya dikkat çeken Al Gore, daha önce de
anlattığım gibi ABD emperyalizmin ideal bir temsilcisi olan Henry Kissinger,
Filistin meselesi hala çözülmemesine rağmen sorunun çıkmasından bu yana sorunun
tarafları olan liderler; İshak Rabin, Şimon Peres, Menachem Begin ve Yaser
Arafat Başta söylediğimi tekrarlayarak bitirelim bir bilimsel çalışma aldığı
ödüllerle yada bir bilim insanı Nobel alıp almamasına göre değerlendirilemez.
Dr. Selahattin ÖZKAN
Dr. Selahattin ÖZKAN
Sitenizde Lüfer Koruma Timi2ni görünce pek sevindim zira ben de Lüfer Koruma Timi'yim :)
YanıtlaSil