Her soylu gibi babasının tanıdığı en büyük akıl hocalarından ve kanaat önderlerinden eğitim almış ve beslenmiştir. Mandela ismi en çok etkilendiği hocası olarak hayatından bambaşka bir yere sahiptir. Öyle ki 18 Temmuz 1918’de doğan erkek çocuğuna sevgili hocasının ismini verir. Her büyük halk önderi gibi Mandela’nın çocukluğuna dair efsanevi söylenceler mevcuttur. Ancak şurası şüphesizdir ki küçük Mandela soylu ve halkına önderlik eden bir ailenin ferdi olarak beyazlara karşı yürütülen savaşların anlatımıyla büyümüştür.
Her kara derili Afrikalı gibi
Beyazların ayrımcı politikalarından nasibini almış, kendisine uygun bir beyaz
adı seçmeye ve Hıristiyan olmaya zorlanmıştır. Zaten Mandela’ya Nelson ismini
de cennete girebilmesi için bir misyoner koymuştur. Mandela kendi
otobiyografisinde okul hayatında ve gençlik yıllarında yaşadıklarının çok
ayrıntısına girmez. Zaten Mandela’nın siyasi uyanışı için üniversite yıllarının
gelmesi gerekecektir. Gerçekten de Fort Hare Kolejindeki Sanat eğitimi
sırasında, yoldaşı Oliver Tambo ile tanışması hayatını değiştirecektir. Daha
önce bizzat yaşadığı, soluduğu, kemiklerine kadar hissettiği ırkçılığa karşı
düşünsel ve eylemsel savaşa girmeye karar verir.
Öğrenci temsilcisi olarak
seçilmesiyle arkadaşlarını etkileme yeteneğini göstermeye başlamıştı. İlk
tutukluluğunu Oliver Tambo ile birlikte apartheid karşıtı bir gösteride
gerçekleşir. Siyasal hareketliliği ailesinin dikkatini çekmiştir. Görücü usulü
evlendirilmesine karar veren ailesinden kaçan Mandela Johannesburg’a yerleşir. Zor
günler geçiren Mandela, kömür madenlerinde koruma görevlisi olarak çalışır.
Yarım kalan eğitimine bu kez Witwatersand Üniversitesinde Hukuk alanında devam
edecektir.
1948 yılında Beyaz Irkçı Partinin
iktidara gelmesiyle siyah öğrenciler arasında siyasi hareketlilik iyiden iyiye
artar. Mandela Afrika Ulusal Kongresinin (ANC) gençlik örgütlerinde adım adım
ilerler. 1952’de Savunma Kampanyası’nı, 1955’te Halk Kongresini yönetir. Halk
Kongresi 1955’te Güney Afrika Yerliler Kongresi, Güney Afrika Demokratlar
Kongresi ve Renkli Halklar Kongresi ile birlikte Afrika Ulusal Kongresi
“Freedom Charter”ı yayınlar ki bu belge anti-apartheid düşüncesinin temellerini
atmıştır.
Tarihte ilk kez siyah derili
insanlar kendilerini insan dahi kabul etmeyen beyaz adamların dilinde ve yine
beyaz adamların yöntemleri ile bir araya gelmişler ve baş kaldırmışlardır. Sadece
renkleri nedeniyle ötekileştirilen bir halk ayağa bu belge ile kalkmış ve
birleşmenin, söz söylemenin ve yönetişmenin zamanın geldiğini haykırmıştır.
“Freedom Charter” yayınlanır yayınlanmaz, beyaz adam tarafından yasaklanmış ve
“ihanet belgesi” adledilmiştir. Afrikalı haklar adına muhteşem bir gelişme olan
belge, bugün dahi insanlık için abidevi bir değer taşımaya devam
etmektedir.
Mandela’nın siyasi kariyeri hızla
tırmanır. İkinci Dünya Savaşı’nın cereyanı siyah hareketini derinden etkiler,
savaş karşıtlığı ve askere gitmeyi reddetmek siyah direnişçilerin temel görüşü
olarak ortaya çıkmaktadır. Savaşın rengi, bir anda beyazların sömürdükleri
zencileri adi birer piyon gibi savaş meydanlarına sürememeleri nedeniyle çok
değişmiştir. İlk dünya savaşında yitirilen yüz binlerce can, sömürge halklarının
vicdanında derin yaralar açmıştır. İkinci dünya savaşında bu acı
tekrarlanmayacak, ulusal direniş hareketleri sömürgenlerin bu güç paylaşım
savaşına evlatlarının feda olmasına göz yummayacaktır.
Beyaz sömürgesi altındaki Asya,
Afrika ve Okyanusya toplumları ulusal hareketler geliştirince, Avrupa
cephelerinde yürüyen savaşlar nedeniyle birlikler zayıflamış hem de asker
deposu olarak görülen coğrafyalardan asker sevkiyatı kesilmesi güçlerinin
kesilmesine neden olmuştur. Afrika’da yürüyen insanlık mücadelesi ise Mandela, Nkomo,
Sisulu, Tambo, Mda ve Lembede gibi çekirdek kadroların etrafında ateşleniyordu.
Ghana ve Losotho’nun desteğinin kesilmesi nedeniyle 1959 yılı ANC’nin güç
kaybına uğradığı bir yıl olarak kayıtlara geçer.
Mandela ve Tambo’nun aksine ANC
apartheid karşısında pasif direniş ile savunma yapmayı tercih etmişti.
Mandela’nın güçlenen karizmatik liderliğinin etrafından toplanan genç kitle ise
daha radikal çözümler öneriyordu. Silahlı direnişinde içinde bulunduğu bu çözüm
arayışında Mandela ANC’nin liderliğine kadar yükselir. ANC’nin 1959’daki güç
kaybedişi beyaz hükümetin atağa geçmesine neden olur. 1960 yılında
Sharpevillle’de yapılan anti-apartheid gösteride beyazlar 69 siyah insanı
öldürür. Bu hükümet ile ANC arasındaki savaşın dönüm noktası olacaktır.
Altmış dokuz siyahın
öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar sonrası beyaz hükümet sıkıyönetim ilan eder
ve ANC’yi yasaklar. ANC’ye uygulana bu yasak ise partinin kendi içinde bir
süredir yaşanan tartışmanın şiddet yanlıları lehine sonuçlanmasına neden olur.
Mandela ANC’ye bağlı olarak silahlı bir örgüt kurar ve çalışmalara başlar.
Yerli dilde “Umkhonto we Sizwe” beyazların dilinde “Spear of Nation” olarak
anılan bu örgütün Türkçe adı “Ulusun Öncüsü” olarak çevrilebilir. Ancak burada
Spear kelimesinin öncülük yanında Afrikalı yerel halkların kullandığı
mızrakları da tanımlamakta kullanıldığını ve o anlama da bir atıf yapıldığı not
edelim.
Silahlı mücadeleye destek bulmak
amacıyla yaptığı ilk yurt dışı gezinin ardından başlayan tutuklama kararlarının
ardı arkası kesilmez. Aylarca kaçmayı başaran Mandela en sonunda beyaz hükümet
tarafından CIA’nin de yardımıyla yakalanmayı başarır. “David Motsamayi” sahte
ismiyle Addis Ababa’ya gerilla eğitimi almak için çıktığı ülkesine döndüğünde
kedisini ömür boyu hapis cezası bekliyordu. 5 Ağustos 1962’de yurt dışına
yasa dışı yollardan çıkmak ve greve teşvik etmek suçundan tutuklanır. Sonu belli
olan bir yargılama olsa da mahkemede kendi savunmasını kendisi yapmayı tercih
eder.
Beyazların hükümeti tarafından atanmış beyaz yargıçların yönettiği ve tamamı beyazlardan oluşan bir jürinin önünde beyazlara karşı ırkçılıkla suçlanan Mandela şu tarihi cevabı verecektir: “Irkçılıktan tiksiniyorum, çünkü onu barbarca buluyorum. İster bir beyaz isterse bir siyah tarafından yapılsın” Beş yıl ile cezalandırıldığı ilk yargılamadan aylar sonra bu kez Rivonia Mahkemesinde yargılanmaya başlanır. Robben Adasındaki tek kişilik hücresinden alınıp ana karaya sadece yargılanmaya ve cezalandırılmaya sürüklenmektedir. Tamamıyla siyasi bir yargılama olan Rivonia yargılamalarında Mandela bugün bütünüyle bir insanlık dersi olabilecek savunmasını şöyle tamamlamıştır:
Beyazların hükümeti tarafından atanmış beyaz yargıçların yönettiği ve tamamı beyazlardan oluşan bir jürinin önünde beyazlara karşı ırkçılıkla suçlanan Mandela şu tarihi cevabı verecektir: “Irkçılıktan tiksiniyorum, çünkü onu barbarca buluyorum. İster bir beyaz isterse bir siyah tarafından yapılsın” Beş yıl ile cezalandırıldığı ilk yargılamadan aylar sonra bu kez Rivonia Mahkemesinde yargılanmaya başlanır. Robben Adasındaki tek kişilik hücresinden alınıp ana karaya sadece yargılanmaya ve cezalandırılmaya sürüklenmektedir. Tamamıyla siyasi bir yargılama olan Rivonia yargılamalarında Mandela bugün bütünüyle bir insanlık dersi olabilecek savunmasını şöyle tamamlamıştır:
Fidel Castro ve Mandela |
“ Beyaz egemenliğine karşı
savaştım. Siyah egemenliğine karşı savaştım. Bütün insanların eşit şartlarda ve
uyum içinde yaşayabildiği demokratik ve özgür toplum idealini savunuyorum. Bu
ideal uğruna yaşıyorum ve onu başarmak için. Ama gerekirse bu ideal için
ölmeye de hazırım. ”
Tarihe geçen savunmasına rağmen
12 Haziran 1964’te isnat edilen suçlardan ikisinden ömür boyu hapse mahkum edilir.
Mahkumiyeti tam 27,5 yıl sürecektir. Mart 1982’ye kadar Robben Adasında kalan
Mandela önce Pollsmoor Cezaevine ardından da 1988 yılında Victor Verster
Cezaevinde transfer edilir. 11 Şubat 1990 tarihinde bu cezaevinden salı
verilecektir. Cezaevinden kaldığı süre boyunca fiziksel ve psikolojik çeşitli
işkencelere maruz kalmıştır. Dünya ise bu yirmi yedi buçuk yol boyunca çok ama
çok değişecektir. Zaman sadece Mandelan’ın kara saçlarına aklar düşmesine
değil, siyah hareketinin onurlu hikayesinin beyazlarca anlaşılmasına da
yaramıştır.
Savaşların bittiği, iki kutuplu
dünyanın erimeye başladığı, özgürlük, insan hakları ve çevre sorunları gibi
birçok ortak insanlık davasının büyük güçler tarafından da kabul edilmeye
başlandığı bir çağda siyahların "insanlığı" da anlaşılır. Ne bilimsel ne de
ahlaki hiçbir temeli olmayan, insanın kendi düşünsel ve evrimsel gelişimini
yansıtmayan, vahşi ve akıl dışı bu ayrımcılık tarihe karışacaktır artık. Zorbalıkla
ayakta tutulmaya çalışılan apartheid rejim, içine düştüğü uluslararası yalnızlık
ve ideolojik yoksunluğun farkına sonunda varmıştır. Mandela bir onurlu özgürlük
savaşçısı olarak dünya halklarınca yüceltilirken; Afrika’nın ucundaki bu beyaz
hükümet ırkçılıkla ve barbarlıkla aşağılanmaktadır.
1985 yılında Mandela’nın adalet bakanı Kobie Coetsee’ye yazdığı mektupla ilk adım atılır. O yıl Mandela’nın bir
ameliyat için yatırıldığı hastane odasında Mandela ve beyaz adalet bakanı ilk
kez yüz yüze görüşürler. Mandela’nın hapishane koşullarının iyileştirilmesi
karşılığında resmi adı “barış görüşmeleri hakkında görüşmeler” olan dolaylı
görüşmeler başlamış olur. Tam kırk yıl sürmüş olan savaş hali bu görüşmeler ile
bitecektir. 1991 yılında başlayan dolaylı görüşmelerde Mandela ANC’nin bütün sorumluluğunu üzerine alır ve siyah halkın sözcülüğünü üstlenir. Binlerce
kişinin canına, onlarca insanın işkencelerle tanışmasına, hapishanelerde
çürüyen ömürlere mal olan mücadele de Mandela ödediği bedeller ile halkının
önderliğine kadar yükselmiş ve en sonunda barış görüşmelerine başlayabilmiştir.
ANC o yıl ülke içinde ilk özgür
kongresini yapar; kongrede Mandela başkanlığa, eski yoldaş Tambo da genel
sekreterliğe seçilirler. Böylece tarihte ilk kez bir sömürge ülkesinde
siyahların örgütlenmesine izin verilmiş olur. ANC Mandela’nın önderliğinde
siyasi örgütlenmesine girişir ve seçimlere hazırlanır. Batılı güçler yine hem
nalına hem mıhına şovenist tavırla hareket alanlarını genişletmeye çalışırlar.
1993 yılında; yıllarca Mandela’nın salıverilmesi ve siyahlara uygulanan
ayırımcı politikalara son verilmesi için baskıladıkları Güney Afrika’nın beyaz
hükümetinin devlet başkanı Frederik Willem de Klerk’e de Mandela ile birlikte
Nobel Barış Ödülü’nü verirler. Bu ödülün paylaştırılması ne de-Klerk’in ve temsil
ettiği sömürgen beyazların onurlarını kurtarmış ne de Mandela’nın yükselen
itibarını zedelemiştir. Kimse bugün de-Klerk’in Nobel sahibi olduğunu
hatırlamamaktadır.
1994 yılında ANC’nin girdiği ve
siyahların da oy kullanabildiği ilk özgür seçimlerde ANC ve Mandela iktidarı
beyazların elinden geri alır. Güney Afrika’da bir ilk yaşanmaktadır. Siyahlar,
beyazların bütün zorbalıklarına, işkencelerine ve ayak oyunlarına rağmen,
haksız yere ellerinden alınan kendi ülkelerinin iktidarını beyazlardan geri alıyordu. Mandela; 1997’de ANC Başkanlığını, 1998 yılında ise Devlet başkanlığını bırakarak tarihe
çok güçlü bir imza atar. Mandela’nın ve ANC’nin yönetimindeki ülkede sorunlar
hala bitmemiştir. ANC’nin sosyalist yapısına rağmen gelir adaletsizliği ve
siyahlara yönelik fırsat eşitsizliği hala sürmesine rağmen Güney Afrika özgürce
seçilen siyah yöneticileriyle tarihe bambaşka bir iz bırakmaya devam ediyor. Mandela ve bütün insanlığa bıraktığı mirası vicdanlarda yaşıyor.
Dr. Selahattin ÖZKAN
Dr. Selahattin ÖZKAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder