İnsanlık ailesinin küresel çaptaki diyetleri incelendiğinde belki de kültürel karmaşamıza rağmen en ortak tüketimimizin ekmek olduğu görülecektir. Ekmek, hiç kuşkusuz, dünyanın bütün toplumlarında bir şekilde üretilmekte ve tüketilmektedir. Denilebilir ki ekmeğin sınıflar üstü, toplumlar üstü ve kültürler üstü bir değeri vardır. Ekmek olmadan kurulmayan doğu toplumlarının sofralarından ekmeği renkli karışımlarıyla metalaştıran batı toplumlarına kadar neredeyse bütün dünya bu sihirli tadın lezzetini tanımaktadır.
Ekmeğin tarihi neredeyse insanlığın ilk tarım toplumlarını oluşturduğu zamanlara kadar gider. Tahılların tarımsal faaliyetin temel çıkış noktası olduğu varsayılmaktadır. Atalarımızın Afrika steplerinden Avrupa ve Ortadoğu’nun verimli deltalarına doğru yaptıkları büyük yolculuk boyunca ağaçlardan toplanan meyvelerin bolluğu karşısında tarımsallaşmayı akıl etmeleri evrimsel bir bilmecedir. Ancak tahılın kıymeti harbiyesi daha farklıdır. Tahıl tek yıllık bir bitki olarak Buğdaygillerin yaygın adı olarak anılmaktadır. Ancak buğday hem bir bitki atası olarak hem de diğer bitkilerin evcilleştirilmesinde yol açarak tarihi bir gelişmeye neden gösterilmiştir.
En eski tarihlemesi Paleolitik
çağda Avrupa’da ve Neolitik çağda Ortadoğu’da olarak belirlenen un kalıntıları
bulunmuşsa da unun su ile yoğrulup ateş üzerine nasıl konulduğu hala bir
muammamadır. Ekmeğin çıkışının daha çok rastlantısal olarak yorumlanması da bu
yüzdedir. Zira buğdaydan üretilen unun hem suyla harmanlanması hem de ateşin
üzerine konulması çağına göre çok ileri bir adım olarak yorumlanmaktadır.
Denilebilir ki ekmeğin üretimi en az buğday tanelerinin ilk kez toprağa
serpildiği an kadar mucizevi bir süreçtir. Ekmeğin üretimiyle kitlelerin açlığı
sorununa ilk kez insan müdahalesi gerçekleşebilmiştir.
Avrupa’da ve Ortadoğu’da ekmeğin
üretiminin tarihsel olarak kültürel ortaklaşmaya ulaşması için uzun yüzyıllar
sonrasında ulaşımın gelişmesi ve imparatorlukların ortaya çıkması gerekecektir.
Ancak budan çok önce iki ayrı ekmekçilik geleneği oluşmuştur. İklim şartlarının
fazlasıyla etkilediği ekmek üretiminin teknik özellikleri nedeniyle iklimin
daha sıcak olduğu tropik ve sub-tropik medeniyetlerde (Ortadoğu, Hindistan,
Çin, Güney Amerika) mayalı, lif yönünden zengin, daha uzun süreler dayanan, sert
ve tuzlu bir ekmek. Kutup altı dünyada (Rusya, Sibirya, Avrupa ve Kuzey
Amerika’nın uçlarında) mayasız, lif yönünden zayıf, kısa süre içinde
tüketilmeye uygun, yumuşak, beyaz ve tatlı bir ekmek.
Bu iki ekmek türünün kaynaşması
için ulaşımın küresel bir fenomen olacağı yakın dönemlere kadar gelinmek
zorundaydı. İnsanlar bu zamana kadar sadece yerel ekmekler ile yetinmek zorunda
kalıyorlar ve sadece yörelerinde yetişen tahıl cinsinden ekmek
türetebiliyorlardır. Ancak imparatorluklar ve keşiflerin de görülmesiyle tarih
sahnesine çıkan kültürel etkileşimler neticesinde ekmek de çeşnilenmeye
başlamış ve değişmiştir Bundan önceleri ise ekmeğin ana maddesi olan unun
yerelliği özellikle dikkat çekmektedir. Aşağı yukarı aynı dönemde Ortadoğu’da
Buğday, Güney Amerika’da Mısır, Sahra altı Afrika’da Süpürge Darısı ve Uzak
Asya’da Pirinç bitkisinin evcilleştirilmesi ile unun da ortaya çıktığı
düşünülebilir.
Unun bu yerelliğinin ötesinde
ekmeğin diğer ana maddesi olarak bilinen mayanın ortaya çıkışı da tamamıyla
Ortadoğu’nun iklimsel özellikleri ile çok ilintilidir. Unun doğada kendi
kendisine doğal çürümesinin sonucunda bir mantar türü olan mayanın ortaya
çıkışı o kadar basit ve doğaldır. Ancak bu basit ve doğal yöntemin rastlantısal
keşfiyle ekmek üretimi bir adım öteye taşınabilmiştir. Maya ekmeğe lezzet
vermenin yanı sıra hem ekmeğin daha uzun süreler saklanmasını sağlıyor hem de
undan üretilen birim başına ekmek adedini artırıyordu. Maya sayesinde artan
ekmek üretiminin Ortadoğu, Güney Amerika ve Hindistan’daki kültürel birikime
olan katkıları tartışılmaz büyüklüktedir. Maya ile ekmek üretimi kitleselleşmiş
ve bu ilk medeniyetlerde büyük bir iş gücünün ortaya çıkmasına ve antik
dünyanın büyük kültürel, ekonomik ve bilimsel başarılarına neden olmuştur.
Ortadoğu’ya Mısırlılardan geçen
mayalı ekmek üretimi Yunanlılara oradan da Avrupa’ya doğru genişlemiştir.
Mayalı ekmek üretimin yaygınlaşması ile insanlık daha sağlıklı bir ana yiyecek
maddesine kavuşuyordu. Ekmek gittikçe yemeklerin ana maddesi olmaktan kurtulamamıştır.
Ekmeğin lezzeti, ucuzluğu ve kolay ulaşılabilirliği onu öğünlerde vazgeçilmez
bir sofra öğesi yapmıştır. Ancak ortaçağa doğru sınıfsal kimliklerin daha da
keskinleştiği eski dünyada ekme neredeyse bir sınıfsal ölçüt olmuştur. Ekmek
için kullanılan unun üretildiği bitki kadar o bitkinin nitelikleri de önem
kazanmaya başlamıştır.
Üst sınıflar giderek artan bir
taleple daha beyaz ve tatlı ekmekler talep ediyor. Ekmeğin beyazlaması için un
ve unun elde edildiği bitkiler baskılanıyordu. Ekmek beyazladıkça üst sınıflara
ait oluyor, karardıkça ise alt sınıflara doğru iniyordu. Bu tarihi yanılsamanın
sağlık açısından nasıl yanlış olduğu günümüzde anlaşılmış olsa da o günlerde
ekmeğin beyazı makbul görülüyordu.
Anadolu’nun ekmek ile ilişkisi de
çok derindir. Hititlerden Sümerlere, Ermenilerden Türklere kadar Anadolu’da
gelmiş geçmiş bütün halklar kendilerine özgü ekmekleri ile kültürümüzü
şekillendirmiştir. Anadolu’nun hem iklimi hem coğrafyası ekmeğin ana maddesi
olan buğdayın yetişmesi için çok elverişlidir. Özellikle Anadolu’ya özgü durum
buğdayının lifli yapısı ve besleyici özellikleri Anadolu insanlarının diyetinde
her zaman önemli bir yer tutmuştur. Anadolu’nun tahıl yetiştirme uygun iklimi
ve coğrafyası sayesinde yetişen durum buğdayı binlerce yıldır bu topraklarda
yetiştirilmeye ve ekmekleştirilmeye devam etmektedir.
Toplumların ekmek ile olan
ilişkileri de çok çetrefildir. Bir sürü medeniyete imza atan Ortadoğu’nun
sıcağında yeşeren kültürlerin harmanlanması ile ortaya çıkan dinlerin içinde
dahi ekmek her zaman kutsal bir yiyecek olarak yerini korumuştur. İbrahim’in
inancına ve kültürüne sahip çıkan Ortadoğu’da doğup büyüyüp, dünyaya yayılan en
büyük üç dinin üçü de ekmeği kutsamıştır.
Yahudiler Mısırdan çıkışlarını andıkları hamursuz bayramlarında ekmek
yemeği bırakırlar, sebat günlerinde ise yenilen özel bir ekmek ile oruçlarını
bitirirler. Yahudiler bu kutsal oruçları sırasında sadece ekmek değil, yasak
olan beş tahıldan yapılmış hiçbir yemeği yemezler. Özellikle koşer
geleneklerine göre yapılan Challah (Türkçeye
çörek olarak geçmiş olsa da tatlı bir ekmek çeşididir aslında) ekmeği ile
oruçlarını açalar.
Hıristiyan kaynaklarında ekmeğin
değeri ise çok acıklı bir hikayeye dayanmaktadır. İsa, çarmıha gerilmeden
önceki son akşam yemeğini havarileri ile birlikte yer. Yemekte İsa, son
mesajını insanlığa iletecektir. İsa, elinde ekmeği göstererek bu benim
bedenimdir, şarabı göstererek bu benim kanımdır der. Bedenimden yiyip, kanımdan
içen benimle birlikte yaşayacaktır der. Bu sözleri yüzyıllardır insanlık
hafızasında yankılanır, durur. Hıristiyanlar Pazar ayinlerinde seremonisel bir
şekilde bir lokma ekmek ve bir yudum şarap ile bu geleneği sürdürürler.
İslam Peygamberinin de ekmeğe
özel bir ihtimal gösterdiği bilinmektedir. Muhammed Peygamberin mucizelerinden
birisi de ekmek ile ilgilidir. Büyük sıkıntılar içinde İslam dinini yaymaya
çalışan ilk inanlarına kısıtlı yaşamıyla örnek olmaya çalışan İslam Peygamberi,
Arabistan koşullarında çok zor bulunan tahıllardan olan buğdaydan yapılan
ekmeğe karşı özlem beslemiştir. Çoğunlukla buğday yerine arpa ekmeği tüketmek
zorunda kalmıştır. Mucizesine gelince, ilk inananlardan Ebu Talha’nın evinde
hiç bitmeyen bir ekmeği bütün inananlara ikram ettiği rivayet edilmektedir.
Ekmeğin mucizevi bereketine işaret eden bu hadise dahi İslam’ın ekmeğe bakışını
özetlemektedir. Anadolu’da bugünün Müslümanları dahi hala ekmeğe büyük önem
gösterirler, düşen ekmeği öpüp anlarına koymadan yerden kaldırmazlardı.
Ekmeğin kutsal yolcuğu hiç
durmadan günümüze kadar devam ediyor. Modern dünyamızda gelişen yemek
kültürümüze ve sağlık gerekçesiyle çok sık değişen diyetlerimize rağmen ekmek
hala sofralarımızın vazgeçilmez maddelerinden. Çağımızın başında yükselen
obezitenin sebebi olarak görülse de esas suçlunun sanayi tipi kitlesel üretilen beyaz ekmeğin
olduğu, geleneksel tahıllı ve lifli ekmeklerin büyük bir vitamin ve mineral
kaynağı olduğu anlaşılmıştır. Ekmeğin tarihsel kökenlerine araştırılıp
dönüldükçe, geleneksel olarak daha sağlıklı daha besleyici ekmekler ile
karşılaşacağımız kesindir. Ekmek ile birlikteliğimiz, öyle kolayca
koparılamayacak kadar uzun bir geçmişe dayanmaktadır.
Yararlanılan Kaynaklar:
- Delwen SAMUEL, Bread in Archaeology, Civilisations, 2002
- http://www.dovesfarm.co.uk/about/the-history-of-bread/
- http://www.cebp.eu/Default.aspx?ID=73
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder