Savaşın galiplerinden Rusların Panslavist
yaklaşımları nedeniyle Versay’da kurulan bu yeni ülkenin ismi “Güney
Slavlarının Ülkesi” Yugoslavya olarak belirlenmiştir. Savaş sonrası kısa
dönemli geçiş hükümetleri denebilecek olan Sloven, Hırvat ve Sırp Devleti ile
Sırbistan Krallığının birleştirilmesiyle neredeyse bütün balkanları kapsayan
Yugoslavya kurulur. Yugoslavya temel olarak Viyana’dan İstanbul’a kadar olan
büyük alanda yaşayan ve göz ardı edilebilecek küçük farklar dışında(!)
neredeyse aynı kökenden gelip farklı lehçelerle olsa da aynı dili konuşan Slav
ırkını bir yönetim altında birleştirmeyi amaçlamıştı. Ancak ne yazık ki bu
küçük farkların göz ardı edilebilecek kadar küçük olmadığı zaman içerisinde acı
ve gözyaşı ile anlaşıldı.
Osmanlı’nın 19. Yüzyılın başından
bu yana geri çekildiği Balkanlar’da ulusal birlik fikri giderek yoğunluk
kazanıyordu. Yer yer Osmanlı’dan boşalan iktidarı Avusturya-Macaristan
doldurmaya çalışmış olsa da Sovyetlerin iktidara çıkmasına kadar güney Slavları
Kuzeydeki büyük ağabeylerinden büyük yardım görmüş ve ulusal bir direniş
gösterebilmiştir. 1840’lardan sonra ise giderek bütün Slavların bir bayrak
altında toplanması fikri Slav milliyetçileri ve entelektüelleri arasından
destek görmeye başlamıştı. Ancak Slavların her bir etnik alt grubu olan Hırvat,
Sırp, Sloven yada Makedonlar bu birliğin ancak kendi iktidarları altında
gerçekleşebileceğini tahayyül ediyor bu da gruplar arası rekabeti doğruyordu.
1912’ye gelindiğinde Osmanlı’dan
bağımsızlığını kazanan küçük bir Sırp devleti ve Karadağ devleti dışında
slavların büyük çoğunluğu hala ya Osmanlı yada Avusturya-Macaristan yönetimi
altında yer almaktaydı. 1912 yılında patlak veren ilk Balkan Savaşı Osmanlı’nın
İstanbul’a kadar Avrupa’dan süpürülmesiyle sonuçlanmış. Yunanlılarla ve
Bulgarlar hareket eden Sırp ve Karadağ Slavları esaret altındaki iki büyük Slav
toprağını kurtarabilmiştir. Sırpların Kosova ve Makedonya’yı ele geçirmesi
Avusturya-Macaristan işgali altındaki Slav topraklarında büyük bir etki
yaratmış ve bir anda Sırplar Slavların önderliğine yükselmiştir.
Avrupa’nın geri kalanı gibi
Balkanlar’da da bu yıllarda görülen büyük hareketliliğin sonunun yeni büyük bir
savaş olduğu giderek artan bir ihtimal olarak dilden dile dolaşıyordu. Ancak
yine de Sırp gizli servisinin Avusturya-Macaristan veliahttı Franz Ferdinand’ı
öldürmesiyle Avrupalıların ilk büyük paylaşım savaşının patlak vereceğini kimse
tahmin edememişti. Slavlar bir anda bu büyük paylaşım savaşının hem
tetikleyicisi hem de nedeni oluvermişlerdi. Slav gizli servisinin bu küçük siyasi
suikasttan beklentisi büyük bir savaşı başlatmak değildi elbette. Amaç
Avusturya-Macaristan kralının veliaht olarak bir Slav’ı seçmesini sağlamaktı.
Ancak böyle olmadı ve tarih bambaşka bir noktaya vardı.
Birinci Dünya Savaşı’nın
bitmesiyle görüldü ki İtalyanlar büyük bir Slav nüfusunun yaşadığı Dalmaçya’dan
Slovenya’ya kadarki araziyi ele geçirmişlerdi. Sırbistan eğer savaş sonucunda
memnun edilmezse İtalyan yönetimindeki araziyi ele geçirebilir. Akdeniz’e kadar
ulaşabilirdi. Avusturya-Macaristan devam etseydi Sırp yönetimindeki bu büyük
alan Sırp idaresine geçebilirdi. İttifak güçleri bunun yerine Sırplara bütün
Slavları birleştiren bir ülkenin anahtarını teslim etmeyi yeğlediler. 1 Aralık
1918 günü kurulan yeni ülkeye göre Sırplar, Hırvatlar ve Slovenler tek bir
kraliyet altında birleştiriliyordu. 1929’da kurulacak olan Yugoslavya’ya kadar
devam eden bu geçici devlete Hırvatlar ve Arnavutlar direnmişse de sonucu
değiştirememişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı’nın bu yarım
yamalak çözümü nihayetinde mağlup ülkelerde ırkçı iktidarların intikamına zemin
hazırlıyordu. Slavlar bu kez de aşağıda Mussolini, yukarıda ise Hitler’in ağır
saldırılarına maruz kalmaya başlamıştı. İşgaller, ağır silahlı kuşatmalar ve
kurulan Faşist göstermelik işbirlikçi iktidarlar Slav direnişini yeniden
alevlendirir. Rusya’daki Dünya tarihinin ilk Sosyalist devrimin sonucunda
Sovyetler başarılı bir ülke kurabilmiş ve Ruslar yeniden dünya siyasetinde güç
sahibi olabilmişlerdi. Balkanlar’da da bu güç etkisini göstermişti. İlk
Komünist yer altı örgütleri burada kurulur. Yarı Sloven yarı Hırvat olan Josip
Broz Tito’nun altında örgütlenen Partizan kuvvetleri tarih sahnesindedir. Tito’nun
Partizanları Nazi ordularını Sovyetlerden sonra durduran ikinci güç olmuş ve
tarihe geçmişlerdir. Batı, Komünistlerin Nazilerin karşısında gösterdiği
muazzam başarı karşısında şaşkına dönmüştür.
Yine de İkinci Dünya Savaşı
yılları büyük trajedilere sahne olur. Ülke bir yandan dışarıdan gelen ırkçı
saldırılarla mücadele ederken bir yandan da ülke içindeki direniş örgütlerinin
birbirleriyle olan mücadelesine sahne olmaktadır. Kralcılar, Komünistler, işbirliğinden
yana olanlar, Milliyetçiler vs. Ancak Tito ve arkadaşları yakın zamanda İttifak
güçlerinin desteğini almayı başarır, Batı için artık o Yugoslavya’nın tek sesi olmuştur.
Stalin ile Tito arasındaki bu yıllarda büyük bir yakınlık ve işbirliği söz
konusudur. Stalin, Tito’yu dünyaya kabul ettiren isim olur. Nazilerin Stalin
tarafından durdurulması 1945 yılını Avrupa tarihinde önemli bir dönüm noktası
olur. Komünistler, faşistlerin üstesinden en sonunda gelmiştir. Avrupa barışı
Komünistler sayesinde yakalamıştır. Aynı yıl, Tito da hem ülke içindeki iktidar
mücadelesini kazanmış hem de Nazi işgalini sonlandırmıştır.
Savaş sonrası Tito, önce Aşırı
Milliyetçi Çetniklerle olan iktidar mücadelesi bitirmiş sonrasında da ülkesini
sosyalistleştirmek için çabalamıştır. 31 Ocak 1946 günü yeni kabul edilen
anayasa ile Yugoslavya Federe Halk Cumhuriyeti kurulur. Böylelikle Yugoslavya
bu dönemde federe bir yönetim haline gelir. Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ,
Makedonya, Sırbistan ve Slovenya Federe Cumhuriyetleri hem ülkedeki etnik
gerilimi azaltmak hem de daha demokratik bir rejimi yaşama geçirmek için
kurulmuşlardır. Savaş sonrası Tito ile Stalin arasında kurulan bağ 1948 yılına
gelindiğine kopmuş ve Tito Doğu Blokunda bağımsız harekete etmeye başlamıştır. Stalin
giderek artan bir istekle Yugoslavya’nın Sovyetlerin uydusu olmasını istemekte,
Tito ise bu isteği geri çevirmektedir. İpler en sonunda Yugoslavya’nın Cominform*
üyeliğinin bitirilmesiyle sonuçlanır. Bu noktadan sonra artık Tito’nun sonunun
geleceği endişesi yayılmış olsa da Tito iktidarını korumayı bilmiştir.
Yugoslavya başlangıçtan bu yana
etnik tartışmaların ortasında bulmuştu kendisini. Tito’nun sosyalist iktidarı
yıllarında etnik çatışmalar minimize edilmeye çalışılmıştı. 1974’te federe
cumhuriyetler kendi içlerindeki küçük etnik grupları din, dil ve kültürel
haklarını anayasal güvencelere altına almıştır. Bosna-Hersek ve Karadağ federe
cumhuriyetin otonomileri olarak anayasa girmiş ve Arnavutça ile Macarca bütün
federasyonca tanınan azınlık dili olarak anayasala girmiştir. Sırbistan Federe
Cumhuriyeti altında Kosova ve Voyvodana iki ayrı otonomi olarak yer almıştır. Yugoslavya’nın
Tito iktidarı süresince, özellikle de Stalin’le olan fikri ayrılığı sonrasında,
batı ile ılımlı bir ilişki sürdürdüğü unutulmamalıdır. Tito bir yandan ülke
içindeki etnik gerilimi kontrol altında tutmaya çalışıyorken bir yandan da ekonomik
sorunların üstesinden gelmeye çalışıyordu.
4 Mayıs 1980 günü Tito’nun ölümü
Yugoslavya’da olduğu kadar bütün dünyada şok etkisi yaratmıştı. Ülke için
yorumlar çelişkiliydi. Kimisi Tito’nun çaldığı mayanın tutacağından bahsederken
kimi ise Titon’nun sadece geçici bir illüzyon olduğunda ısrarcıydı. Gerçekten de Yugoslavya hakkında dürüst bir
yorum yapmak neredeyse imkansızdı. Ülkede konuşabilen sadece Tito olduğundan
Tito dışındaki siyasi aktörlerin yada sıradan vatandaşların Yugoslav Mucizesine
nasıl baktığı bilinemiyordu. Ülke tam bir sır küpüydü. Tito’nun ölümünün
yaratacağı etki büyük bir merak ile gözleniyordu. Çok değil henüz cenaze
töreninin üzerinden çok geçmemiş iken etnik federe cumhuriyetlerin birbirleri
içindeki etnik azınlıklar için haklar talep etmeye başlamalarıyla bütün büyü
bozuldu.
Sırplar, Kosova’daki Arnavutlar
Kosovalı Sırpları taciz ettiğini, Hırvatlar ve Slovenler ülkelerinin
zenginliklerinin Yugoslavya’nın fakir yörelerine aktığını, Arnavutlar ise
Arnavutluk ile ilişkilerin artırılması gerektiğini söylemeye başlamışlardı
bile. Etnik sürtüşme yetmezmiş gibi 80’lerin sonuna doğru Komünist rejim
sorgulanmaya başlanır. Sırbistan’ın milliyetçi talepleri ülkedeki ırkçı
siyasilerin güç kazanmasına ve iktidar yükselmesine neden olur. Komünizm
sonrası ülkenin ne olacağı giderek artan bir tartışmaya yerini bırakır. Eski
düşmanlıklar yeniden palazlanır. Sırplar Hırvatlara, Ortodokslar Katoliklere,
Katolikler Müslümanlara diş bilemeye başlamıştır. Eski Yugoslavya’nın şaşalı
gücü ve iktidarını arzulayan Sırp lider Miloseviç bu hayalini giderek Büyük
Sırbistan olarak yenilemiştir.
Milosevic, ülkenin resmen
parçalanmasına giden sürecin sorumlusudur. Slovenya’nın Sırp azınlık içermemesi
nedeniyle ayrılmasına ses çıkarmamış ancak Hırvatistan Sırpların yaşadığı
bölgeler dışında kalan topraklarıyla Yugoslavya’dan ayrılabileceğini
söylemiştir. Savaş bu nedenle çıkmıştır. 90’lar boyunca süregiden kanlı, acılı
ve vahşi iç savaşı anlatmayacağım, yeterince anlatıldı kanımca. Savaşın
yarattığı acı hala taze. Yaralar sarılabilmiş değil. Yeni kurulan ülkeler hala
etnik sorunlarla ve savaş ekonomisiyle yüzleşmeye devam ediyorlar. Yaşanan
vahşetin sorumluları ise uluslararası bir mahkemede yargılanmaya devam
ediyorlar. Davanın seyri akıllara zarar. Tarih akmaya devam ediyor nihayetinde.
Savaş sonra yeni kurulan
ülkelerdeki durum hala karışık. Slovenya, batıya en çok yaklaşabilen ülke
konumunda, eski bir sosyalist rejim olarak Avrupa Birliği’ne üye olan ilk ülke
olarak tarihe geçti. Ancak ülke içindeki etnik çeşitlilik neredeyse bitti.
Azınlık olmadığı için azınlık sorunları ile uğraşmadan AB’ye girebildi.
Bosna-Hersek’te Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar arasında üçlü bir federasyon
kuruldu. Ancak rejim işlemiyor. Etnik gerilim hala bitebilmiş değil ve yakında ülkenin
yeniden bölünebileceği iddiaları ayyuka çıkmış durumda. Karabağ ve Kosova’nın
kopuşu Sırbistan’daki durumu iyice gerginleştirdi. Bosna-Hersek’te yer alan Sırp
federe devletiyle birleşmek dışında yükselen gerilimin düşmeni neredeyse
imkansıza yakın. Seçimler hala büyük etnik gerilimlere sahip oluyor, hükümetler kurulamıyor ve eski Yugoslavya’ya baharın gelmesi ne yazık ki yakın görünmüyor.
Bugünlerde Yugoslav topraklarında
hala Tito’nun saygın bir mirasa sahip olduğu bir gerçek. Birbiriyle anlaşamayan
onca topluluk söz konusu Tito olunca saygı ve minnet duyguları ifade etmekte
çekinmiyor. Tito kendisine has bir rejim kurdu. Ancak kurduğu rejim yalnızca o
hayatta iken işleyebiliyordu. Ölümüyle bu tarihi mucize de yok oldu. Şimdi
yakın tarihin en kanlı hikayelerin yazıldığı bu topraklarda yeni bir Tito’nun
çıkması umudu bütün Slavların umudu. Yoksa ne kadar parçalanırsa parçalansınlar
mutluluğu ve huzuru bulmaları o kadar zor görünüyor.
* Comunist Information Forum:
Üçüncü Enternasyonal sonrası kurulan Komünist ülkelerarası işbirliği
teşkilatı. Sovyetlerin Commonwealth’i olarak yorumlanabilir.
Yararlanılan Kaynaklar:
- http://www.infoplease.com/spot/yugotimeline1.html
- Short History Of Yugoslavia - H.C. Darby - 1966
- https://marxists.anu.edu.au/glossary/people/t/i.htm#tito-broz
- http://www.princeton.edu/~achaney/tmve/wiki100k/docs/History_of_Yugoslavia.html
- Yugoslavia: A Country Study - Glenn E. Curtis - 1990
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder