Günümüzün ağrı despotik yönetimleri
karşısında mizah yapmanın; hayata, siyasete yada dünyaya muhalif bakmanın
zorluklarını hergün yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız dünya aykırılıklara, farklılıklara
yada çeşitliliklere hoşgörüyle yaklaşılan bir dünya değil. Toplumcu yada
bireyci bir güdüyle yapılırsa yapılsın hayat, sadece yaşadığımız değil aynı
zamanda üzerinde düşündüğümüz ve başkalarıyla da görüştüğümüz bir zaman
tanımlaması. Bu tanımlamayı genel geçer doğrulardan farklı olarak mizah
yoluyla yapmak ise eşine az rastlanır bir cesaret. Yine de bu
durum sadece günümüze özgü değil tarihimizde bu coğrafyanın insanları arasından
da farklı yaklaşımlarıyla adını hatırlayacağımız insanlar çıkmıştır.
1866 doğumlu Celil Mehmetgülüzade
şehri Nahçivan gibi arada kalmış bir insandır. Bir ayağı batıda bir ayağı
doğudadır. Bir yandan hayatın bütün zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalmışken
bir yandan da neşeyi, mizahı ve nükteli edebiyatı bu zorluklara karşı kullanılabilecek
en iyi silah olarak öğrenmiştir. Ailesinin İran egemenliği altındaki
topraklarla olan bağına rağmen yanı başındaki Anadolu, az ilerisindeki
Kafkaslar, Hazar ve Rus diyarları kendisini ve düşüncesini beslemiştir. Zaten
tarihi bir koridor olmanın hem tatlı hem de acı yüzleriyle binlerce yıldır
uğraşan bu topraklarda yeşeren her fidan hem rüzgarın soğuğuna hem de güneşin
yakıcılığına alışıktır. Celil de öyle olacaktır. Yaşamın bütün neşesi ve
hüznüne karşı dirayeti geliştirmeyi bilmiştir.
Nahçivandaki yerel okullardan
aldığı eğitimin ardından, Erivan’a giderek okul hayatını sürdürür. Gürcü
edebiyatı üzerine dersler alır. Azeri dili üzerindeki Rus, Türk ve İran
etkisini kabul etmez. Zaten o dönemdeki Azeri edebi çevrelerinin en büyük
tartışması buydu ve genelde taraflar siyasi/mezhebi aidiyetlerine göre Azerbaycan
dilinin ya Rus ya Türk/Osmanlı yada İran dilinin altında gelişmesini
söylüyordu. Mehmetgülüzade ise daha serbestlik yanlısıydı ve herhangi bir dil
ailesinin altında yer almaktansa özgür ve bağımsız bir dilin gelişimini
öngörüyordu. Bundan sonraki bütün edebi çalışmaları da böyle olacaktı.
1903 yılında bu yana Azerbaycan
dilinde çıkarılan “Şarki-Rus” gazetesinde yaptığı köşe yazarlığını bırakarak
1906’da Tiflis’te “Molla Nasreddin” isimli bir mizah dergisi çıkarmaya başlar. Molla
Nasreddin, Anadolu’da bizim Nasrettin Hoca olarak adlandırdığımız sivri dili,
muhalif tutumu ve mizahi yaklaşımı ile tanınan halk ozanından başkası değildir.
Mehmetgülüzade, dergisine bu ismi seçerek zaten tutumunu da belli etmiştir.
Anadolu’da Kafkasya’da ve İran’da halkların ortak bir kültürel birikimi olan
Nasrettin Hoca’yı tanımayan yoktur. Onun ünlü sivri dilinden, bütüncül
eleştirel gücünden yada mizahi yaratıcılığından etkilenmeyen yok gibidir.
Nasrettin Hoca’nın varlığı üzerine tartışmalar bir yana onun varlıksal belirsizliği
dahi onun başlı başına büyük bir değeridir. Nasrettin Hoca’nın halk, toplum,
idareciler ve kültürel değerler üzerindeki bu kimi zaman yapıcı kimi zaman
yıkıcı etkisidir ki Mehmetgülüzade bu ismi kendi yayınına verebilmiştir.
Mehmetgülüzade’nin çıkardığı
dergide böylesi büyük bir toplumsal değerin adının kullanmasının riskinin
elbette farkındadır. Ancak çok geçmeden dergi taşıdığı ismin karşılığını da
verecektir. 1906’dan 1917’e kadar Tiflis’te, 1921’de Tebriz’de ve en sonunda da
1922’den 1931’e kadar Bakü’de yayınlanacak olan dergi Fas’tan İran’a kadar çok
geniş bir Müslüman coğrafyasında okunmuş ve büyük bir ilgiye mazhar olmuştur.
Dergi Azerbaycan Türkçesinde, Rusça ve bazen de Arap harfleriyle Osmanlı/Farisi
dilinde basılmıştır. Zaten esas ilgiye fazlaca kelimelere muhtaç kalmadan
derdini anlatabilen karikatürler çekmiştir.
Ömer Faik Nemanzade, Mirza
Elekber Sabir, Neriman Nerimanov ve Eli Nezmi gibi güçlü kalemler makale, şiir
ve denemeleriyle O. Şmerling, J. Rotter ve E. Eminzade gibi isimler ise
çizgileriyle dergiye hayat verirken Mehmetgülüzade ise imtiyaz sahibi olarak
yargılamalar, baskılar ve yıldırmalar ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Müslüman
coğrafyasının en sivri dilli adamının ismiyle mazhar bu dergi taşıdığı ağır
yüke binaen büyük bir muhalefet sergilemiş gerek dünyadaki gelişmelere gerekse
ülkesinde toplumsal kesimlere sözünü esirgemeden söylemiştir.
Dergi açık muhalefeti nedeniyle
gerek Çarlık Rusya’sından gerek Şahlık İran’ından büyük baskılar görmüş,
Anadolu coğrafyasındaki Osmanlı egemenliğinin sallanması nedeniyle dergi
çalışanları sıklıkla kardeş topraklara sığınmıştır. İlk sayısından itibaren güçlü
bir çatlak ses olması nedeniyle dikkat çekmiştir. Mehmetgülüzade’nin hayata
toplumcu bakışı, kendisinin Bolşeviklerle yakınlaşmasını sağlamıştır. Dergi Rus
Devrimini de desteklemiş ve Kafkasya’da ve Anadolu’nun bu ucunda kalkışılacak bir
devriminin halkların özgürlüğünü sağlayacağını söylemiştir. Derginin bu
sosyalist tavrı belirli bir grup aydının dergi etrafından toplanmasına neden
olmuştur. Özellikle Azeri devrimcisi, devlet adamı ve yazarı Neriman Nerimanov’un
dergide yazması ve desteklemesi “Molla Nasreddin”in çizgisini açıkça belli
etmiştir.
Yirmi beş yıllık yayın hayatı
boyunca bölgedeki ve dünyadaki savaşlar nedeniyle aralıklarla da olsa yedi yüz
yemiş altı sayı çıkarılabilmiş Molla Nasreddin dergisinin getirdiği bir çok
eleştirinin hala geçerliliği sürdürüyor olması da Ortadoğu halkları için
gerçekten acıklı bir ironidir. Molla Nasreddin yada adını taşıdığı Nasrettin
Hoca’nın sözlerinin içinden çıktığı toplum mensuplarınca kulak ardı edilmesi
yada hicvettiği asli unsurlar bir kenara atılıp sadece nüktelerine gülünüp
geçilmesi umarım son bulur. Aşağıda bu derginin yayınladığı dergilerden bir
seçki bulacaksınız. Dergi sayfaları arasında dolaşırken sizinde göreceğiniz
gibi; bu dergiyle birlikte Türkçe (Azerbayan dili aracılığı ile) ilk kez Latin/Slav
harfleriyle de tanışmıştır.
( Resimleri daha büyük görmek için üzerlerine tıklamanız yeterli )
Tolstoy Molla Nasreddin'in Kapağında: - "Muhterem, bu Rus sakalığını ağarttığına göre iyi biri olsa gerek" |
"Bir Müslüman İntelekti ve Avradı" isimli karikatürde yer alan iki resimden birisinde Paris'teki birisinde ise Kafkasya'daki halleri gösterilmektedir |
Arkada Osmanlı, Rus ve Sırp askerleri uyuklarken önde Avusturya askeri Arnavutluk'un kendi kucağına düşmesi için ağacı sallamaktadır. |
Jön Türklerden bir şahıs eski dönemin Osmanlı devlet adamlarını sürüklerken: - " 32 yıldır ülkeyi yönettiğiniz yeter!" |
Yararlanılan Kaynaklar:
bilgilenmemize vesile olan emeği geçenlere çok teşekkürler
YanıtlaSilDanabaş Köyünün Öyküsü metnini okurken yaptığım Memmedguluzade araştırmaları kapsamında son derece faydalı olan bu paylaşım için teşekkür ederim.
YanıtlaSil