Hem nüfus hem ekonomik hem de
siyasal olarak bakıldığında dünya üzerinde yaşayan en büyük demokrasi Amerika
Birleşik Devletleri’dir. ABD’nin ultra-modern demokrasi hamaseti bir yana bu
demokrasinin de nitelikleri her zaman tartışılır olmuştur. Soğuk savaşın
ardından dünya siyasetinde giderek artan oranda bir etkiye sahip olan ABD’nin
kendi demokrasisini nasıl kurduğunu anlamak, hem örnek bir demokrasinin
işlerliğini tartışmamızı kolaylaştıracak hem de ABD örneği üzerinden demokrasinin
kendisi anlaşılabilecektir. Amerikan Demokrasi’sinin üzerine kurulduğu iki
partili siyasal yarışmanın tarihi kökenlerini tartışarak yaşayan en büyük
demokrasinin niteliklerini daha net görebiliriz. Demokrasinin niteliksel
değerlerini anlamak için yaşayan bir demokrasinin tarihinden daha iyi bir
kaynak düşünemiyorum.
Dünya halkları arasında gökten
indiğine inanılan vasilere ilk başkaldıran halk Amerika’da kurulan ilk on üç
koloni olmuştur. Çoğunluğu İngiliz ana vatanından ve Avrupa’nın diğer ülkelerinden
kopup gelen bu insanlar yeni bir dünya kuruyorlardı. Kurdukları yeni dünyada
krallara, kraliçelere ve kan bağıyla ilerleyen asillere ihtiyaçları yoktu. Her
ne kadar ABD’nin kurucuları arasında krala kaybedecek çok şeyi olan asiller
olmasına karşın, Amerikan Devrimi bir halk hareketiydi. Boston’da sıradan bir
vergi tartışmasından dünya tarihini baştan sona değiştirecek bir devrime imza
attılar. İngilizlerin kolonilerini kaybetmesinden de öte Amerikan devriminin
etkileri çok sarsıcı olmuştu. Tetiklediği Fransız devrimiyle de aslında ilk
günden bugünlere kadar savunduğu ilkeleri başka halklara da ihraç etmesini
bilmiştir.
Ancak ABD’nin kurulmasının hemen
ardından büyük bir sorun ortaya çıkacaktır. Ülke nasıl yönetilecektir. Zira bu
güne kadar Amerika’daki kolonileri tekil ve bir birinden ayrık olarak İngiliz
kraliyet ailesi adına İngilizler yönetmiştir. Devrimden sonra, yani İngiliz askerleri
Kanada’nın soğuk topraklarına kadar sürüklendikten sonra Atlantik’in sıcak
sularına bakan Amerikan kolonileri nasıl yönetileceği sorunu ortaya çıkmıştır.
Bu noktada Kurucu Babalar öncülük etmiştir. Her bir koloni kendi içinde yeni
bir sistem öngörmüş ve artık idaresinin İngiliz sömürüsünden kurtarmıştır ama
koloniler arasındaki ilişkiler devrim sonrasında yeniden kurulmalıdır. Bir de
artık ABD’nin siyasal temsili sorunu vardır. Koloniler birer birer
devletleşirken bu devletlerin birbirleriyle siyasal, ekonomik ve ticari
ilişkilerini kuracak ve koruyacak bir siyasal otoriteye ihtiyaç vardır. İşte bu
ihtiyacı karşılamak için iki fikir ortaya atılmıştır; konfederasyon ve
federasyon.
Birbiriyle daha mesafeli,
başkanın sadece temsil kabiliyeti olduğu Konfederasyon ile sıkı ilişkiler ve
daha güçlü bir başkanın olduğu federasyon fikri giderek siyasal fraksiyonlara
dönüşmüştür. Aslında Kurucu Babalar, ABD’nin güçlü, karizmatik ve halkı
tarafından desteklenen bir başkan tarafından yönetilmesini istemiştir. ABD’deki
seçim sisteminin tarihi gelişimi de iki-partili sistemin hem nedeni hem de
sonucu ola gelmiştir. Seçmenler önce yaşadıkları kolonilerin temsilcilerini ve
yöneticilerini seçecektir. Sonra bu temsilciler de ABD Başkanını. Bu yönden
Amerikan seçim sistemi iki dereceli bir seçim sistemidir. Bugün dahi seçmenler
aslında ABD Başkanını değil ABD Başkanını seçecek olan ikincil seçmenleri
seçer. Seçilen temsilciler seçimlerden öne hangi başkanı destekleyeceklerini
açıkladıkları için seçmenler eğilimlerini bu ikincil seçmenler üzerinden
gösterirler.
Yine de iki partili sistemin
ortaya çıkışı uzun zaman alan bir süreçtir. Sistemsel yada kurgusal doğrudan
bir yönlendirme olmaksızın siyasal yönelim bu iki partili rejime evrilmiştir.
Zira aslında ABD siyasal rejiminde iki parti dışında parti yoktur denilemez.
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar dışında, Liberteryenler, Yeşiller, Komünistler, Sosyalist İşçiler ve Sosyal Demokratlar gibi
sayısız parti vardır. Kapitalizmin yaşayan en büyük temsilcisi olan ABD’de
sayısız muhalif sosyalist örgüt vardır ve Komünist Parti 1919 gibi çok erken
bir dönemde kurulmuş ve günümüze kadar çalışmalarına devam edebilmiştir. Ancak
ABD’nin gerek seçim sistemi ve partilerin işleyiş geleneklerinden kaynaklanan
gerek ise fiziksel büyüklüğünün yarattığı kimi imkansızlıkar nedeniyle iki
büyük parti dışında parti yokmuş gibi hissedilir. Tarihsel gelişim de zaten bu
iki partinin üzerinden okuna bilmektedir.
Türkçeye eyalet olarak aktarılmış
olsa da ABD’yi meydana getiren elli bir devletin her birisinden siyasal
partilerin dağılımını tek tek incelemek gerekmektedir. Güney devletleriyle kuzey
devletlerindeki seçmen eğilimler ve siyasal gelenekler çok ayrıksı olduğu için
yerelde siyasal partilerin dağılımı da değişmiştir. Güneye gittikçe daha sağa
kayan kimi küçük partilerin Şehir Meclislerinde ve Valiliklerde kendilerini
hissettirdikleri söylenebilir. Kuzeye doğru gidildikçe ise daha özgürlükçü
eğilimler artar ve genelde sözü geçmeyen kimi küçük sol grupların eyalet (aslında
devlet) seçimlerini etkileyebildikleri bilinmektedir. Okyanuslardan uzaklaştıkça
karasal iklimin ağırlık kazanması gibi iç bölgelerde de daha muhafazakar
eğilimler baş gösterir ve dini grupların siyasal uzantıları denklemde yerlerini
alır.
Yereldeki bu çeşitlilik ve
karmaşıklığa rağmen, Kurucu Babalar’ın temennisi yerini bulmuş ve federalist
bir rejimde Cumhuriyet’in temsilini sağlayacak başkanlık seçimlerinde seçmenler
iki aday arasında seçim yapmaya doğru güdülenmişlerdir. ABD’nin Bağımsızlık
Bildirgesi’yle kurulmasının ardından konfederasyona yönelimin olduğu açıktır
ancak yaşanan tartışmalardan federalistlerin galip çıkmasıyla işin rengi
değişir. Yaygın yanlış kanının aksine Amerikan İç Savaş’ının nedeni kuzey ve
güney devletleri arasında çıkan köle kullanımı anlaşmazlığı değildir. Ortada
çözümlenmesi gereken en büyük sorun birleşecek olan bu devletlerin nasıl bir
başkanlık altında bir araya geleceğidir. Güneydeki devletler daha çok sembolik
temsiliyet görevi üstlenecek bir gölge başkan isterken, kuzeydeki devletler güç
ve erk sahibi bir başkanlık rejimi talep etmektedir. Kölelik ve diğer ekonomik
sorunlar siyasal anlaşmazlığın gerisinde kalmaktadır.
Demokratların Sembolu: Eşek |
İlk başkan George Washington’ın
aksine kendisinden sonra gelen bütün başkanlar partilidir. İlk kurulan parti Federalistler
olmasına karşına uzun on yıllar boyunca ülkeyi yönetecek ve iki partili
sistemin “bir anlamda” içinden doğmasını sağlayacak olan “Demokratik
Cumhuriyetçiler” partisidir. Bu arada belirtmek gerekir ki, Amerikan kolonileri
İngiltere’den kazandıktan hemen sonra birleşmemişler, bu birleşim zamanla ve
evrimleşerek gerçekleşmiştir. ABD’de federal hükümetin bir Anayasası olmasına
rağmen her bileşenin de kendine özgü, kimi zaman yazılı kimi zaman yazılı
olmayan bir anayasal ve yargısal metinler bütünü vardır. Bu durumun varlığı
dahi ABD’deki devletlerin her birinin ABD’nin ve başkanlık rejimi üzerindeki en
etkin araç olan iki partili sistem ve seçim sistemi üzerine ayrı bakış açıları
olması doğaldır. Her parti ayrı ayrı bu devletlerde örgütlenirken bu
devletlerin yasalarına uygun hareket etmek zorundadır. Bu zorunluluk ulusal
çapta örgütlenebilmiş parti sayısını da azaltmıştır.
1790’larla birlikte ilk siyasal
parti olarak Federalistler kurulur. Federalistler ülke çapında Federasyon
fikrine karşı çıkan ticari tekeller ve toprak zenginlerine karşı halkçı bir
söylem geliştirmişler ve ilk siyasal zeminin oluşmasına katkı sağlamışlardır.
Amerikan İç Savaşına kadar siyasal varlığını sürdüren parti daha sonra Whig’lerin
siyasal muhalefeti ve Demokratik Cumhuriyetçilerin siyasal ağırlığı
karşılığında dayanamazlar ve siyaset sahnesinden çekilirler. Gerçekten de
özellikle Whig’ler federasyon fikrine karşı çıkmadan parlamentonun önemine işaret
ederek gerçek bir demokrasinin nasıl olması gerektiği konusunda rejimin
evrilmesini sağlamıştır. Amerikan Anayasasının yazarı olarak bilinen James
Madison ile Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin yazarı olarak bilinen Thomas
Jefferson’ın kurduğu “Demokratik Cumhuriyetçiler” ise bugünkü ikili siyasal
parti düzenin içinden çıktığı öncül siyasal örgüttür.
“Demokratik Cumhuriyetçiler”in
temelleri ilk on üç koloninin birleşip, ABD’yi kurduğu ve bir nevi başkentlik
yapan Philedelphia’da atılmıştır. Parti daha sonra kuzeye doğru yayılım
göstermiş ve özellikle New York’ta örgütlenmesini gerçekleştirmiştir. O güne
kadar Whig’leri saymazsak tek parti olarak ülkeyi yöneten Federalistlerin
karşısına ilk kez örgütlü bir siyasal yapı vardır. Zira Whigler siyasal bir
yapıdan çok her türlü tek adamlığa karşı çıkan fikir kulübü gibidir. “Demokratik
Cumhuriyetçiler” ise Federalistlerin aksine güçlü bir devlet yapılanmasından
yanaydılar. Başkanlığın sadece bir temsil makamı olmaması gerektiğini, bunun
yanında devletler arasında çıkacak siyasal, ekonomik ve ticari sorunları
çözmeye, yasama ve yargı gibi erklere sahip olmasına inanıyorlardı.
Cumhuriyeçilerin Sembolu: Fil |
ABD’nin yedinci başkanı Andrew
Jackson, demokrasiye bağlılığı ile Demokratların “Demokratik Cumhuriyetçiler”den
ayrılıp kendi partilerini kurmasında simgesel bir değere sahiptir. Whig’lerin “Demokratik
Cumhuriyetçiler” karşısında ayağı yere basan naif mücadelesi, Amerikan kamuoyu
tarafından artık tek parti devrinin bittiği şeklinde yorumlanmıştır. Zamanın
ruhu da gelişmelere uygundur yada bu gelişmeler artık siyasal iklim müsaade ettiği
için gerçekleşmektedir. Avrupa’da Napolyon’un yarattığı kaos ortamı bitmiştir
ama Avrupa artık başka kıtaları fethedecek kadar güçlü değildir, buda ABD
üzerindeki dış baskıları azaltmıştır. Öte yandan beşinci başkan James Monre
ülke içindeki sorunları çözmek ve güçlü bir devlet yaratmak için ABD’yi Avrupa
siyasetinden soyutlayan bir doktrin kaleme almıştır. Monre’nin şekillendireceği
Amerikan Dış Politikası etkilerini Avrupa’nın “Dünya Savaşları”na kadar
etkisini sürdürecek ve ABD uluslararası politikada mutedil davranışlar
sergileyecektir.
Monroe’nun değim yerindeyse
bitirdiği Federalistlerin yerine ikinci bir partinin varlığı kaçınılmazdır. Bu nedenle
Whiglerle “Demokratik Cumhuriyetçiler”in yürüttüğü güçlü başkanlık rejimi
Federalistlerin çöküşüyle neredeyse muhalefetsiz kalmıştır. Demokratların
ortaya çıkmasında bir sınıfsal açıklama daha vardır. Aydınlanmacı eğilimleriyle
dikkat çeken Whiglerin Monroe’nün çekiciliği ile “Demokratik Cumhuriyetçiler”le
birlikte kurdukları sistemde halk yığınlarına baskıcı bir bakış açısı hakimdir.
Küçük tacirler, küçük toprak sahipleri ve kentli işçiler Amerika’da söz sahibi
olamamaktan şikayetçidir. Yani bir anlamda orta sınıf sesini aramaktadır. ABD’nin
yedinci başkanı Adnrew Jackson’ın başkan yardımcısı olan Martin Van Buren ise
bu tabandan gelen hareketin gelecekteki başkan adayı olacaktır.
Demokratların dayandığı iki
toplumsal köken daha dikkat çekmektedir. Ülkenin kuzey kesimlerindeki sanayi
tekelleri ile güneyindeki büyük toprak sahipleri genellikle Püriten, Protestan
ve beyazlardır. İrlandalı, Fransalı ve İspanyol beyaz göçmenlerin yada
Hristiyanlığa geçirilmiş yerli kabile üyeleri ve kara derili azad edilmiş
Afrikalıların siyasette etkileri yok gibidir. Nüfusun büyük bir oranını
oluşturan ve asil beyazlar tarafından aşağılan bu tabakalar Demokratlar
tarafından hatırlanır. Demokratlar kurucu babaların kurmak istedikleri rejimin
tabana yayılmış bir demokrasi, ayrımcılık yapmayan bir fırsatlar eşitliği ve
yasal zemine oturtulmuş insan haklarıyla mümkün olabileceğini düşünmektedir.
Meksika Savaşı, yasal köleliğin sonlandırılması, göçmen yasaları ve ticari
serbestlik gibi konularda halka yakın duran Demokratlar büyük bir ilgi görür.
Kuzeydeki kapitalistler
arasındaki birliktelik sonuçta kölelik karşıtlığında hemfikir olmuştur.
Whiglerle “Demokratik Cumhuriyetçiler”in soylu
birlikteliği de böylece noktalanır. Whigler İngiliz adalarından kalma bir
alışkanlıkla insanlar arasındaki eşitliğe inanmamaktadırlar. Bu bölünme ve
demokratların Andrew Jackson’la başlayan halkçı hareketleri 1836’da kendisine
demokrat diye tanımlayan ilk başkan Martin Van Buren’in iktidar olmasıyla
sonuçlanır. Martin Van Buren, ABD’nin İngiliz asıllı olmayan ilk başkanıdır. Hatta
ABD’nin sekizinci başkanı Martin Van Buren, ABD’nin anadili İngilizce olmayan
ve Amerika’da doğan ilk ABD başkanıdır. Ne yazık ki ABD’deki demokratik
teamüllerin birçoğunun altında imzası bulunan Van Buren tek dönemle yetinmek
zorunda kalmıştır. 1837 yılında ABD’nin yaşadığı ekonomik krizden sorumlu
tutulunca yerine Whig adayı eski bir asker olan William Henry Harrison başkan
seçilmiştir.
ABD’deki partilerin Avrupa’daki
partilerden hem köken hem de işleyiş olarak farkına değinmek gerekir diye
düşünüyorum. Bizim de alışık olduğumuz Avrupa siyasal düzleminde kişiler
siyasal partilere üye olurlar ve o partiler için çalışırlar. Avrupa’daki
siyasal partiler bireylerden bağımsız var olan, kendilerine ait tüzel
kişilikleri olan ve her zaman bireyler üstü bir yapı sergileyen
birlikteliklerdir. ABD’de ise bu durum tam da böyle değildir. ABD’deki siyasal
partiler sadece seçim dönemlerinde adayların belirlenmesi sırasında ortaya
çıkarlar. Aday belirleme dışında partililerin bir araya gelmeleri, siyasal
çalışmalar yapmaları yada bireylerden bağımsız bir siyasal örgüt meydana
getirmeleri söz konusu değildir. ABD’de siyasal partilere üyelik için yasal
gereklilikler mevcut değildir. Kişiler seçimlerden önce aday belirlenmesi
amacıyla kurulan konseylere katılırlar ve hangi adayın o partiyi temsil
etmesini istiyorlarsa ona oylarını verirler. Bu konseylere katılmak için parti
üyesi olmak gerekmemektedir. Kısaca “Avrupa’daki
partiler bireyler olmadan da varlığını sürdürebilirken, bireyler olmadan ABD’deki
partiler var olamamaktadır” gibi bir cümle kurulabilir.
İlk Demokratik Ulusal Komitesi (Democratic
National Committee) 1848 yılında toplanmıştır. Bu komite partinin tek ve yegane
işlevi olan başkan adayını belirleyecektir. Ancak komitenin toplanıp aday ilan
ettiği ilk politikacı girilen ilk siyasal yarışı kaybetmiştir. DNC’nin girdiği ilk
seçimden başarısızlıkla çıkması karşındaki kölelik yanlısı demokrat parti
olarak çıkan kısa ömürlü Free-Soil Party yüzünden olmuştur. Free-Soil Party,
özellikle kuzeydeki birçok eyalette demokrat oyların bölünmesine ve
Demokratların komitenin ilan ettiği ilk adayının seçimleri kaybetmesine sebep
olmuştur. Sıklıkla Thomas Jefferson’la birlikte anılan Demokratların ilk
kuruluş yılları böyleyken, Abraham Lincoln’le özdeşleşmiş Cumhuriyetçiler ise
demokratların boşalttıkları “Demokratik Cumhuriyetçi” Partiyi “Cumhuriyetçi”
yapmakla meşguldür. Kuzeydeki Free-Soil üyeleri ile artık tarihinin sonuna
doğru gelen Whig’lerin de katılımıyla “Cumhuriyetçiler” kurulacaktır.
Kuruluşundan bu güne kadar Cumhuriyetçiler
sınıfsal olarak ülkenin daha zengin kesimlerinden oluşmaktadır. Çoğunlukla
Protestan ve beyazdırlar. İşadamları, büyük toprak sahipleri ve eğitimli profesyonellerden
oluşan bir seçmen kitlesine sahiptirler. Ekonomik liberalizmin ve Amerikan
değerlerinin savunuculuğunu üstlenirler. 1854 tarihli Kansan ve Nebraska
eyaletlerinin kurulmasına izin veren bir yasa on dördüncü ABD başkanı Franklin
Pierce tarafından imzalanır. Yasayla güneydeki köle kullanan bazı eyaletlerden
toprak koparılmasıyla “kölesiz” iki
yeni eyalet kuruluyordu. Daha sonra ülkeyi kanlı bir iç savaşa kadar götürecek
olan bu köle anlaşmazlığı kendisine “Cumhuriyetçi” olarak tanımlayan ilk
konvensiyon Wisconsin’de toplanmasına neden olmuştur. İki ay sonra ise bu kez
Michigan’da Cumhuriyetçi Ulusal Konvensiyon’un (Republican National Convetion,
RNC) toplanarak köleliğin siyasal savunuculuğuna girişilmiştir.
İç savaştan önce ilk başkan
adayını çıkaran Cumhuriyetçiler, her ne kadar yarışı kaybetmiş olsa da ülkedeki
siyasal gerilimin varlığına dikkat çekmişlerdir. 1860 yılında ilk kez kölelik
taraftarı olduğu bilinen Cumhuriyetçi bir aday olan Abraham Lincoln, başkan
seçilmiş ve böylece tarihin bir dönemecine daha gidilmiştir. Lincoln’un
başkanlığı kölelik yanlısı demokratların da artık “özgürce” aykırı fikirlerini
dillendirilebilmesini sağlamıştır. Ancak kuzey ile güney arasındaki siyasal
çekişmenin İç Savaş’taki önemsizliğine bir başka kanıt olarak daha
sunabileceğim gibi, Cumhuriyetçi yani siyasal olarak köleliğe karşı olmayan bir
başkan tarafından yönetilen kuzeydeki federalist birlik kuvvetleri güneydeki
konfederalist ayrılıkçıları yenmiştir. Böylece köleliğe karşı hiçbir karşı söz
söylemeden başkan olan Abraham Lincoln, savaş sonunda köleliği kaldırmıştır.
Savaş zamanında birçok Cumhuriyetçi
senatör Lincoln’un kölelik ile ilgili görüşlerinden emin olamadıklarından
dolayı Demokratlarla birlikte hareket etmiştir. Savaş yıllarının siyasal
bütünlüğü, kuzey topraklarındaki birlik askerlerine yapılan mali ve askeri
katkılar eski Cumhuriyetçiler tarafından organize edilmiştir. Cumhuriyetçiler savaş
sonrasında ise bu kez senatodaki farklı ırklardan olan senatörlere karşı nasıl
davranacakları konusunda bölünmüştür. Zira bir yandan köleliğin siyasal
savunusu içinde olup bir yandan da Afrika kökenli yada yerli senatörlerle
arkadaşlık yapmak zorunda olmak istememişlerdir. Parti 1870’ler boyunca ikiye
bölünmüş bir kısım senatör temastan kaçınmış iken bir kısmı azami paydaşlıkta
uzlaşabilmiştir. 1929 Depresyonuna kadar Cumhuriyetçiler genel olarak kuzeyli
iş adamları ve güneyli toprak sahipleri tarafından desteklenmiştir. İdeolojik
olarak ise Cumhuriyetçiler Depresyon öncesi ve sonrası olarak değişim
göstermiş, 1929’dan önce daha çok klasik Amerikan değerleri ve ekonomik
liberalizmi savunmuşlarsa da 1929’dan sonra daha çok popülizme kaymışlar ve
giderek muhafazakarlaşmışlardır.
Dünya üzerinde yaşayan en büyük
demokrasi ABD’dir, beğensek de beğenmesek de. Ekonomik dalgalanmalarına, artan
çevresel etkilerine, dünyanın geri kalanına karşı duyarsızlıklarına ve
kendilerinden başkasını umursamayan büyük gururlarına rağmen işleyen bu
demokrasiden bütün dünya halklarını alacağı çokça dersler bulunmaktadır.
Amerikan devriminin hemen arkasında yaşayan siyasal gelişmeler bugün bütün
siyaset bilimcilerin “iki partili sistem” olarak adlandırdıkları bir rejimi
doğurmuştur. Bunun aslında böyle olmadığını ABD’de tarihte de bugün de iki
büyük dışında birçok partinin var olabildiğini görmek gerekmektedir. Ama yine
de ABD’de siyaset bu iki parti arasındaki politik mücadeleden ibaretmiş gibi
görülmektedir.
İki partili sistemin tarihi gelişimini
yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi görmek mümkün iken bugün gelinen nokta da
iki parti arasındaki farklılığının ne Amerikan halkları ne de dünya halkları tarafından
tam olarak anlaşılabildiği söylenemez. İki parti arasında seçim yapması
beklenen ABD vatandaşları çoğunlukla ya sınıfsal, ya dini yada ulusal
bağlılıkları nedeniyle bu tercihlerini yönlendirmektedir. İki parti arasındaki
siyasal yarış egemen medya kanalları üzerinden bir yarışma programı
gerçekliğinde yavan bir şov edasıyla sürmektedir. Demokrasinin işlemesi gereken
araçları kimi zaman ABD’de de eskiyen bir motorun dişlileri gibi
gıcırdamaktadır. Yani iki partili sistem olarak adlandırılan bu siyasal rejimin
de eleştirilecek yanları vardır. Ancak bu eleştirilerin iki partinin de
tarihsel gelişimleri göz önüne alınarak yapılması hem eleştirileri daha
anlaşılır kılacak hem de etkilerini daha da artıracaktır.
Yararlanılan Kaynaklar:
- http://www.ushistory.org/us/19c.asp
- http://en.wikipedia.org/wiki/Two-party_system
- Bernard Grofman, Andre Blais ve Shaun Bowler, Duverger's Law of Plurality Voting
- William C. Kimberling, The Electoral College, Mayıs 1992
- http://www.huffingtonpost.com/tag/two-party-system
- http://www.apstudynotes.org/us-history/topics/development-of-the-two-party-system/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder