David Attenborough’un Televizyona
çıkacak kadar güzel bir yüzü yoktu. David Attenborough’un yaptığı
seslendirmeleri unutulmayacak kılacak bir sesi de yoktu. David Attenborough’un
bırakmak istemediği tutkusunu sürdürecek kadar uygun bir eğitimi de yoktu. Ama
işte o tutkusu onu dünyanın en unutulmaz seslerinden, yüzlerinden ve eğitimcilerinden birisi yaptı.
Tutkusu; onu televizyonda çalışan sıradan bir emekçiden, dünyaca saygı duyulan
öncü bir belgesel yapımcısı ve sunucusuna dönüştürmüştü. Bugün onun adını
anmadan belgeselden bahsetmenin, imzasının olduğu belgeselleri görmeden
televizyon programcılığından söz etmenin yada bilginin halka ulaşmasındaki
emeğine değinmeden dünyamızı anlamanın yolu yok gibidir. Televizyonun bilginin
halka ulaştırılmasındaki en devrimci yönünün; parlamasındaki en önemli
isimlerden birisi David Attenborough’tur.
Görmediğimiz birçok şeyi bize
gösteren birisi oldu, David Attenborough. İlk kez onun sözleriyle bir yağmur
ormanını tanıdık. İlk kez onun deneyimlemesi yansıdığı beyaz cama. Bir gorille
karşı karşıya gelişini belgesellerden izledik. Toprak altından çıkarılan bir
dinozor kemik kalıntısı da ormanda insanlığının bilincinden uzak bir canlı da
ilk kez onun anlatmasıyla bilinçlerimize taşındı. Bir çölün yalnızlığındaki
böcekten okyanustaki küçücük bir su canlısı da onun sesiyle tanıtıldı bütün
dünyaya. Çok büyük bir bilim kariyeri yapmadı, televizyon tarihinin en
meşhurları arasında da yer almadı. Ama yine de dünya tarihinde büyük bir iz
bırakmayı başardı. Bilgiyi milyonlara taşımayı, televizyonun bir “aptal
kutusu”ndan daha fazla değer taşımasını sağladı. İngiliz kamu yayıncılığı
anlayışının sağladığı destek ile dünya çapında hatırı sayılır bir saygınlığa
kavuştu. 1985 yılında Kraliçe tarafından Sör unvanıyla onurlandırılan
Attenborough atmış yılı aşkın süredir bilginin halka ulaşması ve değerli dünya
mirasının gelecek kuşaklara aktarılması için çaba sarf etmektedir.
1926 yılında Londra’da bir yüksek
okul müdürünün ikici oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Çocukluğunu geçirdiği
İngiltere’de doğaya olan merakını beslemiştir. Avrupalıların “Dünya Savaşı”
olarak adlandırdıkları paylaşım savaşlarının ikincisinde Kraliyet Deniz
Kuvvetlerinde görev almadan önce Cambridge’de jeoloji ve zooloji üzerine dersler
almış doğa bilimleri diplomasıyla da mezun olmuştur. Darwin ve Newton gibi
dâhilere de ev sahipliği yapan Cambridge’de çocukluğundan beri sahip olduğu
doğa merakını bilimsel beceriyle harmanlar. Doğa tarihi ile ilgili ilk akademik
çalışmalarını burada yapar ama çok fazla da ilerlemez. Kapalı kapılar arkasında
sadece akademisyenler arasında yapılan küt bir bilimsel yarışmayı kendisine
yakıştıramaz; bildiklerini paylaşmayı, hikayeler anlatarak doğayı anlatmayı
sevmektedir.
1950 yılında BBC’de radyo program
yapımcılığı için başvurur. Ancak başvurusu kabul edilmez. O yıllarda henüz
televizyon emekleme çağındadır. ABD’de yüzyılın başından bu yana başlayan
televizyon yayıncılığı Avrupa’daki bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar nedeniyle
bir türlü Avrupa’ya ulaşmamıştır. Öyle ki o yıllarda birçok İngiliz gibi
Attenborough da televizyon sahibi dahi değildir. Bu yeni aletin geleceğindeki
rolünden oldukça habersizdir. Reddedilen başvurusuna, bu kez aylar sonra
televizyonda çalışması için, teklif yapılmıştır. Bu “yeni” çalışma ortamına çok
da aşina olmamasına rağmen Attenborough bir macera olarak görüp, işi kabul
eder. Televizyondaki ilk yıllarında sıradan yarışma programlarında yapımcılık
yapmıştır ama hobisi olan ve Cambridge’da eğitimini aldığı tutkusunun
televizyonculukta işine yarayıp yaramayacağını bilmemektedir.
Kendi ilgi alanını televizyona
taşıdığı ilk programı “The Pattern of Animals” olmuştur. Londra Hayvanat
Bahçesinden getirilen hayvanların izleyenlere tanıtıldığı ve hayvanların doğa
uyum kabiliyetlerinin sergilendiği bu üç bölümlük program Attenborough’un bu
alandaki ilk yapımıdır. Ancak bu yapımda henüz kamera önünde değildir
Attenborough, bir sonraki yapımında ise 1954 yılında gerçekleştirecek ve sunucu
programdan önce hastalanınca bir zorunluluk olarak kamera önüne geçecektir.
1957 yılında BBC, Bristol’da bir Doğa Tarihi bölümü kurar ama Attenborough
oraya katılmayı reddeder ve ayrılmak istemediği Londra’da Seyahat ve Keşif
Bölümünü kurar. Altmışlarında başında ise akademik kariyerini sürdürmek üzere
BBC’den ayrılır. Sosyal Antropoloji’de yüksek lisansını tamamladıktan sonra
BBC’ye program yapımcılığına geri döner.
1965 yılında BBC’de artık
yöneticilik yılları başlayacaktır. Altmışlı yıllar boyunca tartışılan ikinci
kanal fikri en sonunda 1964’te BBC2’nin kurulmasıyla hayata geçince
Attenborough ve onun öncülüğünde BBC’de belgesel ve eğitim programlarının
artırılması isteyen kadrolar yeni bir mecra daha bulmuşlardır. Ancak
Attenborough 1965’te BBC2’nin yöneticiliğine seçilince işler iyice değişir.
BBC2, İşçi Partisi eliyle yayını eğitim hizmetlerine ayrılır. Belgeseller,
bilgi yarışmaları ve eğitim bantlarıyla kanal yepyeni bir çehre kazandırır.
Aynı yıl İşçi Partisi; dünyanın ilk Açık Öğretim Üniversitesi olan Open
University’nin de kurulması için hazırlıklara başlamış ve yıllar için BBC2 ile
Open University beraber çalışmıştır. BBC2 böylece Attenborough başkanlığı
yıllarında bir televizyon üniversitesine dönüşmüş, bilginin kampuslardan çıkıp
evlere kadar ulaşmasını sağlamıştır.
BBC2’yi yönettiği dört yıl
boyunca Attenborough sahadan geri durmamış, yöneticiliği yanında belgesel
yapımcılığını da sürdürmeyi başarmıştır. Attenborough, daha sonraki
röportajlarında her ne kadar BBC2’deki yıllarından övgüyle bahsetmiş olsa da
yöneticiliğin belgesel yapımcılığındaki keşfetme duygusundan çok uzak, rutin
bir iş olmasından yakınmıştır. Attenborough doğayla birlikte olmayı,
ormanlarda, dağlarda ve denizlerde elde ettiği bilgileri anlatmayı daha çok
sevmektedir. Zaten BBC2 Attenborough’un vizyonuyla kurulmuş ve bugüne değin o
yönde ilerlemesini sürdürmüştür. Bugün dahi BBC2, İngiliz televizyonculuğunda
ayrı bir yere sahiptir. Attenborough’un ışığında ilerleyen BBC2 gerek Open
University ile birlikte yaptığı programlar gerekse Attenborough ve diğer
bağımsız yapımcılara hazırlattığı belgeseller ile bilgi ve bilimin halka
ulaştırılmasında büyük bir pay sahibidir.
Yöneticilikten ayrıldıktan sonra
belgesel yapımcılığına geri döner. 1973’te ilk projesi olan “Eastwards with
Attenborough” ile yöneticilik sonrası ilk belgeselini yayınlar. Ancak aklında
bugün dahi süregiden bir seri olan “Life” vardır. Yeryüzü üzerindeki tüm canlı
yaşamını ekrana taşımayı hedef alan projenin hazırlıkları uzun yıllar
sürmüştür. Bu sırada dahi Attenborough durmamış ve belgesel üretmeye devam
etmiştir. Fabulous Animasl, The Tribal Eye ve The Explorers Attenborough’un
Life serisinden önce yapımcılığını üstlendiği diğer belgesellerdir. Uzun
tartışmalar sonunda BBC, Attenborough’un Life projesini ortak yürüteceği
partneri bulur. 1976 yılında ABD’li Turner grubuyla BBC arasında Life’ın
yapımcılığının paylaşılması için bir finansman anlaşması imzalanır. Proje ise
ancak 1979 yılında hayata geçebilecektir, oldukça yüksek ölçekli bu yapım için
çok uzun bir hazırlık yapılmıştır.
“Life On Earth” adını taşıyan ve Attenborough’un
BBC için yapacağı Life serisinin ilk bölümleri 1979’da yayınlanmaya başlayınca
hem dünya belgeselciliğinde hem de İngiliz televizyonculuğunda çok şeyler
yerinden oynayacaktır. Öte yandan bu gösterişli yapım başlamadan önce Attenborough,
BBC1’da bir vahşi yaşam belgeseli yapmaya başlamıştı bile. 2005 yılına kadar
sürecek olan bu uzun soluklu belgesel serisi “Wildlife on One” ismini
taşımaktadır ve otuz yılı aşkın sayısız bölümü yayınlanmıştır. Tamamını Attenborough’un
kaleme aldığı Life’ın ise metinlerindeki belgesel anlatım üslubu ve kamera ile
sunucu arasındaki ahenk bugün aşina olduğumuz batı tipi belgesel anlatım
tarzının doğmasına yol açar. Alanında
yıllarını verdiği araştırmaları takip etme alışkanlığı, tutkunu olduğu doğa
harikalarını izleyiciye aktarmadaki ustalığı ve alanındaki en son yeniliklerden
haberdar olması ile en güncel, en canlı ve en taze bilimsel veriyi halka
ulaştırmıştır. Bilim insanlarının doğa araştırmaları henüz sahada sürerken
onları orada ziyaret edip dünyayı bundan haberdar etmesiyle, doğa ile
etkileşiminde insan faktörünü her daim göz önünde alması ile ve doğa
harikalarına olan tutkun saygısıyla izleyicilere hem bilgiyi hem de doğa aşkını
aşılamıştır.
Attenborough, belgesellerinde her
zaman en son yayıncılık teknolojilerini kullanmayı bilmiştir. Teknolojiyi
doğanın ve insanın hizmetine sunmuştur. Ne doğaya hükmetmiştir diğer insanlar
gibi ne de bilimin kapalı kapılar arkasında kalmasına göz yummuştur. BBC2
yıllarında İngiltere’deki ilk renkli yayını yapmasından bu yana en son
teknolojiyi bilimin ve insanlığın hizmetinde kullanmasıyla tanınmıştır.
Yenilikçi, özgün ve doğaya aşıktır. Yağmur ormanlarındaki zehirli bir örümceği
renkli derisinin canlılığının insanlığın bilincine sunmuştur. Şüphesiz ki Attenborough’un
tutkusuyla insanlık bilincinin şekillenmesinde teknolojinin önemi büyüktür.
Ancak bu teknolojiyi en az onu bulmak kadar kullanmak da önem arz etmektedir ve
Attenborough bunu insanlığın ortak bilinci için kullanarak haklı bir
saygınlığını kazanmıştır.
Life On Earth’un başarısı, bu
belgeselin BBC tarafından uzun yıllar boyunca dünya televizyonlarına
satılmasıyla giderek artmıştır. BBC’nin dünya televizyonlarındaki bilim
programları alanındaki hakimiyeti; denilebilir ki, ilk kez Attenborough’un Life
On Earth serisiyle başlamıştır. Attenborough, Life On Earth’ün hemen ardından
yeni belgeselinin çalışmalarına başlamıştır ama aklındaki yapımının
gerçekleştirilmesi için BBC’nin zamana ihtiyacı vardır. Beş yıllık bir finansman ve yönetim
pazarlıklarının ardından Attenborough yapım için gerekli ön hazırlıkları da
tamamlanınca bu kez “The Living Planet” kayda alınmaya başlanacaktır. 1984’te
çekimlerine başlayan bu belgesel dünya televizyonları üzerinde ekolojiyi ekrana
taşıyan ilk yapım olacaktır. Attenborough, yaklaşan çevresel tehlikenin
herkesten önce ayırdına varmıştır ama aklında canlıların gezegene olan
uyumlarını anlatmak vardır. Gezegendeki kurtuluşumuz; bir yüzyıl önce yapmaya
çalıştığımız gibi onu hadım etmekten değil ona uyum göstermekten geçmektedir.
12 bölüm süren ve Life serisinin
ikinci bölümü olarak düşünülen The Living Planet de büyük bir yankı uyandırmış,
dünya televizyonlarında sayısız kereler gösterilmiştir. Artık Attenborough’un
ünü inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bilim insanları onun yapımlarında yer almak
istemektedir. Kimi bilim çevrelerinde ilk belgesel yapımları aşağılanmışsa da Attenborough’un
belgesel yapımcılığına getirdiği saygın tavır bilim çevrelerinin de görüşünü
değiştirmiş. Artık bilgi kampus duvarlarının ardına taşmaktadır. Attenborough’un
bu başarısı Life serisinin devamını gelip gelmeyeceğini de düşündürmüştür. İnsanlar
ilk kez kendilerine bilim, çevre, doğa, hayvanlar gibi “sıkıcı” şeylerden
bahseden bir ünlüyle tanışmışlardır. Attenborough’un Life serisinin üçüncüsü
olacak olan The Trials of Life büyük bir merakla beklenmektedir. Attenborough,
The Trials of Life ile Life serisinin üçüncüsüne başlamadan önce iki belgesel
daha kotararak yapımcılığını üstlenmiştir.
The Trials of Life 1990 yılında
ilk kez BBC’de yayınlanır. Bu kez seri hayvanların davranışları üzerinden insan
sosyolojisini anlamaya ve yeni soruların tartışılmasına öncülük etmiştir. Attenborough’un
gezegenimizin ve üzerindeki canlıların yaşamına olan tutkusu açıktır. Life
serisi 1990 yılındaki The Trials of Life ile bitmiştir belki ama Attenborough
ile “Life” kelimesi artık özdeşleşmiş gibidir. Attenborough, bu özdeşliğini
bilinçli bir şekilde sürdürmüş ve daha sonra yapacağı birçok belgeselde life
kelimesini kullanmayı sürdürmüştür. 1969’da başlayan Life belgeselleri günümüze
kadar Attenborough’un yapım ve yönetiminde sürmektedir. 1993’de Life in the
Freezer ile ilk kez Antarktika’yı televizyon ekranına taşımıştır. 1995’te The
Private Life of Plants ile bu kez bitkilerin renkli yaşamını biz sıradan
fanilere taşımıştır.
1998’de The Life of Birds’te kuşların yaşamını
2002’de ise The Life Of Mammals ile bizim de dahil olduğumuz memelilerin
yaşamını ekranlara taşımıştır. Her yaptığı belgeselde yer yerinden oynamış
bilimsel deneyleri anlatma şekli, kullandığı çekim teknikleriyle verilerin
anlaşılmasını kolaylaştırması ve kullandığı dildeki aktarımın çekiciliği ile
izleyiciyi sürüklemeyi bilmiştir. İlerleyen yaşına rağmen tutkusunda ve
bilimsel heyecanından hiçbir şey kaybetmeyen Attenborough 2005 yılında Life in
the Undergrowth’da Omurgasızların yaşamını 2008’de ise Life in Cold Blood’da
soğukkanlı canlıların yaşamını aktarmıştır. 2009 yılına gelindiğinde ise artık David
Attenborough bir dönüm noktasında olduğunu anlamıştır. Tutkusu olan
yeryüzündeki canlı yaşamı üzerine yirmi yıldan fazla çalışmış ve bildiklerini
halka aktarabilmiştir. Artık yaptığı bütün işleri bir araya getirip
yaptıklarının bir çetelesi tutmanın zamanı gelmiştir. BBC de Attenborough’un
yaptığı her işte karşılığını fazlasıyla almanın verdiği özgüvenle Attenborough’un
imzası bulunan bütün Life serisini bir araya getirmeyi kabul etmiştir. David Attenborough’s Life On Land: A DVD
Encyclopedia yayınlanmıştır, bu pakette Attenborough’un 1987’den bu yana
yaptığı bütün belgeseller bir arada tüketicilere sunulmuştur. BBC, Attenborough
sayesinde bu DVD setiyle bir ticari başarıya daha imza atmıştır.
2006 yılında BBC ilk kez HD
teknolojisini kullandığı bir belgesel serisi hazırlamaya başlamıştır.
Yapımcılığını BBC’nin Bristol’daki Doğa Tarihi Birimi’nin gerçekleştirdiği
belgesel serisini Attenborough sadece seslendirmekle yetinmiş ve yine de
izleyici üzerinde büyük bir etki bırakabilmiştir. Serinin BBC’yle birlikte
yapımcılığını üstlenen ABD’li Discovery Channel ise belgeseli Sigourney Weaver’a
seslendirtmiştir. Planet Earth, televizyonculuk tarihinin tamamı HD olarak hazırlanan
ilk belgeseli olarak hatırlanacaktır. 2009 yılında BBC’nin hazırladığı ve
metinleri Attenborough’un da katkılarıyla hazırlanan “Life” isimli on bölümlük
yeni bir belgesel daha hazırlanmıştır. Attenborough televizyonculuktan altmış
yılı doldurduktan sonra dahi durmadan çalışmaya devam etmektedir. Sağlıklı ve
uzun bir ömür dilerim. Kendisinden çokça öğreneceğimiz şey var.
Attenborough, sadece sıradan halk
tabakalarına değil bilim dünyasının kendisine de çok şey kazandırmış bir
televizyoncudur. Birçok bilimsel veri onun sayesinde harmanlanabilmiş, nice
gençler onun belgeselleriyle bilime yönelmiştir. Bilim dünyasının onun bu
çabalarına sessiz kaldığı da söylenemez. Attenborough’un adı bir bitkiye[1]
ve bir örümceğe[2]
verilmiştir. Böylece televizyonda ve bilim dünyasında başardığı onca başarının
tutkunu olduğu doğada da bir şekilde
yaşamasına çalışılmıştır. Artık bundan yüzlerce yıl sonra dahi, Attenborough’un
bilim için ve halkın bilime ulaşması için yaptığı belgeseller unutulsa dahi -ki
bence unutulması mümkün değildir- doğadaki iki küçük varlığın adı onunla
anılmaya devam edecektir. David Attenborough tutkusunu bizlere ulaştırmayı
başardı. Onu doğaya ve bilime olan aşkı insanları derinden etkiledi. Birçok
bilim insanı onun ekranlarda aşıladığı tutkuyla bilime yöneldi ve yönelmeye de
devam edecek. Bilime ve insanlık bilincine katkıları nedeniyle David
Attenborough’a ne kadar teşekkür etsek az gelir.
Teşekkürler ayrıntılı yazınız için.
YanıtlaSil