Akdeniz'in Ötesinde Bir Bağımsızlık Hikayesi


Tarihin en kara noktalarından birisidir ki batının doğuya, doğun batıya aksi hep acı, kan ve gözyaşına sebep olmuştur. Tarihin ve yeryüzünün kadim bu iki kutbu ne yazık ki birbirine karşı şefkati hep esirgemiştir. Kadim toplulukların kendi içindeki açgözlü bireylerin “güçlünün güçsüzü ezme” iç güdüsü olarak algılayabileceğimiz barbarlığı; tarih içinde ne yazık ki tekerrür etmiş durmuştur. Avrupa’dan yanıp bütün dünyayı aydınlatan Fransız Devrimi dahi milliyetçiliğin aşırı uygulamaları nedeniyle yeryüzünü kana bulayabilmiştir. Devrimin kendi evlatları kadar öğrencilerine ve hatta komşularına dahi bu acımasız yönü onun eleştirilmesine yol açmıştır. Devrimin yörüngesinde sallanan Fransız ulusunun milliyetçilikle bulanan çıkar siyaseti Akdeniz’i yeniden askeri satranç tahtasına çevirmiş ve bu kez Cezayir’i cehenneme çevirmiştir.

Cezayir’in Fransa tarafından ele geçirilmesi neredeyse bir asrı geçen bir süre almıştır. Cezayir’in bir Osmanlı sömürgesi olduğu dönemde Fransa genişleyen kentlerini beslemek için Cezayir’in Akdeniz sahilindeki bereketli tarım arazilerine bel bağlaması Fransız siyasetinin de Akdeniz’in ötesine uzanmasına sebep olmuştur. Bir yandan Osmanlı’nın azalan siyasal ve askeri gücü, Akdeniz’in bu uç memleketinde yeni bir siyaset varlık göstermeye başlamıştır. Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere, Osmanlı’nın boşalttığı Afrika’nın Akdeniz’e bakan sahilini ele geçirmeyi uzun süredir planlamaktadır. Bölge halklarını yıllarca sömüren Osmanlı İmparatorluğu geri çekildikçe yerine yenileri baş göstermeye başlayacaktır. Ancak batılıların Osmanlı karşısında kullandıkları milliyetçilik aşılama çabaları ileride kendilerine döndüğünde tarih bu kez başka akacaktır.

14 Haziran 1830 günü Fransa’nın Cezayir’i Osmanlı’dan kopardığı tarih olarak takvimdeki yerini almıştır. Zira bu tarih ne Cezayir’in Osmanlı’dan özgürlüğünü aldığı ne de Fransa’nın Cezayir’i işgal ettiği tarihtir. Bu tarih tam tamına Fransa’nın Cezayir’i Osmanlı’dan kopardığı tarihtir. Cezayir’in bu cümledeki yeri ne yazık ki bu topraklarda yaşayan onurlu insanların değerinden çok ama çok aşağıdadır. Yine de Cezayir’e Fransız egemenliğinin hakim olması için tam üç yıl uğraşılmış, Osmanlı’nın kimi gönüllü subaylarının organize ettiği yerel komiteler canları pahasına “vatan”larını korumuştur. Bu yıllarda Fransa, Fransız Devrim’inin arta kalanlarıyla hesaplaşmaktadır. Baldırıçıplaklar alaşağı edilmiş, Kral yeniden iktidarına geçmiştir. Fransa yeniden ihtişamlı günlerini aramaktadır. Cezayir Baskını tam da bu anlamda kullanılmış, Akdeniz’in karşısındaki bu “korsan ocağı”na uygarlık götürülmek istenmiştir.

Cezayir’e uygarlık götürmek isteyen Fransız Restorasyoncuları ancak sahilde etkinlik gösterebilmiş ziraatın olmadığı, iklimin çöl şartlarına uyum sağladığı ve bir batılı için yol bulmanın neredeyse imkansızlaştığı iç bölgelere inememiştir. Cezayir’in bu zorlu şartları direnişçilerin iç bölgelere sığınmasına ve yeniden güç toplamasına yol açmış, böylece Fransa’ya karşı ilk ileri hareketler örgütlenebilmiştir. Direncin içeriye kaymasında etnik yada sınıfsal temeller de aranabilir. Zira kıyılar da daha çok yüksek gelirli Araplar yerleşmiş iken iç kesimlerde topraksız ve aşağı olarak görülen Berberiler hakimdir. Fransızların Cezayir’i Türklerden kurtardıkları yönündeki propagandaları uzun süre etkili olabilmiş ve direnişin genişlemesini engelleyebilmiştir. Bu noktada iki isim Cezayir’deki Fransız karşılığında öne çıkmıştır. Konstantin Emiri Ahmed ile Maskara Emiri Abdülkadir Fransız egemenliğine karşı ulusal olmayan istençlerle uzun yıllar direnmiş ancak sonuçta başarısız olmuşlardır.

Ahmed Messali Hacc
Fransa’nın Cezayir’deki varlığı Fransa’nın kendi politikalarıyla da çokça etkilenmiştir. Öyle ki Cezayir’in ele geçirilmesini çok isteyen 10. Charles beklediği haberi alamadan, iktidardan indirilmiş ve yeni bir rejim Fransa’yı sarsmıştır. Fransa’da kralcıların iktidarı neredeyse otuz yıl sürdükten sonra ikinci bir cumhuriyet yeniden inşa edilebilmiştir. Ülkeyi “İkinci Cumhuriyet”e götüren siyasi çalkantılarda Cezayir de hep gündemde olagelmiştir. Ne yazık ki Cezayir’deki Fransız varlığı küçük bir azınlık dışında sorgulanamamıştır. İkinci Cumhuriyet süresince Cezayir’e uygarlık götürme çabaları, Fransız egemenliğinin derinleşmesine, yeni bir Fransız yurttaşı yaratacağına inanılmıştır. İkinci Cumhuriyet’in Cezayir’e kazandırdıkları sadece modern bir eğitim ve anadil değişikliği değil aynı zamanda milliyetçiliğin ülkeye girmesiyle olmuştur.

Yirminci yüzyılın bütün gelişmemiş, sömürgeleştirilmiş yada uzaklaştırılmış dünya halklarında olduğu gibi Cezayir’de de geçtiğimiz yüzyılın başında ulusal uyanış yaşanmıştır. Cezayir eski bir mağribi memleketi iken önce (Romalılaşma’nın çok da eskilerde kalmadığını unutmadan) Araplaşma ve Osmanlılaşma’nın ardından şimdi de hızla Fransızlaştırılmaya çalışılmıştı. Ancak bu kez Fransızların kullandıkları ulusal güdüleri destekleme yöntemi, kendilerinin aleyhine işlemiştir. Cezayirli, Bir kez daha Arapçadan ve Türkçeden sonra belki Fransızcayı öğreniyordu ama bu kez bu dille kendi şiirini, kendi romanını, kendi ulusal sanatını kuruyordu. Fransızcayla, Fransızlardan öğrendikleri yöntemlerle bir Cezayir ulusu yaratılıyordu. Cezayir’de oluşan sınıfsal parçalanmışlığa Fransızların katkısına rağmen bu dönemin önemli özelliği, kanımca, Cezayir’de yeni bir ulusun inşa edilmesidir.


Cezayirlilerin Fransa tarafından “ehlileştirilmesi” iki aşamada gerçekleştiriliyordu. Birinci planda Cezayir’de kurulan tarım ve sanayi işletmelerinde Cezayirli işgücünün kullanılması, Cezayir’e Fransızca’nın okul, hastane ve manastırlar aracılığa sokulmasıdır. Bu aşamada Cezayirli Cezayir’de tutulmaya çalışılmıştır. İkinci planda ise Fransa’da yükselene işgücü ihtiyacı Cezayir’den getirilen “modern köleler” aracılığı ile karşılanmaktadır. Bu kez Cezayir’den getirilen bu göçmenler bir yandan Fransa’nın asker ve egemen olmayan yeni bir yüzüyle tanışırken, öte yandan Fransa’nın daha özgür ortamında kendilerini geliştirmektedirler. Cezayir’in yarım yüzyıl sonra kaderini değiştirecek büyük aydınları, siyaset adamları ve düşünürleri Fransa’da edindikleri özgürlüğü, bu kez Fransa’dan özgürlük kazanmak için kullanacaklardır. Cezayir’in kurtuluşuna giden ilk siyasal örgütler yine Fransa’da kurulacaklardır.

Fransa, 1830’dan 1930’a kadar uzanan sömürgeleştirme yılları boyunca neredeyse bir milyona yakın Fransız vatandaşı Cezayir’e yerleşmişti. Cezayirlilerin de Fransa’nın dili ve kültürüne entegrasyonu sonucunda, iki halk arasındaki etkileşim artmış ve etnik karışımla da yeni bir toplum tabakası meydana gelmiştir. Bir yandan Fransız sermayesine çalışan yeni bir orta sınıf giderek Fransızlaşırken, öte yandan Cezayir’in artan gettolarında ve taşrasında yükselen bir işçi sınıfı uyanışına başlamaktadır. Cezayir’deki orta sınıfın burjuvalara özgü yüksek değerleri taklit etmesiyle toplumsal sınıflar giderek ayrılmış ve iki ayrı sınıf partisiyle siyasallaşmıştır. Bir yanda Fransa’nın bir parçası olmayı içine sindiren orta sınıf; öte yanda ise sindirilmiş ve ezilmiş ama ulusal ve sınıfsal olarak aydınlanmaya başlamış geniş bir halk kitlesi.

Ferhad Abbas
Cezayirli’yi Pied-Noir olmaktan kurtaracak olan nedir? Şüphesiz ki bu soruya, gerek Cezayir’den gerek Fransa’dan olsun çeşitli ideolojiler çeşitli bakış açılarıyla cevaplar vermişlerdir. Marksistler, Milliyetçiler, İslamcılar. Hepsi Cezayir’in kurtuluşunu istemişler ama çok çeşitli yollar öne sürmüşlerdir. İdeolojilerden bağımsız olarak ise orta sınıfın yükselen sesi; vatandaşlık hakkı, oy hakkı, anayasal güvence yada Cezayir’deki yasal problemlerinin yoluna koyulmasıyla uğraşıyordu. Bu haliyle orta sınıfın değerlerinin ki çoğunluğu Fransız taklitçiliğinden öteye gitmiyordu, sömürge olmakla bir probleminin olmadığını söyleyebiliriz. Öte yandan Cezayir’deki iki parti siyasal hayatı tam da çizmeye çalıştığım boyutta temsil ediyorlardı. Orta sınıfı temsil eden, Ferhad Abbas’ın kurduğu, Fransa’yla bütünleşmekten yana olan Cezayir Halk Birliği partisi. Diğer yanda, geniş halk kesimlerine ulaşmaya çalışan, siyasal olarak çok çeşitli ideolojilerden beslenen, bağımsızlık yanlısı Ahmed Messali Hacc’ın kurduğu Demokratik Özgürlüklerin Zaferi Hareketi partisi.

Ancak Cezayir’in konumu üzerine tartışmalar Avrupa’nın kendi aralarındaki paylaşım savaşlarıyla da iyice alevlenmiştir. Batılılar tarafından Birinci Dünya Savaşı olarak adlandırılan paylaşım savaşlarının ilkinde Fransa’nın asker toplama kampanyalarında Cezayir ve diğer Fransız dominyonları öncelikli kaynak olmuştur. Kaç Cezayirlinin Fransa için canlarını verdiğini bugün dahi bilemiyoruz. Bu ilk savaştır ama son olmayacaktır. Bir otuz sene sonra bu kez Almanya tarafından işgal edilen Fransa, resmen Cezayir’e taşınmıştır. Hitler baskısıyla Paris’te kurulan Vichy hükümetine karşın, Cezayir’de ve Hindiçin’de yeni bir “Özgür Fransa” inşa edilmiştir. Charles de Gaulle’ün yönetimindeki bu sürgün cumhuriyet müttefiklerin yardımıyla Fransız anavatanı kurtulana değin varlığını sürdürmüştür. Batılılar tarafından İkinci Dünya Savaşı olarak adlandırılan savaşın sonlanmasıyla Cezayir iki şeyi kutlamıştır. Bir, bu kanlı savaşın bitmesini, iki; sıranın artık Cezayir’in özgürlüğüne gelmesinin.

İkinci Dünya Savaşı’nın sevinciyle 1945 Mayısında Cezayir’de de sevinç gösterileri yapılmış ancak kendilerine işgal yılları boyunca vatanlarını paylaşanlara müsamaha gösteremeyen Fransız jandarması binlerce Cezayirliyi öldürmüştür.  de Gaulle, savaş kazanmış bir komutandır, Paris’e müttefiklerden sonra, ama bu büyük gururuyla adım atmıştır. Ancak bu muzafferin altından kalkamayacağı bir şey ise bu kez savaşta vatanseverlikleri ve ahlaki özgüvenleriyle Avrupa’nın yeniden inşasında belagatlerini kanıtlayan sosyalistler ve komünistlerin talebidir. Bu iki güçlü siyasal grup Cezayir konusunda fikir birliği içindedir; Cezayir’in geleceği Cezayirlinin ellerindedir.  Sosyalistlerin ve Komünistlerin destekleriyle büyüyen Cezayir’deki ulusal hareket, İkinci Dünya Savaşı sonrası silahlanmaya başlamıştır. Fransız aydınları içindeki Cezayirliler ve Cezayir’deki Fransız egemenliğinin sonlanmasını isteyen sosyalistler elbirliği ile mücadele etmektedir.

Ahmed Bin Bella
de Gaulle’ün zafer sarhoşluğuna rağmen Fransa’daki Cezayir yanlısı siyasal gösteriler de artık baş edilemeyecek düzeye geldiğinde 1946’da genel af ilan edilmiş ve Cezayir’de ilk kez seçimler düzenlenmiştir. Ertesi yıl ise Cezayir ilk kez yasal bir statü kazanmış ve Fransızların de-facto sömürge yönetimi sonlanmıştır. Artık tarihin geri dönülmez bir noktasına gelmiştir. Messali Hacc’ın başında bulunduğu Demokratik Özgürlüklerin Zafer Hareketinin silahlı örgütlenmesi dahi tabandaki ayaklanma hissiyatını karşılayamamış ve örgüt parçalanmıştır. Aynı yıl içinde birçok örgüt ortaya çıkmış ve ülkedeki Fransız askeri varlığına karşı ilk saldırılar başlamıştır. İleride kurulacak olan Cezayir’in ilk başkanı olacak olan Ahmed bin Bella da bu ilk silahlı grupların arasındadır.

Ahmed bin Bella, 1952’de Cezayir’deki bir soygun girişimi nedeniyle idamla yargılanınca, ülkesini terk etmiş ve Kahire’ye kaçmıştı. Fransa Ahmed’in Mısır güdümlü bir dış politik aktör olduğunu yıllarca savunacaktır. Ama Ahmed, eski bir Fransız askeridir. Savaş sonrası Cezayir’in özgürlük mücadelesine destek verir. Önce Demokratik Özgürlüklerin Zafer Hareketi’nin silahlı örgütlenmesinde yer alır ama parti içi tartışmalar sonucunda partiyi yetersiz görüp daha radikal olan Ulusal Özgürlük Cephesi’ne katılır. (Front de Liberation Nationale, FLN) 1 Kasım 1954’te başlayacak olan büyük ayaklanma Cezayir’i bağımsızlığına götürecek olan savaşa ülkeyi sürükleyecekti.  Fransa’ya karşı yürütülen ilk gerilla hareketleri Kabiliye ve Avras’ta başlayacaktı. Cephe, sosyalist bir partiydi. Ancak Cezayir’in inançlarına bağlı Müslüman kesimlerinde örgütlenebilmiştir. Az sonra Bağımsızlık düşüncesi bütün Cezayirlileri birleştirecekti.

Cezayir’deki çatışmaların yansımaları da hem Fransa’yı hem de Avrupa’nın geri kalanını etkilemekteydi. Fransa’nın yapacağını vadettiği reformlar çatışmacı tarafları tatmin etmiyordu. Fransa Cezayir’de olağan üstü hal ilan etti ve ardından da yeniden askere çağırmaya girişti. Yeni bir savaşın yaklaştığı açıktı. Dünya Cezayir’den gelecek haberlere kitlenmişti. 1956’da Fransa’da siyaset iyice karışır. Cezayir meselesini barışçı yollarla çözmeyi isteyen sosyalist Guy Mollet, Cezayir ziyareti sonrası görevden çekilmek zorunda kalır. Yerine geçen sağcı lider General G. Catroux aşırı önlemlerle yeniden Fransa ile Cezayir’in bütünleşmesi politikasına yönelmiştir ki bu yönelimin sonucunu savaştan başka bir şey demek olmayacağı açıktır. Aynı yıl ekim ayında simgesel değerdeki Cezayirli direniş önderlerinin Fas yolunda tutuklanmalarıyla Cezayir’deki direniş hiddetlenmiştir.


1957 yılı Cezayir için oldukça kanlı geçecektir. Fransa’da işlerini silah dışında halledebilecekleri başka bir yol olmadığına inanan bir kısım aklı evvel yüzünden Cezayir bir kan gölüne döner. Zaten geleceği belli olan nihai sonu engellemek istercesine Fransa iyiden iyiye gerici politikaların batağına çekilir. Ülkedeki sosyalist ve komünist hareketlerin tamamı Cezayir’in bağımsızlığın desteklemektedir. Paris neredeyse Cezayir diye inlemektedir ama yine de Fransa bir kez daha sağ siyasetin açmazlarında yitip gidecektir. 2 Haziran 1958’de de Gaulle bir kez daha, bu kez daha güçlü olarak iktidara gelir. de Gaulle’ün bir kez daha niye geldiği açıktır. Fransız hükümetlerinin ABD’nin devreye girmesine dahi tahammülü yok gibidir. de Gaulle, gelmesi için şart koştuğu geniş yetkilerle kendi kafasındaki askeri planlara uygun hareket etmekte ve bütün Avrupa’nın gözlerinin önünde bu kez kaybedeceği bir savaşa girmektedir.

de Gaulle’nin aklında plan nedir? Bunu ancak de Gaulle bilebilirdi. de Gaulle ne bağımsız bir Cezayir’e izin veriyordu ne de Cezayir’in elde tutulmasının Fransa’nın yararına olduğuna inanıyordu. de Gaulle sadece kendisini için bu savaşı veriyordu. Yeniden ama bu kez daha geniş yetkilerle sahip olduğu iktidarı korumak için elinden geleni yapıyordu. Ancak de Gaulle’ün bütün ihtirasına rağmen dördüncü cumhuriyetin de sonu gelmekteydi. Fransa de Gaulle’le ve onun anlamsız ihtirasıyla bir kez daha yüzleşmek zorundaydı. de Gaulle, bütün bunların ötesinde, bir de, Cezayir’deki Fransızları Cezayirlilere karşı örgütlüyor ve bir Cezayir Fransası düşünü destekliyordu. Ancak kurt bir askeri ve siyasi deha olan de Gaulle beşinci cumhuriyete de kendi damgasını vurmak istiyor kendi etrafında kenetlenmiş, diğer bütün sağ alternatiflerden arındırılmış yeni bir Fransa kuruyordu. Sosyalistlerin ise sadece bir lidere düşmanlık ederek cephe daraltmaktan keyif aldıklarını ayrıca belirtmekte yarar var, de Gaulle onların için daha kolay bir lokmadır zira.


de Gaulle, çalkantılı Cezayir politikasını neden değiştirmiştir, bilemiyorum. Bildiğim şudur ki 4 Kasım 1960’da tam da çatışmaların ortasında “Cezayir Cezayiri” deyimiyle, “Fransız Cezayiri” planından geri adım atmıştır. Elbette ki bu değişim Fransa’da çok büyük şaşkınlık yaratmıştır. Bir darbe ile de Gaulle devrilmeye çalışılır. Görünürde darbenin altında General Salan vardır ama asıl arka planda Fransız gizli askeri servisi (O. A. S.) vardır. Darbe başarısızlığa uğrar. Organisation de l’armée secréte (O.A.S.) Fransa’nın yenilediği siyasal görünüme karşı çıkmaktadır. Fransa giderek Cezayir ile barış masasına yaklaşırken, O. A.S. bir yıl daha bu kirli savaşını sürdürecektir. Fransa’nın ya da de Gaulle’ün gerçek yüzü hangisidir? Görünürde O.A.S. tamamıyla otonom bir devlet yapılanmasıdır, Fransa’nın en sağcı bürokrat ve askerlerinin elinde devlet içinde devlet görünümündedir. de Gaulle bu örgütü kullanmış mıdır yoksa de Gaulle’ün yaşadığı politik değişim göründüğü kadar samimidir, bilinmez. Ancak 1 Temmuz 1962’de Cezayir’de otonomi plebisiti yapılır. Sonuç şaşırtmaz ve Cezayirliler en sonunda kendi kaderlerini kendi ellerine almıştır.

Cezayir’in bağımsızlığına giden süreçte arafta kalan birçok toplum kesimleri olmuştur. Fransızlar kendi siyasal konumlarına göre Cezayir’i ele alırken, sömürge rejiminin tarihi sonuçları çokça tartışılmıştır. Cezayirli Fransızlar olarak tanımlanabilecek bir siyasal, kültürel ve tarihi yapı içerisinde yetişen onlarca nesil ise duygusal olarak bağlı oldukları iki toplum arasında seçim yapmaya zorlanmıştır. Albert Camus’nun düştüğü durum buna en açık örneği oluşturmaktadır. Cezayirli olup da Cezayirli olmamak, yada Fransız olup da Fransız sayılmamak gibi garip durumlar. Yada yaklaşan ve çok yakında Paris’i yakacak olan 68’in ateşiyle erken yüzleşmek. Yine de Cezayir ayakta kalabilmeyi başarmıştır. Gerçi ülke hiçbir zaman durağan bir siyasal düzleme çekilemedi. Ülkenin bağımsızlığı için mücadele eden sosyalist ve komünistler daha sonra islamcılar ve milliyetçilerin hışmına uğradı. Doksanlı yıllar boyunca iç savaş devam etti. Ülkenin yüzleşmek zorunda kaldığı, etnik olarak Arap yada Berberi olmayan orta sınıfların kültürel problemleriydi. Fransızca hala ülkenin gayri resmi dili olarak varlığını sürdürüyor ve Fransız etkisi çokça hissediliyor. Şimdi yeniden ülke Arap Baharı denilen halk hareketleriyle çalkalanmaktadır. Beklentim bu bereketli topraklar üzerinde yaşayan onurlu halkın barış dolu bir gerçeği inşa edebilmesidir.






Yararlanılan Kaynaklar:
  1. Devrimler ve Karşı-Devrimler Ansiklopedisi, Gelişim Ansiklopedisi, 1975
  2. Henri Alleg ve Pericles Korovessis, Sorgu, Belge Yayınları, 1992
  3. Frantz Fanon, Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi, Pınar Yayıncılık, 2009





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder