İnkılap
yayınevinden çıkan yazar Justin McCarthy’e ait 254 sayfalık kitap İstanbul’da
1998’te basılmıştır. Bilge Umar tarafından dilimize kazandırılan eserin
orijinali 1983 yılında New York Üniversitesi tarafından basılan Muslims and
Minorities, The Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire özgün
isimli kitaptır. Eser, Cumhuriyet öncesi Osmanlı Anadolu’sunun demografik bir
incelemesini yapmıştır. Nüfus bilimi, İstatistik ve Tarih bilimleri verileriyle
Anadolu’da yaşayan halkların nüfus bilgileri yorumlanmaya çalışılmıştır. Yazar
kitabına başlamadan önce Türkçe yer adları, Osmanlı takvim sistemi ve
kullandığı istatistiki bilgiler hakkında okurlarını bilgilendirmiştir.
Ermeni
Sorunu üzerine tartışmalı savlara sahip yazar McCarthy’nin Müslümanlar ve Azınlıklar kitabı Osmanlı Anadolusu, Müslüman nüfus,
Ermeni nüfus, Rum nüfus, Diğer nüfus grupları, 1912’de Anadolu ve Osmanlı
Anadolusunun sonu başlıklarından oluşan yedi bölümden oluşmaktadır. Muslims and
Minorities, The Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire özgün
isimli McCarthy tarafından yazılan bu çalışmanın sonunda 1927’deki ve 1922’deki
Türkiye, Kaynaklar ve Değerlendirme, [Türkiyeye] Göç, Metodoloji ve Osmanlının
ve Türkiye cumhuriyetinin illeri olmak üzere beş tane de ek bulunmaktadır. Yine
kitapta verileri destekleyen tablo, grafik ve haritalara sıklıkla yer
verilmiştir.
Kitabın
bölümlerine geçmeden önce yazarın kitapta verdiği Osmanlı Anadolusu tanımlamasına ait yine Yazar tarafından
belirlenmiş coğrafi sınırları görelim; Yazara göre; Osmanlı hakimiyetindeki
Anadolu yarımadası; Doğuda İran Sınırından, Batıda Ege ve Marmara denizlerine, Kuzeyde
Karadeniz’den, Güneyde Akdeniz’e kadar yayılmaktadır. McCarthy’nin belirttiğine
göre Osmanlı Devleti Anadolu’yu 1864’de 14 vilayete ve 2 bağımsız sancağa
bölmüştür. 1878’de Osmanlı Anadolusu tarihi açıdan en huzurlu dönemine girmiş
ve yazarın üzerinde sıklıkla durduğu bir nüfus patlaması yaşanmıştır. Bu
dönemde Rusya ile olan savaşlar bitmiş, reformlar sayesinde Osmanlı daha merkeziyetçi
bir idari yapı haline gelmiştir. Yazar nüfus patlamasına dair tanımlamasını 1878
ile 1911 arasında Anadolu nüfusu neredeyse yüzde 50 oranında artmıştır savıyla
desteklemektedir.
Hüdevandigar, Kastamonu, Aydın, Ankara,
Konya, Sivas, Adana, Trabzon, Erzurum, Mamuret-ülaziz, Halep, Diyarbekir, Bitlis
ve Van’da oluşan Anadolu Vilayetleri yanında Anadolu’da iki tane de bağımsız
Sancak bulunmaktadır ki bunlar; İzmit ve Biga’dır. Yazarın verdiği bilgilere
göre Anadolu üzerine Osmanlı’nın nüfus inceleme çalışmaları on dokuzuncu
yüzyılın başlarından itibaren artan Modernleşme
reformlarıyla sistematikleşmiş iken Ermeni, Rum yada diğer gayrimüslimlerin
nüfus bilgileri ancak bir yüzyıl sonra sağlam veriler haline dönüşebilmiştir.
Şimdi yazarın Osmanlı Anadolusun demografik yapısı üzerine yaptığı
araştırmaları bölümler halinde özetlemeye çalışayım.
Anadolu’daki Müslümanlar etnik
açıdan birlik içinde değillerdir, Osmanlı kayıtları; Müslümanlar arasında soy
ayrımına gitmeden din esasına göre insanları istatikleştirmektedir. Ancak yazara
göre Anadolu’daki Müslümanlar arasındaki etnik çeşitliliğe rağmen ve yine de
Kürtlerin yaygın olarak yaşadığı doğu illeri dışında Müslümanların çoğunluğu
Türk soyundandır. Yine aynı şekilde bu tutum Hristiyanlar açısından da geçerlidir.
Arap yada Türk tüm Hristiyanlar Rum olarak kayıtlara geçmektedir. Müslümanların
kayıt altına alınmasındaki esas güdünün ise yazar tarafından askere alma
işlemleri olduğu ileri sürülmektedir.
Yazar, kitabında her bir Osmanlı
vilayeti ve sancağındaki Müslüman nüfusu; salnameler, nüfus sayımları, sicil
kayıtları, arşiv belgeleri ve çeşitli istatistiklerle sıralayıp
karşılaştırmıştır. Ayrıca zaman içinde vilayet yada sancak sınırlarındaki
değişimlerin ve Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonraki durumun da bilgisi
verilmiştir. Yazar kitabında ayrıntısıyla her bir vilayete ve iki bağımsız
sancağa ait demografik verileri yıllara göre karşılaştıran derin analizler ve
verilerini destekleyen resmi istatistikler ile sunmuştur. Osmanlı idari
yapısında zaman içinde yapılan değişiklikler nedeniyle ortaya çıkan olağanüstü
nüfus hareketleri de yazarın dikkatinden kaçmamış, var olan artış yada azalışın
idari yansımaları okuyuculara aktarılmıştır.
Osmanlı Devletindeki Ermeni nüfus,
Osmanlı toplumu içindeki diğer herhangi bir millet’in nüfusu için yapılmış
olana göre bir hayli fazla hesaplamaya ve tartışmaya konu edilmiştir. Bu odağın
oluşmasında şüphesiz Anadolu’nun tarihindeki hazin olaylar yatmaktadır. Önce Avrupalılar, sonra Ermeniler ve en
sonunda Osmanlılar da Ermeni nüfus üzerine çalışmalar yapmıştır. Tarihçiler,
politikacılar ve propagandacılar Ermeni nüfus üzerine çeşitli söylemler
geliştirdiler. Çoğunlukla kendi görüşlerine hizmet eden tahminlerde bulundular.
Yazar Ermeni araştırmacıların Tehcir’den kaçanların yada kurtulanların kişisel
anılarına dayalı anlatımlara karşı önyargılıdır. Bunların bilimsel veri olarak
kabul edilmesini, istatistik bilimi açısında, imkansız bulmaktadır. Yazarın sözlü tarihe karşı bu önyargılı
tavrının arkasında Ermeni Tehcirindeki keskin tutumu yattığı düşünülebilir.
Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı
sonrası Versailles Barış Konferansı’nı, dünya kamuoyunu ve batılı siyasetçileri
etkilemek için Anadolu’daki Ermeniler hakkında sayısal veriler üretmeye
başlamışlardır. Amaç Anadolu’daki (Özellikle Vilayet-i Sitte’deki) Ermeni
nüfusunun çokluğunu göstererek bir Ermeni devleti kurulması gereğini
desteklemektedir. Vilayet-i Sitte içerisindeki nüfus araştırmalarını yürüten
Ermeni Patrikhanesi diğer iller hakkında böyle bir çalışma yürütmemiştir. Her
ne kadar Patrikhane’nin rakamları tartışmaya açıksa da Türkiye Cumhuriyeti’ne
bu bölgede Ermeni nüfus devam etmediği için sağlıklı bir değerlendirme şansı
kalmamıştır. Bu tarihi kopukluğun acı nedeni ise herkesin malumudur.
Yazar Patrikhanenin Müslüman
nüfusu kasten mi yoksa etnik ayrımı gözettiği için mi düşük tuttuğunun
bilenemeyeceğini söylemektedir. Zira Osmanlı’nın Müslüman olarak gördüğü
Kızılbaşlar, Yezidiler, Zazalar gibi grupların Patrikhane tarafından [Diğer
Dini Gruplar] olarak istatistiklere yerleştirildiği unutulmamalıdır. Yazar
Ermeni kaynaklarında yer alan nüfus bilgilerine dair eleştirilerini de
sıralamıştır. McCharty, Ermeni Patrikhanesinin çalışmalarını öncelikle
metodolojik olarak sorgulamaktadır. Batıdaki Kilise kayıtlarına nazaran
Patrikhane kayıtlarının çoğunlukla yuvarlak rakamlar olması yazarın şüphe
çektiği bir noktadır. Ermeni kiliselerinin batıdaki Katolik yada Protestan
kiliselerinden farklı olarak resmi kayıt tutma yetkileri yada böyle bir
alışkanlıkları bulunmamaktadır. İstanbul dahil hiçbir kilisenin kayıt defteri
tuttuğu ve bu defterlerin ortaya çıkarıldığı bugüne değin vaki değildir.
Yine yazara göre Patrikhane
kayıtları ne zaman ne de mekan olarak bölünmüş değildir. Yuvarlak ve genel
geçer rakamlar verilmesine rağmen belirli bir zamanda yada belirli bir yöredeki
nüfusa ait bir kayıt verilememektedir. Vaftiz, evlenme yada ölüm gibi kayıtları
batıdaki örnekleri gibi tutmayan Ermeni Kilisesi elde ettiği rakamları nasıl
elde ettiğine dair de bugüne kadar bir açıklama yapabilmiş değildir. Yine
McChary’nin dikkatini çeken bir diğer nokta ise bölgedeki Müslüman nüfusa ait
sayılar tutarsızdır. Gerçekten Ermeni Patrikhanesi sadece Ermenileri saymamış
bölgedeki Müslümanları ve diğer halkları da saymıştır ama yazarın yaptığı
çapraz kontrollerde Patrikhane rakamları tutarsız çıkmaktadır. Yine Ermeni
Bağımsızlık Hareketi yada Soykırım belgeleri dışında bağımsız ve olağan Kilise
kayıtlarına rastlanmaması da yazara ortaya konulan nüfus istatistiklerinin
siyasi bir güdüyle sonradan oluşturulduğunu fikrini sorgulatmaktadır.
Hiç şüphesiz Osmanlı kayıtlarına
karşı eleştiriler getirilmekteydi. Yazar önce bu eleştirileri sıralamış
arkasında da yanıtlamaya çalışmıştır. Ermeni Bağımsızlık Hareketinden yana
olanların Osmanlıların Ermeni nüfusuna dair istatistiklerine yönelik eleştirileri
şöyleydi; öncelikle illerin sınırları Ermeni nüfusunun farklı illerde kalacak
şekilde dağılmasına sağlamak amacıyla kasıtlı olarak Ermenilerin yoğun yaşadığı
bölgeleri parçalamıştır gibi bir iddia dile getirilir. McCharty ise bu durum
Osmanlı Devletinin İdari Etkinlik çalışması olduğunu savlamaktadır. Ona göre il
sınırlarındaki oynamaların amacı Ermeni halkını bölmek yada dağıtmak değil
merkezi hükümetin olağan idari tasarruflarıydı. Bu noktada McCharty’nin kendi
siyasal duruşunu tarihsel verilerle sağlamaya çalıştığı düşünülebilir.
Yine Ermeni araştırmacılar
Osmanlı Nüfus kayıtlarını incelediklerinde dile getirdikleri en önemli bir
diğer eleştiri ise Ermenilerin yaşadığı bölgelerdeki Müslüman nüfusu artırmak
için Çerkezlerin ve Kürtlerin bu bölgelere yerleştirilmesi olmuştur. MaCharty Göçmenlerin
bu durumunu doğrular ancak bunun arkasında bir kasıt olmadığını söyler. Osmanlı son dönemlerinde kaybettiği
topraklardan büyük bir göçmen akınıyla karşılaşmış ve bu kitlenin iskanın
yazara göre her hangi bir siyasi art düşünce olmadan olağan yerleştirme
politikaları uygulanmıştır. Ermeni araştırmacıların Osmanlı istatistiklerine
karşı getirdikleri bir diğer eleştiri, yazara göre, Osmanlı kayıtlarının Müslümanları
etnik olarak bölmemelerine rağmen Hristiyanları mezheplerine göre bölmesi
olmuştur. Yazar bu durumu Osmanlı idari
anlayışını yattığı Millet Sistemine bağlamaktadır. Dünyanın geri kalanı gibi Osmanlı için Türk,
Kürt, Çerkez yada Arnavut yoktur, sadece Müslüman vardır. Ancak gerçekten de
Osmanlı’nın Ermenileri Katolik ve Gregoryen olarak ikiye bölmesini etnik değil
dini temele dayanan Millet sistemine bağlanması gerekmektedir.
Son olarak Ermeni
araştırmacıların yada Ermeni savlarını destekleyen batılı bilim insanları yada
politikacıların dile getirdiği Müslüman sayıları abartıldığı Hristiyan sayısının
ise eksik gösterildiği yönündeki eleştiri de McCharty tarafından şöyle
yanıtlanmaktadır; yazar Osmanlı nüfus kayıtlarının amacının askere alma, vergi
bağlama ve oy kullanma gibi gerekçelere dayandığı kadınları ve belirli bir
nüfusun altındakileri kapsamadığını söylemiştir. Bu nedenle yazar Ermeni
araştırmacıların bu eleştirisine hak vermiş ise de sözünü burada noktalamamış
ve aynı şekilde Müslüman nüfusunun da sadece belirli bir yaşın üstündeki
erkekleri kapsadığını belirterek her iki tarafın da aslında sayılarının daha
yüksek olması gerektiğini savunmuştur.
Öte yandan Anadolu’daki Rum
nüfus; çoğunlukla Ege Denizi, Marmara Denizi ve Karadeniz kıyılarında
yaşamaktadır. Osmanlılar Rumların %3,5’unu Katolik geri kalanını ise Ortodoks
olarak kaydetmişlerdir. Anadolu’da yaşayan insanların bazları başka
memleketlerden pasaport almışlardır, bunların sayısının ve maiyetinin ne olduğu
anlaşılamamaktadır. Gerek Avrupalıların gerek ise Osmanlıların farklı güdülerle
yaptıkları istatistiklerde Ermeni nüfus hakkındakilerdeki gibi sonuçlarda açık
farkların olmaması dikkat çekicidir. Yine de Polybios’un 1919’da yayınlanan
kitabında ‘1910 Osmanlı Nüfus Sayımı’
diye asılsız bir bilgi verilmiştir. Ne bu yılda böyle bir nüfus sayımı
yapılmıştır ne de Polybios’un verdiği rakamlar gerçekçidir. Polybios’un Rum
Patrikliğinin verilerin desteklemek için böylesi sahte bir veri ürettiği
McCharty tarafından ileri sürülmüştür. Böylesi bir girişim Versaillees Barış
Konferansı’na İngiliz delegelerine Rum Metropoliti Khrysanthos tarafından
yazılan bir mektupta da kendisini göstermiştir. Khrysanthos, özellikle
Pontus’da yaşayan halklar arasında Rumların ‘Gerçek Türkler’den daha fazla olduğunu söylemektedir.
Osmanlı Anadolusunda yaşayan diğer
nüfus gruplarına gelince; Yahudi, Bulgar, Yezidi, Çingene, Süryani, Kadim
Süryani, Yakubi, Keldani, Nesturi, Maruni gibi bir çok halk Anadolu’da
yaşamıştır. (Yine bu noktada Müslüman olup Türk olmayan halklar ile Türk olup
Müslüman olmayan halklar burada sayılmamıştır.) Bu grupların bir kısmı İstanbul, İzmir, İskenderun, Bitlis gibi
kimi merkezler dışında hepsi bir arada yaşamak yerine çoğunlukla kendilerine
ait ana yurtlarında kendi içlerinde yaşamaktadırlar. Bu gruplar içinde
Yahudiler ve Bulgarlar kendi nüfus kayıtlarını bir biçimde sürdürmekte iken
diğerleri hakkında böyle bir çalışma bulunmamaktadır. Osmanlı Devleti içindeki
Ermeniler dışındaki monofizit ve doğulu Hristiyanlardan olan Nesturi, Süryani,
Keldani ve Yakubi halklarının tam olarak sayıları asla bilinemeyecektir.
1912 yılına gelindiğinde Osmanlı
ülkesi 17,5 Milyon insanın yaşadığı, etnik olarak çeşitli, az gelişmiş bir
memlekettir. Nüfus çoğunlukla deniz kıyılarında yoğunlaşmıştır. İyi hava
koşulları, yerleşim/ulaşım kolaylığı ve ekonomik canlılık nüfus hareketinin
nedenidir. Gayrimüslimlerden Rum ve Ermeniler bütün Anadolu’ya yayılmış iken
Süryani, Keldani ve Nesturiler ata yurtlarında kalmışlardır. Yazar Osmanlı
Anadolu’suna baktığında şöyle bir sonuca ulaşmıştır, Anadolu; yüzyıllardır
süren Türk yönetimleri altında tümüyle İslamlaşmıştır. Yazar eserinde bu İslamlaşmanın
nedenlerini yada acı süreçlerini incelememekte sadece istatistiki verilerle bu
sonuca ulaşmaktadır.
Osmanlı Anadolusu 1878’ten
1912’ye oturmuş bir nüfus artış oranına sahipti. Müslüman nüfus, bu dönem
içerisinde neredeyse %50 oranında artış göstermiştir. Bu artışın nedenini
yazar, Osmanlı’nın uzun yıllardır göremediği bir dış ve iç barış dengesiyle,
yaşanan görece siyasi ve ekonomik istikrarında görmektedir. Osmanlı’nın 16.
yüzyıldan bu yanan Anadolu’da sağlamaya çalıştığı merkezi yapı en sonunda bu
dönemde kurulmuş ve iç barış sağlanmıştır. 1914 yılına gelindiğinde ise bu
olumlu görünüm son bulmuştur. McCharty’e göre 1914’ten 1923’e kadar Anadolu
halkının %20’si ölmüştür. Doğu illerinin bazılarında halkın yarısı ölmüş,
kalanların yarısı ise sürülmüştür.
1911’den 1922’e kadar Anadolulu
beş savaş görmüştür: bunlar; Trablus Savaşı, Birinci Balkan Savaşı, İkinci
Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve en son olarak Kurtuluş Savaşıdır. Bu on
bir yıl içinde sadece yirmi iki ay barış yaşanmıştır. Savaş sadece
çatışmalarıyla değil ekonomik ve sosyal sıkıntıları ile de Anadolu halklarını
kıyıma uğratmıştır. Doğuda ise savaş daha da acımasız yaşanmıştır. Önce Rus
istilası ardından Ermeni Ayaklanmaları ve Kürt isyanları ardı ardında
gelmiştir. Anadolu’daki acı dolu yılların diğer bir göstergesi de şüphesiz Dul
Kadınların Nüfusa Oranı’dır. Ancak her ne kadar doğudaki acıların
batıdakilerden aşağı kalır yanı olmamasına rağmen yazar kesin bilgiye
ulaşamadığı için tabloya yansıtamamıştır.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde
Osmanlı Anadolusunda yaşayan bir buçuk milyon Ermeni’den Türkiye Cumhuriyeti’ne
sadece yetmiş bin kişi kalmıştır. Yazılı tarihin başlamasından bile önce Doğu
Anadolu’da yaşamakta olan bir halk, düpedüz, oradan yok olmuştur. Ege
kıyılarındaki Rumlar ise Türk-Yunan Savaşının hemen ardından ülkeyi terk
etmiştir. Pontus ve Trakya’daki Rumlar ise onları izlemiştir. Kalanlar ise
Lozan sonrası Mübadele zoruyla ülkeden çıkarılmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve
Kurtuluş Savaşı döneminde iki buçuk milyon Müslüman ölmüştür. Yani toplam Müslüman
nüfusunun yüzde 18’i ölmüştür. Yazar yüzde on sekiz ölüm oranının savaş alanı
olan bölgelerde çok daha arttığını söylemektedir. Savaşlar bir yana veba
salgınları ve yaygın hastalıklar da Anadolu’daki Müslüman ve Gayrimüslim nüfusu
telef etmiştir.
Yazarın yaptığı bu kapsamlı
araştırmadan sonra Muslims and Minorities, The Population of Ottoman Anatolia
and the End of the Empire özgün isimli kitabında ulaştığı sonuçlara değinecek
olursak; Anadolu’daki ölümlerin nedeni hem etnik hem de coğrafidir.
Hristiyanların çoğunlukla yaşadıkları bölgelerde yaşayanlar büyük olasılıkla
ölecektiler. Yazara göre bu ölüm oranının etnik kimlikleriyle bir bağlantısı
bulunmamaktadır. Anadolu’da bir yandan yabancı istilası bir yandan da
Hristiyan-Müslüman savaşı yaşanması ölümlerin nedeni iken sadece Ermenilerin
ölüm telefatından söz etmek yazara göre yanlış olacaktır. Yazara Doğu Anadolu’da
hem Ermeni ölümleri hem de Müslüman ölümlerinin aynı coğrafyada olduğunu
söyleyerek savını desteklemek istemektedir.
Ermenilerin ana vatanı olan Vilayet-i
Sitte Ermeni ölümlerinin büyük bölümünün gerçekleştiği yerdir. Anadolu’daki toplam Ermeni nüfusunun Yüzde
40’ı ölmüş iken bu oran Ermeni ana yurdu olan alanda daha fazladır. Hem
Müslümanlar hem Hristiyanlar cana kıyıcılık ettiler. Hem Müslümanlar hem
Hristiyanlar kıyımdan geçirildiler. Batıda ise Müslüman ölümleri sayı yönünden
Hristiyan ölümleri ise yüzde yönünden daha yüksekti. Mübadele edilen Rum
nüfusunun nereden geldiği bilgisi elde edilemediğinden nüfus hareketliliğinin
sonuçları kestirilememiştir. 1914’den 1922’ye kadar olup bitenler Anadolu’da
kalıcı bir değişim gerçekleştirmiştir.
1922 sonunda Anadolu nüfusunun
3,5 Milyonu öldürülmüş ve 1,8 Milyonu göç ettirilmiştir. Hükümet biçimi
değişmiş, halife/sultan ülkeden sürgün edilmiştir. Ancak yaşanan en büyük
değişim nüfusta yaşanmıştır. Anadolu Hıristiyanlığı tarihi büyük acılarla sona
ermiştir. Laik bir ülke de olsa Türkiye Cumhuriyeti nüfusu tamamıyla
Müslümanlaşmıştır. Ticari hayattaki gayrimüslim ağırlık ortadan kalkmıştır. Büyük
tarım arazileri, kentlerdeki ve kırdaki mülkler el değiştirmiştir. Yeni
zenginleşen sınıflar başkalarının uğradığı felaketten kendileri için
zenginleşme fırsatı çıkarmışlardır. Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte Anadolu
haklarının yüzde 20’si ölünce “Osmanlı Anadolusu” da ölmüştür. Onun yerini
Türkiye Cumhuriyeti almıştır. Görüşleri ve Tehcir konusunda aldığı siyasi
pozisyonla çokça tartışılan yazar McCharty’nin Muslims and Minorities, The
Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire çalışması nispeten
rakamlarla konuşan bir kitap olmuştur. Kitapta derlenen nüfus hareketlerinin ve
tarihi olayların nedenleri üzerinde çokça spekülasyona gidilmeden nispeten daha
mutedil bir dil tutturulmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder