Bir "sınıf hareketi" olarak
Feminizm’in, Sovyet ülkesinde yaşadığı sorunlar Sovyetlerin dağılmasından sonra
ortaya dökülen tanıklıklarla anlaşılabilmektedir. Sovyetlerin kadına bakışı,
işçi sınıfı dışında başka bir sınıf tahayyülü olmayan bir rejimden
beklenircesine oldukça dar ve kısıtlayıcıydı. Kadının toplum içindeki yeri Batı’da
uzun süren mücadeleler sonucunda kazanılırken; Sovyetlerde kadının toplumdaki
konumu diğer her konu gibi bürokratik süreçlerin sonucunda belirleniyordu.
Batıyla karşılaştırıldığında Sovyet kadının proletarya diktatörlüğünde elde
ettiği görece öncü kazanımlar zamanla bürokrasinin dişlileri arasında
unutuluyordu. Kadınların kapalı Sovyet rejimindeki konumunun daha iyi
anlaşılması ancak rejimin yıkılmasından sonra mümkün olabilmiştir.
Doğuşundan itibaren kadın
hareketi hep bir sınıf hareketi olarak var ola gelmişti. Ama ne yazık ki Sovyet
deneyimi kimi komünistlerin kadına bakışını değiştirdi. Sovyetlerin bıyıklı
diktatörleri sınıfın cinsel temellerini benimseyememişti. Bu yüzden Sovyet
döneminin kadınlar üzerindeki etkileri hep tartışmalı nitelikte olagelmiştir.
İdeolojik köken tartışmalarını bir kenara bırakırsak kadın hareketi kapitalist
ülkelerde kökleştikçe komünist rejimlerle arası açıldı. Bunun olmasında Sovyet
deneyiminin insanlık onuruna yakışmayan sonuçlarının katkısı kaçınılmazdı. Ama
bir yandan da kadınlar kapitalist ülkelerde ezilen hemcinslerini sınıf
bağlılıkları nedeniyle göz ardı edemezdi.
Aleksandr Solzhenitsyn - Arkhipelag GULAG - 1973 |
Sovyetlerin acımasız diktatörü
Stalin akıl almaz yöntemleriyle sadece Rus erkeklerini değil kadınlarını da
ezmişti. Neredeyse kırk sene önce Paris’te yayınlanan büyük Rus düşünür ve
yazarı Aleksandr Solzhenitsyn’in Arkhipelag
GULAG isimli çalışması tüm
dünyayı Stalin’in Gulag[1]
gerçeğiyle tanıştırıyordu. İlk yayınlandığı günlerde maruz kaldığını siyasi
baskının aksine; kitap 2009’dan bu yana Rusya’da okullarda okutulmaktadır. Gulag’lar
çökmüş bir rejimin insanlık onuruna yakışmayan eski bir kâbusu olarak
düşünülmesin. Kâbus günümüzün modern despotlarıyla modern yöntemlerle
sürdürülüyor. Tamamı devlet kontrolündeki Rus medyasının Sovyet arşivlerine
çıkarcı yaklaşımı nedeniyle bugün dahi net bir tarihi anlatımı
zorlaştırmaktadır. Gulagların ya da diğer Komünist baskı araçlarının toplumsal
etkileri ülkede hala açıkça tartışılamamaktadır. Batı dünyası ise Sovyet tarihini
ve az da olsa açılmış eski arşivleri okumayı “büyük bir ön yargıyla da olsa”
sürdürüyor.
Gulaglara gönderilenler büyük
çoğunlukla sistem karşıtları, siyasi muhalifler ya da tecrit edilmiş azınlıklar
oluyordu. Erkekler ve kadınlar ayrı çalışma kamplarında tutuluyor, mahkûm olan
erkek olsa dahi kadın sisteme olan bağımlılığını kanıtlamakla yükümlü
tutuluyordu. Böylece en temel insani ve hukuki değerler çiğneniyor ve “işçi
diktatörlüğünde” zora dayalı bir emek sömürüsü yaratılıyordu. Bu şekilde
siyasal nedenlerle parçalanmış ailelerin çocukları da yetimhanelere
büyütülüyordu. Yetimhanelerde yetişen neslin de resmi bir katiyetle sisteme
bağlılığı sağlanıyordu. Paul R. Gregory tarafından geçtiğimiz
yılın ağustos ayında yayınlanan Women of
the Gulag: Portraits of Five Remarkable Lives[2]
isimli kitap Gulag’larda mahkum edilmiş beş kadının hikayesini batı dünyasına
açmaktadır. Kitapta Agnessa Argipopulo,
Maria Senotrusova, Evgenia Feigenberg, Adile Abbasoğlu ve Fekla Andreeva’nın Gulag öyküleri
anlatılmaktadır.
Paul R. Gregory - Women of the Gulag |
Kitapta anlatılan beş kadından
üçü eşleriyle evlilikleri yoluyla kendilerini Sovyet elitleri arasında bulmuştur, diğer ikisi ise sıradan
köylülerdir. Agnessa Argipopula Güney Rusya’da yaşayan bir ailenin kızıdır, Rus
Devrimi sırasında komünistlerle birlikte hareket etmiş ve devrim sonrasında NKVD[3]’de
yükselen Sergei Mironov ile evlenmiştir. Mironov bir Yahudi’dir ve rejime olan
sadakatine rağmen kısa bir süre içinde kendisinden şüphelenip Gulag’la
cezalandırılacaktır. Mironov’un ardından eşi Agnessa’da şüphe çekecek ve
Kazakistan’daki bir Gulag’ta çalıştırılmaya başlatılacaktır. 1903 doğumlu
Agnessa’nın eşinin azınlık kimliği nedeniyle yüksek Sovyet elitlerinden sonra
Kazakistan’da yaşanmaya zorlanmasının hikayesi sınıfsal bir iktidardaki kimlik problematikini
bir kez daha kurmamıza neden olmaktadır.
Kafkas halklarından olan Abhaz
kadınlarının güzelliğini taşıyan Adile Abbasoğlu ise Anadolu’dan
hatırlayabileceğimiz bir şekilde on beş yaşında bir çocuk iken klanının ileri
gelenlerinden birisiyle evlendirilmiştir. Bağlı bulunduğu klanın devrimi
desteklemesiyle kayınbiraderi Nestor Apollonovich Lakoba da bir komünist lider
haline gelmiştir. Kayınbiraderinin siyasal ilerlemesi klanın Stalinist
eğilimleriyle mümkün hala gelmiştir. Ancak Nestor’un rakibi Lavrentiy Beria’nın
Kafkas Komiserliğini Lakobalardan almasıyla Adile’nin akıbeti de bir anda
değişir. Siyasal nüfuzunu kaybeden ailenin erkekleri ve kadınları çalışma
kamplarına yani Gulaglara gönderilir. Böylece Adile’nin Kafkalardan başlayan
yolculuğu Kazakistan’a kadar uzayacaktır.
Adile Abbasoğlu |
Belarus’taki küçük bir kasaba
hahamının kızı olan Evgenia (ya da Yevgenia) Feigenberg ilk evliliğini ailesinin
uygun gördüğü gibi umut vaat eden genç bir Yahudi din adamıyla yapmıştı. İlk
evliliğinden bolca çocuk ve uzun bir yolculuk emanet almış, Odesa’ya taşınmıştı.
İlk evliliğinden geleneksel kalıplara sığmadığını anladığında İkinci eşiyle
şansının açılacağını tahmin etmişti. İkinci eşiyle birlikte Moskova’ya
taşındılar. Gerçekten de şansı açılmıştı zira eşi Sovyetlerin Londra Elçisi
olarak atanmıştı. Ama Evgenia’nın öyküsü burada da mutluluk getirmez, Moskova’ya
geri döner. Bu kez Nikolai Ezhov (ya da Yezhov) ile evlenecektir. Ezhov,
Stalin’e bağlı çalışan gizli teşkilatın başı olarak ünlenecektir. Ancak Ezhov, Stalin ile birlikte yarattığı
gizli rejimin hedefi haline gelecek ve eşini de acı bir kadere sürükleyecektir.
Eşiyle birlikte rejim düşmanı ilan edilen Evgenia gulagda ölümü bekler. Yazdığı
af ve yardım mektupların cevapsız kalması neticesinde celladını bekleyemeden
kendisini öldürür.
Yukarıda özetlenen üç Sovyet
elitinin Gulaglardaki hazin hikayesinin yanında alt kademeden kadınlara dair öyküler
de yaşanır Gulaglarda. Örneğin Maria Senotrusova’nın tek suçu eşinin Çar
zamanında bir tren yolu mühendisi olmasıdır. Yeni rejimin akılları zorlayan
düşün sistematiğine göre eski rejimin ücretli bir çalışanı olduğu için eşi ve
babasının Çar taraftarı olmaması beklenemezdi. Böylece devrim sonrası Maria’nın
eşi Alexander Ignatkin’in her haraketi izlenmeye başlanır. Stalinist dönemin
baskıcı uygulamalarıyla muhalif olmakla itham edilir ve Gulag’a yollanır. Maria
Senotrusova da eşinin akıbetini sorgular. Tam bir sosyalist gururla
yetiştirdiği üç çocuğu ile yıllarca uğraştığı kocasının mahkumiyetinde; sayısız
başvurular ve sonuçsuz kalan mücadeleler sonucunda o da sistem karşıtı olarak
damgalanacaktır. Kruşçev gelip Stalin dönemiyle yüzleşinceye kadar eşinin
işkence ve idamını haber alamayacaktır.
Fekla Andreeva |
Sovyet öncesi bir Kulak[4]
çiftliğinde yetişen Fekla Andreeva’nın doğduğu ve yetiştiği dağ köyü; Stalin
zamanında Sovyetler tarafından kamulaştırıldıktan sonra köyün ileri gelenlerine
itham edilen sayısız ekonomik suç sonucunda; sürgünlere ve idamlara
gönderilmiştir. Küçük bir arazi sahibi olmak ve çiftlik işlerinde yardımcı
personel istihdam etmek gibi “büyük” günahların müsebbibi bu Kulak da
dağıtılınca Fekla ve kız kardeşleri yakında bir kolektifte yaşamaya ve iyi bir
Sovyet yurttaşı olmaya zorlanır. Fekla ve onun gibi birçok Kulak mensubu
Stalin’in başlattığı dekulakizasyon döneminde gulaglarda çalışmaya gönderilir.
Fekla, kitapta öyküsü anlatılanlar arasında sağ olan tek kişidir. Ama onun gibi
bir çok gulag mağduru/mahkumu da yaşamlarını Sovyet sonrası ülkelerde
sürdürmektedir. Kitabın yazar Paul R. Gregory’ye kitabı için konuştuğu
kadınların söyledikleri ise hep aynıdır: “Bunca yıldır nerdeydiniz? Öykümü
anlatmak için sizi bekliyordum”
Dr. Selahattin ÖZKAN
Dr. Selahattin ÖZKAN
Kaynaklar:
- http://www.hoover.org/publications/defining-ideas/article/140866
- http://bookhaven.stanford.edu/tag/paul-gregory/
- http://russiapedia.rt.com/of-russian-origin/the-gulag/
- Judith Pallot, The Gulag as the Crucible of Russia’s 21st Century System of Punishment, 2012
- David R. Marples, The Kulak in Post-War USSR: The West Ukrainian Example, 1984
[1] Stalin
zamanında kurulmuş zorunlu işçi kamplarına verilen ad. Türkçesi “Islah edici
İşçi Kamp ve Yerleşimleri Genel İdaresi” demek olan Rusça “Glavnoye upravleniye
ispravityelno-trudovykh lagerey i
koloniy” kelime grubunun kısaltmasıdır.
[2] Stanford
University, Hoover Institution, 2013, ABD
[3] KGB
öncesi Sovyet istihbarat teşkilatı
[4] Rusça
yumruklaşmış anlamına gelen kelime; bir araya gelen ailelerden oluşan bir tür
komünyal yaşam sürdürülen çiftlik; Çarlık zamanında ilk örnekleri başlayan
uygulamadaki ailelerin zamanla alım güçleri ve hayat standartları genel Rus
halkından yükseldiği için Sovyet rejim tarafından dışlanmışlardır.
''Bir sınıf hareketi olarak Feminizm'' den sonrasını okumadım.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBen burada ayrımcı bir yaklaşım göremedim.Bahsi geçen kadınlar stalinin bireysel-baskıcı rejiminden nasibini almış milyonlarca kadın ve erkekten bir kaçı.
YanıtlaSil