Endüstri çağının ihtiyaç duyduğu
insan gücünün karşılanması için batılı kâşifler dünyanın en ücra köşelerine
yayılmıştırlar. İnsanlığın bütününe refah sağlayacaklarını düşündükleri kutsal
metinlerini taşıyan din adamları da gizli amaçlarıyla bu keşif
yolculuklarındaki en önemli yoldaşlarıydı. Afrika’nın, Asya’nın ve Amerika’nın
en uç noktalarına ulaşılmış ve insanlık ailesinin tarihindeki utanç dolu
suçlarından birisine imza atılarak; sırf derilerinin rengine bakılarak aşağı
görülen insanlar köleleştirilmek ve kol gücünden yararlanılmak üzere eski
kıtaya doğru sürükleniyordu. Henüz Ortaçağ alışkanlıklarından kurtulamamış;
düşünme erki söz konusu olduğunda emekleme döneminde kabul edebileceğimiz bilim
insanları da buna kötü düşünceleriyle destek sağlıyordu. Ta ki kadınlar; özgün
yaratıcılıkları, eşsiz empati yetenekleri ve azimli bilimsel zekalarıyla tarihi
değiştirmeye başlayana değin.
Afrika’daki, Asya’daki ve
Amerika’daki yerli halkların insani vasıfları batılı kamuoyu kadar bu ilk bilim
insanlarınca sorgulanıyor ve çoğunlukla insan olmadıkları kabul ediliyordu. Çok
değil daha birkaç asır önce kadınların da aynı mücadeleyi verdiğini ve Ortaçağ
boyunca insan olmadığı savlanan kadınların Aydınlanma ve Sanayileşme sonrası
artık erkekten aşağı da olsa insan olarak genel kabul görmeye başladığı kabul
etmeliyiz. Erkeklerin tekelindeki bilimsel camia zor da olsa kadının insani
vasıflarını kabul etmiş görülse de erkeklerle eşitliğinde hala ayak diriyor;
onu, kendi aralarına almamakta ısrar ediyor ve sayısız engelle önünü
engellemeye çalışıyordu. Bilimsel camianın kadınları dışlamayan ama kendi
aralarına kabulünü neredeyse zorlayan yöntemleri görünürde var olmayan
ayrımcılığın gizlenmesine yol açmıştı.
Gizli ayrımcılığın üstesinden
gelmek ve toplumda henüz yıkılmayan önyargıları kırmak gibi iki büyük engeli
aşıp akademiye kabul edilmeyi başaran kadınlar eğitim masraflarının
karşılanmasını sağlayacak erkeklere muhtaç olmak yada asla erkek rakipleri
kadar ciddiye alınmamak gibi başka zorluklarla mücadele etmek zorunda
kalıyordu. Tüm bu zorluklara rağmen modern zamanlarda ortaya çıkacak ilk
feminist siyasal hareketlerden çok önce; Ortaçağ sonrası sanayileşen batılı
ülkelerde az sayıda da olsa kadın akademisyen kendisini göstermişti. Kadınların
bilim dünyasında yol açtığı yenilik cinsel kimliklerinden bağımsız gelişiyor ve
erkekler karşılarındaki kadınların bilimsel başarılarını kabul etmek zorunda
kalıyordu. Kadınların başardıkları her bilimsel başarı hemcinslerinin önünü
açmakta yeni bir olanak daha yaratıyordu.
Kadınların başarıları sadece
kendileri ve yeni nesiller için sınırlı kalacak değildi. Kadınların bilimsel
düşüncede erkeklerin aksine çok yönlü düşünmeyi ve empatiyi denklerimde
bulundurabilmeleri onların eşsiz bir katkısı olarak öne çıkıyordu. Özellikle
sosyal bilimlerde benmerkezciliğin giderek terkedilerek yerine bilimsel
tarafsızlığın hakim olmasında kadınların katkısına şahit oluyoruz. Kadınlar
mühendislikte, tıpta yada fizikte olduğu kadar felsefeden yavaş yavaş ayrılmaya
başlayan tarih, arkeoloji yada sosyoloji gibi sosyal bilimlerde de denklerimin
değişmesine yol açıyordu. Değişimin yol açtığı sarsıntı muazzamdı. Erkekler bir
yandan yitirdikleri akademik iktidarın yol açacağı sosyal sorunlarla uğraşırken
bir yandan da kaybolan itibarlarını yeniden elde etmenin yollarını arıyorlardı.
Büyük Zimbabwe Harabelerinin Üstten Görünüşü |
Yirminci yüzyılın başında
sorgulanamayan, nerdeyse yıkılması olanaksız olan tabulardan birisi de
insanların derilerine göre değerlendirilmesiydi. Avrupalı beyaz insan; kara
derili Afrikalıların, kızıl renkli Amerikalıların ve sarı renkli Asyalıların
beyazlar kadar insan olabileceğine bir türlü ikna olmuyordu. Ortaçağ’ın
belirsiz sonlarına doğru ilk kez Portekizliler ve İspanyollar tarafından
başlatılan kolonileştirme en nihayetinde köle ticaretine dayanıyordu. Afrika,
Asya ve keşfedilen Amerika’da kurulan koloniler; biryandan ana kıtadaki
sanayileşmeyi köle ticaretiyle beslerken bir yandan da dünya hazinelerinin
batılılar tarafından keşfedilmesini sağlıyordu.
Yine de dünyanın geri kalanında kendisinden gayri medeniyet izleri görmeye
alışık olmayan batılı düşünce; bulduklarını bugün bilimsel olmadığını
bildiğimiz bir silsileyle; kendi atalarına bağlamaya çalışıyordu.
Erkeklerin elinden çıkan bu
bilimsel silsile ancak kadınların bu denklemlerdeki dengeyi bilinmeyenler
lehine değiştirmesiyle yıkılacaktı. İlk kez Portekizliler tarafından varlığı
kaydedilen Afrika’daki kalıntılardan olan Büyük Zimbabwe Harebeleri de bu
tarihi sürecin en çarpıcı örneklerinden birisidir. Bilimsel tanınırlığı henüz
oluşturmaya başlayan arkeoloji bilimi koloni yönetimlerinin hamiliğinde yabancı
topraklarda kendi medeniyetlerinin bağlarını arıyordu. Bölgeyi kolonileştiren
İngilizler de yanlarındaki arkeologların yönetimleri aleyhine zemin
oluşturabilecek bir söylemin içine girmesini bu nedenle istememişlerdir. Bu
istem; bölgedeki ilk araştırmaları yapan arkeologların buluntuları kayıp Yahudi
klanlarına bağlamaya kadar garip düşüncelere sürüklüyordu. Öyle ki alanın
Peygamber/Kral Süleyman’ın gizemli madeni olabileceği bile ortaya atılmıştı.
Beyazlar dışında herhangi bir
insan ırkının medeniyet göstergesi kabul edilen şehirler kurmasını, kaleler
inşa etmesini yada duvar örmesini beklemeyen bu düşünce sistemi kolonyal
sistemini meşruiyetini de sağlıyordu. Koloniciler; medenileşememiş insan
topluluklarının köleleştirilmesine bir mani bulunamayacağını zira medeni
değillerse medeni insanların tabi oldukları dini, idari yada ahlaki kurallara
tabi tutulmalarına gerek olmadığını savlıyordu. Beyazlar dışında kalan kara,
sarı yada kızıl derili insanların da şehir kurduklarını, kale inşa ettiklerini
yada duvar ördüklerini gösteren arkeolojik buluntular desteklenmiyor, sansür
ediliyor yada alaya alınıyordu. Bilimsel çevreler siyasal çabanın kurucusu ve
savunucu olmuştu.
Gertrude Caton-Thompson |
Zimbabwe özelindeki tartışmalar
giderek anlamsızlaşmıştır. Daha önce James Theodore Bent ve David
Randall-Maclver tarafından kazılan ama bir türlü anlamlı bir bütüne
bağlanamayan Büyük Zimbabwe Harabelerinin kazılması için Gertrude
Caton-Thompson’ı davet eden The British Academy[1]
koloni yönetiminden bağımsız doğrudan İngiliz Kraliyetinden aldığı
kapitülasyonla bölgeyi incelemeye başlamıştır. Böylece görece daha serbest bir
çalışma ortamına sahip olan Caton-Thompson 1928’te alandaki çalışmalarına
başlar. Kathleen Kenyon’la birlikte işe koyulan Caton-Thompson sadece bir yıl
sonra buluntuların Afrika’nı yerli halklarına ait olduğu sonuca varmıştır.
Erkeklerin gözünde alan tarih öncesine ait iken Caton-Thompson bölgenin en
erken kullanım tarihini on birinci yüzyıla kadar çekmiştir. Bu da Büyük
Zimbabwe’de Ortaçağ ait muhteşem bir yerleşimin ilanı demektir.
Ortaçağ’ın sadece Avrupa merkezli
bir tanımlamasını genel kabul gördüğü yirminci yüzyılın başlarında ne Akdeniz’in
diğer ucundaki Müslüman toplumlarının ne de Asya’nın uzak köşelerindeki yerli
uygarlıkların kurmuş oldukları karmaşık toplumsal yapılar, görkemli kentler
yada kültürel dokular kabul görüyordu. Avrupa henüz ben-merkezci bilimsel
yapısından sıyrılamamış; beyaz ırkın dışındaki halkların tarihine saygıyla
yaklaşmayı öğrenememiştir. Bu yaklaşım yoksunluğu dünyayı idrak etmemizi
sağlayan bilginin yanlış bir temel üzerine inşa edilmesine neden oluyordu.
Bilimsel temelin olmayışı köktenciliği ve hoşgörüsüzlüğü besliyor; bilim gibi
yeni fikirlere açık olması gereken bir alanda sansürü ve baskıyı doğuruyordu.
Büyük Zimbabwe harabelerinin beyaz ırk dışında kalmış kara derili Afrikalı
halklara ait olmasının en büyük zararı Afrikalı halklar üzerindeki egemenliğini
beyazların üstünlüğüne bağlayan siyasilere olacaktır. Bu nedenle Afrika’daki
İngiliz Koloni Yönetimi bilimsel bilginin sansürüyle bu kadar çok uğraşmıştır.
1889’da; Britanya Kraliçesi Victoria’nın
hamiliğinde kurulan, The British South Africa Company İngilizlerin Rodezya[2]
olarak adlandırdıkları Zambezi nehrinin güneyindeki toprakları kolonileştirmeye
başlamıştır. Yerli halkı köleleştirip İngiltere, Hindistan ve Amerika’daki
işletmelerde emek gücü olarak kullanırken; alt-tropik bölgenin madenlerini de
işletmeye başlamıştır. Ümit Burnu’nu keşfeden Portekizlilerin ardından önce
Hollandalılar ardından da Britanyalılar Afrika’nın güney ucunu
kolonileştirmiştir. Rodezya’daki en uzun ve sonuncu koloniyi kuran İngilizler
ise temel olarak yönetimsel idraklerini beyazların üstünlüğü ile
meşrulaştırmaya çalışmıştır. Büyük Zimbabwe’deki harabelerin antik çağlardaki
kayıp bir ari kabile yerine Ortaçağ’a tarihlenen bir yerli medeniyete ait
olması egemenliklerini doğrudan tehdit ediyordu. Gertrude Caton-Thompson’ın
buluntuları bilimsel sadakatiyle savunabilmesi tarihin seyrini değiştirmiştir.
Kathleen Kenyon |
Güçlü bir sözlü tarih geleneğine
sahip olan Arap halklarının ticari bağlar kurdukları Afrika’nın güney ucundaki
halkların medeniyeti, şehirleri ve krallarına dair alıntıları batılıların malumudur.
Arap rehberleriyle Ortaçağ’da kullanılan ticari rotaları takip ederek Afrika’nın
büyük su yollarını ve susuz çöllerini aşarak güneye ulaşan ilk kolonicilerin
ilk etkileşimleri politik motivasyonlarla bastırılmıştır. Giderek artan
ekonomik ihtiyaçların karşılanması güdüsü Afrika’nın kolonileştirilmesi zorunlu
kılmışken; eski söylencelerin araştırılması bilimlerin aydınlanma sonrası
etkinleşmesine, yani on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğine kadar beklemiştir.
Ancak yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde doğruya yakın tarihsel, sosyolojik ve
arkeolojik yorumlamalara gidebilmiştir. Afrika’nın güneyindeki geniş Bantu
ailesinin Shona kabilesine ait Zimbabwe medeniyetinin arda kalanların öyküsü;
siyasi güdülerin bilimsel sansürü kadar bu nedenlerle de Gertrude
Caton-Thompson’ın zamanına kadar beklemiştir.
Eski çağlardan bu yana yerleşime
açık olan; Zambezi nehriyle Limpopo nehirleri arasındaki Zimbabwe Platosunda,
on birinci yüzyıldan başlayarak yeni bir kraliyetin kurulmaya başlandığı
sanılmaktadır. Shona kabileleri arasındaki küçük mücadeleler sonucu Nyatsimba
Mutota; Mutapa Krallığını kurmuştur. Mutota, Shona sözlü geleneğinin
aktardığına göre Mutap krallığının ilk Mwene’dir; savaşçıların en önde geleni
anlamında. Krallığın kurulmasında Ortaçağ’da Araplarla yapılan ticaretin
temelini oluşturan tuz kaynakları önemli bir neden teşkil etmektedir. Anlatıya
göre Mutota, yeni bir tuz kaynağı bularak yerel halklarının ekonomisini
desteklemiştir. Nyatsimba Mutota’dan sonra iktidara gelen ikinci Mutapa kralı
olan Mwenemutapa Matope ise Zimbabwe krallığının sınırlarını Hind Okyanusuna
kadar genişletmeyi başarmıştır.
Ancak Mutapa Krallığı’nın on
beşinci yüzyıldaki bu aşır zenginliği ve sınırlarını orantısız genişlemesi;
Shona anavatanındaki içinden çıktığı ve zamanla rakibi olan Torwa Krallığı ile
ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur. Ayrıca bölgeye ulaşmaya başlayan ilk
beyazların da ilişkilerin değişmesinde etkisi olduğu kaçınılmazdır. Yaklaşık
dört yüz yıl boyunca Zimbabwe’deki büyük krallıklarını koruyan Shona’lar için
zorgünler başlayacaktır. Bir yandan Hind Okyanusundaki ticaret gemileri,
bölgeye yeni ulaşan beyazlara ait gemiler nedeniyle aksamaya başlamış, bir
yandan da Ümit Burnu’nu keşfiyle siyasal baskılar artmıştır. Portekizli ilk
kolonicilerin Mozambik’e ilk ulaştıkları zamanlarda Zimbabwe’li Shona kralları
Mozambik’e sahiptiler ve Portekiz kolonisi Shona egemenliğinin aleyhine
kurulmuş oluyordu. .
1515’e gelindiğinde Ümit Burnu’ndan
giren Portekizliler neredeyse Afrika’nın güney ucunu tümüyle ele
geçirmişlerdir. Portekiz’in Ümit Burnu’nun keşfinden ve buradaki siyasal
varlığından temel beklentisi Hindistan ve Asya’dan Avrupa’ya uzanan ticaret
yollara sahip olmaktır ama burada bulunmaya başladıktan sonra Zimbabwe ile
Hindistan ve Arabistan arasındaki ticaretin de farkına varmaya başlamış ve
siyasi konumlandırmasına bu ilişkilerin ele geçirilmesini de eklemeye
başlamıştır. 1520ler boyunca Zimbabwe krallarının yanında danışman olarak
görülmeye başlayan Portekizli ticaret adamları Hind-Arap ve Zimbabwe ticaretini
Portekizlilerinde çıkarları doğrultusundan yönlendirmeye başlarlar
Önceleri Swahilili kervanlarla
bağlantılı oldukları Zimbabwe’nin bilinen son kralı Mwenemutapa’dır.
Portekizliler Zimbabwe’nin Mwenemutapa’nın yönetiminde olduğuna dair bir nişan
dahi düzenlerler. Anacak egemenliklerini tanıdıkları bu topraklarda sonradan
gelip yerlilerin kurdukları kendi egemenliklerini nişane etmek gibi bir
garabete imza atmışlardır. On altıncı yüzyılın ikinci yarısında bölgeye ulaşan
Portekizli Cizvitler, yerli hükümdarın sarayında Hıristiyanlığı yaymaya
çalışmadan önce ilk sorunlar baş göstermiş olsa da kral asırlardır ticari
bağları olduğu Müslümanların isteğine uyarak vaftize gelen rahipleri
öldürmüştür.
Büyük Zimbabwe Sur Duvarları |
Portekizliler, Cizvit
rahiplerinin öldürülmesini öfkeyle karşılık verir. Ancak 1568’de Zimbabwe’nin
başkentine kadar ulaşan ilk askeri harekatın sonuçları yayılan bir yerel
hastalığın işgal kuvvetlerini kırmasıyla yarıda kalacaktır. Portekizliler
giriştikleri bu ilk askeri harekattan büyük yara alarak geri dönmüşlerdir. Hep
ticari ayrıcalıklarını yitirecekler hem de Mwenemutapa’nın eski şaşalı
egemenliğini yakalamasına neden olacaklardır. Ancak bu yaşananlar Zimbabwe’nin
ekonomik başarısının ve sahip olduğu altın yataklarının anlaşılmasını
sağlayacak ve Portekizlilerin iştahının iyice artmasına neden olacaktır.
1629’da Mwenemutapa; bu kez Portekizliler
üzerine atak gerçekleştirir ama hem kraliyetini hem de kendi canını
yitirecektir. Portekizliler Mutapa Krallığına Mavura Mhande Felipe isimli bir
kralı atarlar. Bu göstermelik bir kraliyettir, artık Zimbabwe’nin tüm
zenginlikleri Portekizlilerin ve daha sonrasında ise beyazların egemenliğine
girmiştir. Zimbabwe’nin kraliyet başkenti olan ve Büyük Zimbabwe harabeleri
olarak anılan bölge yağmalanmıştır. Zimbabwe’nin unutulan hikayesi üç asır
sonrasında bu kez Gertrude Caton-Thompson’ın çabalarıyla ortaya
çıkarılabilmiştir. 1928’de kazıları sonucu Zimbabwe’nin unutulan hikayesini
yeninden yazan Gertrude Caton-Thompson[3]
deli olmakla itham edilmiştir.
Beyaz ırkın kendi üstünlüğünü “bilimsel”
sanılan safsatalarla desteklemeye çalıştığı tüm çabaların aksine Afrika’nın Ortaçağ
boyunca egemenlik kurmuş Zimbabwe’nin büyük kralları; sırasıyla ülkelerine
gelen Portekizliler, Hollandalıların ve İngilizlerin tüm çabalarına rağmen
sözlü geleneklerini sürdürdüler. Beyaz ırkın gözü dönmüş erkeklerinden bilimsel
tarafsızlıkları ve özgün tarihi yaklaşımlarıyla ayrılan beyaz kadınların
arkeolojiye, tarihe ve tüm sosyal bilimlere kattıkları sayesinde öyküleri yeniden
hatırlandı ve tüm dünya kamuoyunun bilgisine sunuldu. Bugün Gertrude
Caton-Thompson gibi bilim insanlarının yıktığı tabuların özgürlüğünde bilimsel
yetkinliğimizin doruklarındayız.
Gertrude Caton-Thompson, Büyük
Zimbabwe kazılarından sonra başarılarının arkası gelir elbette ki yaşadığı
baskılar ve sansüre karşı gösterdiği direnişi onu saygın bir konuma yükseltir.
Yemen’de ve Mısır’da kazılar yapar, tarihi değiştirecek arkeolojik bulgular
yayınlar. Cambridge üniversitesinde çalışmalarını sürdürür ve saygın arkeologların
bir araya geldiği uluslararası akademik bir örgüt olan The Prehistoric Society’nin
ilk kadın başkanı olur. Batılı tarihçilerin İkinci Dünya Savaşı olarak andığı
Paylaşım Savaşlarının ikinci bölümünün Caton-Thompson’un çalışma alanı olan
Ortadoğu’yu cehenneme çevirmesinden sonra emekli olur ve 1985’de son nefesini
verene değin ülkesinde yaşar.
Yararlanılan Kaynaklar:
- The Zimbabwe Culture: Ruins ans Reactions, Gertrude Caton-Thompson, Africa's Past, Temmuz 1972
- Preben Kaarsholm, The Past as Battlefield in Rhodesia And Zimbabwe, Collected Seminar Papers, Instıtute of Commonwealth Studies, 1992 (42)
- http://www.badarchaeology.com/?page_id=1108
- http://en.wikipedia.org/wiki/History_of_Zimbabwe
- http://en.wikipedia.org/wiki/Gertrude_Caton-Thompson
- http://www.bbc.co.uk/worldservice/africa/features/storyofafrica/10chapter1.shtml
- http://exploringafrica.matrix.msu.edu/students/curriculum/m7a/activity4.php
- http://www.sahistory.org.za/topic/great-zimbabwe-case-study
- http://www.pbs.org/wgbh/nova/ancient/mysteries-of-great-zimbabwe.html
- http://www.bbc.co.uk/dna/ptop/A21025513#back6
[1] İngiliz
Kraliyeti tarafından fonlanan resmi sosyal bilimler akademisidir.
[2] İngiliz
İş Adamı, Madenci ve Kaşif Cecil Rhodes’in bölgedeki ilk kolonileri kurması
nedeniyle adı verilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder