Memleketimizin
tarihsel kökenlerinde hicvin ve mizahın yeri doldurulamaz niteliktedir.
Kültürlerin geçiş güzergahında bulunan Anadolu’da binlerce yıldır eriyen,
kaynaşan ve birleşen toplumların tarihleri kadar mizaha yaklaşımları da bir
kültür nüvesi olarak birbirleri içinde erimiş, kaynaşmış ve birleşmiştir.
Yaşanan acı olayların hafızalarda edindiklerini unutulmaz anlar kadar
toplumların siyasal, düşünsel ya da kültürel olarak olaylar karşısında
takındıkları karşı tavırların arasındaki hiciv kadar bir sosyokültürel okuma
aracı olarak mizahın tarihi de toplumları yakından tanımayı
kolaylaştırmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyete kadar olan dönemde
Anadolu’da yaşayan halkların mizaha olan yaklaşımları her daim araştırmaya ve
incelemeye değer bir noktadır.
Anadolu’da
kurulan eski uygarlıklardan Hititler, kültürel olarak en geniş mizahi etkisini Purulli ismi verilen hasatın bol
olacağının anlaşılacağı yıllarda düzenledikleri şenliklerde bırakmışlardır.
Takvimsel olarak bahar aylarında hasatın güzel geçeceği anlaşıldığında yapılan
Purulli törenlerinde neredeyse tüm kültürel normlar çiğnenebiliyor, eğlenceler
sınırları zorlayabiliyordu. Anadolu’daki belirsiz bir zamandan bu yana devam
ettirilen panayır geleneğini Hititlerin Purulli’sine kadar götürülmeye
değerdir. Bu geleneksel eğlencelerde halkın neşeyle ve sevinçle gelecek olan
hasatı kutlaması ve ihtiyaç duyulan emeğin sorunsuz karşılanması sağlanmaya
çalışılırdı.
Frigya
ülkesinin efsanevi kralı Midas’ın o
unutulmaz anlatısındaki nüktedan kişilik; Anadolu insanının kulaklarında hala
yankılanmaktadır. Ya da İyon destanlarındaki beceriksizliği ve yapmacıklığı ile
sürekli olarak öykünün ders verebilme niteliğini artıran karakterlerin
Anadolu’da hala yaşamadığı öne sürebilir mi? Hiç şüphesiz ki Anadolu insanı
antik zamanlardan bu yana daha henüz İslami nitelikli kıssalar ile tanışmadan
çok önceleri dahi karakterlerin alayla ve beceriksiz tavırlarla öykücünün
yücelttiği niteliklerden dersler edinmek istemiştir. Bunun kültürel
konumlarımızı yeniden belirleyen değişimlerle dahi etkisi bizi etkilemeye devam
edebilmektedir.
Yunan
tanrısı Dionysos’un şarapla, baharla
ve eğlenceyle anılması ve ona ithaf edilen festivallerin baharla
ilişkilendirilmesi gibi eski Anadolu uygarlıklarının da eğlenceyle baharda
tanışması eski bir başatlık olarak görülebilir. İyon, Grek ve Rum kültürünün
giderek Anadolu’ya yayılmalarıyla Dionysos’a adanan festivaller yaygınlık
kazanır. Hasatta kesilen üzümler asma görünümüne bürünen adamlara asılır,
eğlenilir ve erkekliğin o keskin kenarlı halleriyle dalga geçilirdi. Anadolu
edebiyatından Divan edebiyatına uzanan geleneksel Cam-ı Cem anlatısında Cem ile
Dionysos arasında bir bağ böylece kurulabilir. Anadolu Mizah motifleri antik
zamanlardan bu yana kültürler ve kimlikler arasında böylelikle devretmiştir.
Batı
kültürünün mizahi tadında eşsiz bir katkısı olan Ezop’un da Anadolulu olduğu düşünüldüğünde Anadolu’nun ortak mizahi
zekasının batıya da kaynaklık eden kaynakları anlaşılabilecektir. Dionysos’un
öncülü olarak sayabileceğimiz Hint-Avrupa yazın kültürünün ortak mirası
Sabazios’un Frigyalı, yani Anadolulu olması da dikkat çekmektedir. Böylece
Antik Çağlarda sonra dahi Anadolu kültürel köprü işlevini Hint-Avrupa ailesinin
kurulmasında sürdürmüştür. Ezop’un
fabllarının Ortaçağ Fransa’sında “Ysopet”
olarak yeniden üretilmişse de Anadolu’nun Selçuklu sonrası artan
İslamlaşmasıyla öğüt veren Nasreddin Hoca gibi anlatılarında dahi devşirilerek
iletildiği unutulmamalıdır. Nasreddin
Hoca’nın Asyalı kimliğinin belirginliğine rağmen; en azından, söylevindeki
yöntemin Anadolu’daki mizahi geleneği dışlamadığı da bir gerçektir.
Anadolu’daki
İslamlaşma yeni bir kültürel kimliğin, bir kez daha bu zengin platoya girmesine
neden olmuştur. Türklerin artan nüfusu Anadolu’daki siyasal, iktisadi ve dini
hayatı değiştirdiği kadar kültürel ve mizahi dokuyu da etkilemiştir. İçeriden
kıyılara doğru yayılan nüfusu hızla artan bir kültürel dönüşü de tetiklemiş ve
Antik Dünya’nın mizahı yapısı bu kez Müslümanların kıssalarını sahiplenen Türk
nüktedanlığı ile harmanlanmıştır. Türkler bir yandan kara insanı olmanın
verdiği çekingenlikle kıyılardan uzak durarak içeride büyürken öte yandan
Asya’dan taşıdıkları göçerliği sürdürmüşlerdir. Yerleşik Anadolu halkı ile yeni
gelen göçer Türklerin kültürel farklılıkları temel mizahi yaklaşımlarını da
etkilemiş; İslam’ın kıssalarının öğüt veren yapısına rağmen Antikite’deki kadim
bilginin aktarımı gizlenmiş ya da öğretinin içine gizlenmiştir.
Beylikler
döneminin parçalı siyasal dokusunun kültürel yapısını ne kadar etkilediğini
bilemesek de Selçuklu; Anadolu’da kurulan ilk merkezi İslam medeniyeti
olmasıyla mizahın şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Masalların, tekerlemelerin,
fıkraların ve kıssaların Türk göçer yaşamına uygun ve Anadolu’nun kadim
mizahından da kısmi olarak beslenen yapısı İslami öğelerle donatılmıştır. Dede
Korkut’un, Keloğlan’ın ve Nasreddin Hoca’nın Anadolu’ya adım atması ilk kez
Selçukluların yalnızca siyasal olarak değil kültürel olarak kök saldıklarının
bir işaretidir aynı zamanda. Aşiretler, beylikler ve kadim halkların
bıraktıkları kültürel izlerden yürüyen göçerler ile Anadolu bir kez daha
değişmektedir.
Burada
Selçuklu mizahındaki belirleyici dokunun genel yapısından da bahsetmek
gerekecektir. Folklorik araştırmacılar bu dönemin Anadolu’nun kadim yapıları
ile Osmanlılaşması arasındaki bir geçiş aşaması olarak yorumlamaktadırlar.
Böylelikle bu dönemdeki mizahi yapıda kır ile ötekileştirilmiş diğer kırın yani
“kır-kır” karşıtlığının yerini zaman ile kır ile kent arasındaki kültürel
farklılığın nüktedanlığı yani “kır-kent” karşılığının almaktadır. Anadolu’nun
ilk göçerlerin yerleşmesi aşamasında sadece kırsal olan kültürün zamanla; kadim
yerleşik kültürden de beslenerek, giderek kentleşmesiyle, kır-kent karşıtlığı
ilk kez mizaha malzemeye olmaya başlamış ve bu yeni bir gelenek
yaratabilmiştir.
Selçuklu
dönemi ikiye ayrılmalıdır. Birinci evresinde yukarıda bahsedilen kadim bilginin
transformasyonu gerçekleşmiş; öte yandan göçerlerin yerleşiklerle olan
mücadelesi nüktedan halk hikayeleriyle meşrulaştırılmıştır. Yerleşik Anadolu
halklarının bireylerinin tek tanrılı inançları, kentli gelenekleri ve göçer
kavimlere nazaran yaşadıkları yönetimsel kısıtlar nükte konusu edilmiştir.
Göçerlerin ekonomik olarak alt tabakalardan olmasıyla yerleşiklerin sınıfsal
konumları arasındaki karşıtlık da denklemin bir parçasıdır. Göçerlerin İslam’la
olan ilişkilerinin de henüz bugün alışık olduğumuz düzeyde olmadığı da açıktır.
Dede Korkut gibi hem yerleşiklerle olan mücadelenin hem de İslam’la olan
tanışmanın nükteli olarak ele alındığı anlatılarda anlaşıldığı kadarıyla Türk
boyları yeni dinlerini yolda edinmenin verdiği bir gevşeklik içindedir.
Friglere Ait "Komik" Figürler |
Anadolu’nun
Türkleşmesi kadar Türklerin İslamlaşması’nın aynı zaman diliminde ve Anadolu’da
yaşanmış olması halk öykülerindeki mizahın çok yönlü bir ötekileştirmenin
sonucu olmasını doğurmaktadır. Mizahi karakterler kimi zaman gerçek kişilere
dayanıyor olsa dahi bu karakterlerin nüktedan yapıları ve mizahi muhalefetleri
göçerlerin kültürel normlarını içine girdikleri yeni düzende meşrulaştırma
çabalarıyla açıklanabilir. Bir yandan Asya’dan taşınan öyküler İslami
motiflerle yeniden üretilmekte iken Anadolu’daki ekonomik ve siyasal
mücadeleler de bu mizah ile tabanda yaygınlık kazanması sağlanmıştır.
Selçuklular
döneminin ikinci evresinde ise artık Anadolu’daki yerleşik halkların
egemenliğinin tümden yıkılmış olması belirleyici özelliktir. Siyasal rekabetin
neredeyse ortadan kalktığı ve merkezi bir hükümetin neredeyse tüm Anadolu’yu
yönetimi altında topladığı bu evrede devletin egemenliğinin çok kısa bir süre
önce yerleşik yaşama geçen göçerlerin alışık olmadıkları bu kısıtlayıcı yapıya
muhalefetleri görülmektedir. Mezhepsel farklılığın yeni öteki olarak siyasal
hicivlere konu olmasıyla Anadolu mizahı yeni bir görünüm kazanmıştır. Merkezi
yönetim ile kırsal yaşamın karşıtlığının öne çıktığı bu mizahta Keloğlan;
siyasal muhalefetin örtük bir meşruiyet kazanmasını sağlamıştır. Saray’a,
Saray’ın merkezi siyasal politikalarına ve yerelde meydana gelen karşıtlıklara
açık örnekler bu dönemin mizahına damga vuran kültürel etmenlerdir.
Keloğlan’ın
kente gelişi, kentteki Saray’a ve Saray’ın siyasetine olan bakış açışı ve Saraydakilerle
olan ilişkiler hep bu tema üzerinde karakterize edilmektedir. Bir halk
kahramanı olarak yükseltilen özellikleri genel olarak aşağıdaki halk
tabaklarının siyasi muhalefetinin temelini oluşturmaktadır. Keloğlan’da kimlik
bulan bu muhalif bakış açısı; Saray’a ve merkezi yönetimin politikalarına karşı
açık karşıtlığının bedelini göçerler kırsalda dökülen kanları ve kurulan
darağaçlarıyla öderken; edebiyatta ise yarattığı kahramanların nükteleriyle tarihe
ve belleklere not düşmektedir. Keloğlan’ın ve Dede Korkut’un öğüt veren yapısı;
siyasal muhalefetini saklamayı ancak nüktedan dokularıyla yakalamaktadır. Yani
aslında şakaların arkasındaki örtük siyasal mesajlar; verilmek istenen
öğütlerle ya da zamanla aldıkları dini kisvelerle dahi kendisini sezdirmektedir.
Selçuklu’dan
Osmanlı’ya dönüşen toplumsal yapının mizahı bir kez daha şekillendirmesine
şahitlik edilir. Mizahın toplumsal gündemden beslenen açık yapısı onun tarihi
anlamını böylelikle daha da hissedilir kılmaktadır. Anadolu’nun kadim
halklarından, göçerlerin ilk gelişine, Selçuklu’nun merkezileşmesinden, Osmanlı
öncesine kadar çeşitlenen siyasal ve ekonomik gündem mizahı aynı orandan
etkilemiş ve değiştirmişken Osmanlı’nın kurmak istediği yeni kültürel kimlikler
ve uzun iktidarıyla çeşitlenmeye devam eder. Selçuklu’dan bu yana Osmanlı’ya
taşınan merkezileşmekten çok çok-kültürlülüğünün İmparatorluk içinde genel
kabulü ile vuku bulur. Artık çeşitliliğin bir tehdit olarak algılanmadığı;
farklı inançların bir arada yaşayabildiği bir Ortaçağ imparatorluğu Bizans’tan
ve Roma’dan Osmanlı’ya devralanılmıştır.
Ticari
hayatın yaygınlaşması, loncaların siyasal ve toplumsal ağırlığının artması
mizahın renklenmesini de sağlamıştır. Doğu Roma’dan Bizans’a başkent kimliği
perçinlenen İstanbul merkez olmak üzere toplum dokusunun İmparatorluk içinde
genişlemesi, çoğalması ve birbirleriyle rekabeti mizahın da bu oranda
genişlemesine, çoğalmasına ve birbirleriyle rekabetine yol açmıştır. Toplumsal
eğlence ve törenlerde bir araya gelen halk yığınları mizahi öğelerle vakit
geçirirken bir yandan dile getirilemeyen siyasal tepkiler örtük bir biçimde
dile getiriliyor; söylem araçsal ifadesini tamamlıyordu. Bizans’tan devralınan
özellikleriyle Osmanlı mizahı; günümüzden bir bakışla bu durağan özelliğini
koruyarak çağlara yayabilmiştir.
Osmanlı’nın
uzun egemenlik yılları boyunca toplumsal tabandaki meşruiyetini Saray ehlinin
eğlencelerini kamudan ayrıksı olarak sürdürebilmesine bağlayabiliriz. Bizans’ta
da olduğu gibi Saray; toplumdan farklı ve sadece kendisi ile sınırlı bir kültür
geliştirebilmiş, çok kültürlü bir imparatorluk olmanın verdiği rahatlıkla içine
kapanabilmiş ve özge bir eğlence ve mizah anlayışı yaratmıştır. Ortaçağ’ın
özgün yapısıyla sınıfsal katmanların ayrılığı yadsınmaktadır. Yüksek olduğu
varsayılan kültürel öğeler Saray’dan topluma yavaş ama emin adımlarla; sınırlı
bir ölçüde sirayet etmiş, tabanla tavanın çatışmasızlığı ölçüsünde
toplumsallaşabilmiştir. Öte yandan Osmanlı toplumu da imparatorluk olmanın
özgüveninde; her bir toplumsal kesimimin siyasal, kültürel ya da dini özelliğine
uygun eğlence kültürünü yaratabilmiştir. Böylece parçalı ama bir o kadar zengin
bir mizahi çeşitlik tüm imparatorluk parçalarında var olabilmiştir.
İmparatorluğun
tüm kesimleri; en azından Ortaçağ’ın büyük bölümünde, bu merkezden bağımsız
eğlencenin ve mizahin tadını özgürce yaşayabilmiştir. İslami tonların ağırlığı
elbette keskindir. Roma döneminde Pagan, Bizans döneminde Hıristiyan olan resmi
eğlenceler Osmanlı’da İslamileşmiştir. Ancak yine de bu büyük toprak
parçalarının arasındaki mesafeler oranında toplumsal bir ayrılık yaşanmış ve
bir zamanlar Osmanlı’nın içinde çıktığı Anadolu’nun kendi mizah anlayışı diğer
kesimlere baskılanmamıştır. İslami toplumsal eğlence kültürünün temel özelliği
olarak dini bayramlar eğlencenin en belirgin olduğu anlar olarak anılmalıdır.
Öte yandan yöresel ve geleneksel olarak sürdüren dini bayramlar, yılbaşları
ya da hasat eğlenceleri mizahın kullanıldığı ender anlardır.
Orta
Oyunlarının, Meddahların ya da Karagöz oyunlarının sadece dini bayramlar,
yılbaşları ya da hasat eğlenceleriyle sınırlı kalmadığının da belirtilmesi
gerekir. Düğünlerde ve Ramazan eğlencelerinde de bu tür mizahın yapılabildiğini
unutmamak lazımdır. Ancak genel olarak İmparatorluk Başkenti olan İstanbul’un
eğlence kültürünün ve mizahın tarihsel kayıtlar olarak daha yakından takip
edebilmektedir. Anadolu kırsalı ya da uzak İmparatorluk eyaletlerinin mizahtan
yoksun kaldığı da anlaşılmamalıdır. Bektaşi,
Bekri Mustafa ya da İncili Çavuş’un sadece İstanbul ile
sınırlı kalmış olması da mümkün görülmemektedir. Halk edebiyatı, tarihin not
etmekten yoksunmayan keskin kaleminden uzak kalmışsa da kendi mizahını yaratmış
ve eğlencelerini sürdürmüştür.
Saray’da
düzenlenen sünnet törenleri, İstanbul’daki resmi Ramazan eğlenceleri ya da Bahar
aylarındaki Nevruz gibi eğlenceler tarihsel olarak daha görünür olmakla
birlikte Halk mizahının ince dokularının bu dönemde durmamış olduğunu
söyleyebiliriz. Hokkabazların, cambazların, müzisyenlerin ve şairlerin yer aldığı
İstanbul eğlenceleri kadar Bağdat’ta, Kahire’de, Adana’da, Ahlat’ta ve adını
sayamadığımız Osmanlı egemenliği altındaki bir çok yerleşim merkezinde de halk
mizahının durdurulamaz bir nitelikte devam ettiğini belirtmek gerekmektedir.
Anadolu’da bu eyaletlerden birisi olarak kendi özgüsel mizahını kayıt dışı devam ettirmektedir.
Cumhuriyet sonrası dönemde Anadolu’yu dolaşan folklor araştırmacıların hala
keşfedilmemiş edebi metinler ve mizah öğeleri keşfetmeleri eğlencenin sadece
başkentle sınırlı kalmadığının en önemli kanıtıdır.
Diyojen Dergisi |
Meşrutiyet’ten
Cumhuriyet’e kadar uzanan dönem ise şüphesiz Osmanlı mizahı için daha renkli
geçmiştir. İlk sanayi adımlarının atıldığı; düşünsel ve siyasal olarak
hareketlik toplum kesimleri ve matbaa ile tarihte ilk kez kitle iletişimin
mümkün hale gelebilmesiyle mizah tümden değişmiştir. Osmanlı’nın son yüzyılı
içinde yaşanan savaşlar, toplumsal kayıplar ve ekonomik buhranlar mizahın
dilini yumuşatamıyor, ilk kez çıkan gazeteler ve dergiler eliyle
kitleselleşebiliyordu. Teodor Kasap’ın 1870’de çıkardığı Diyojen ismiyle çıkan ilk Osmanlı mizah dergisi dönemin siyasal
gündemini mizah eliyle tutabiliyordu. Diyojen’i 1871’de Hayal, 1872’de Çıngıraklı
Tatar, 1873’te Latife ve Kemer, 1874’te Şafak ve Kahkaha, 1875’te
Geveze ve Meddah ile 1876’ta Çaylak
dergileri izlemiştir.
Meşrutiyet
yıllarında; sayıları ve etkileri hızla artan mizah basını dışında ise, gerek
Saray’da gerekse halk kesimlerinde Karagöz yeniden canlılık kazanmıştır.
Kaybedilen imparatorluk parçaları, küçülen siyasal iktidarlar ve artan
isyanlara rağmen merkezi hükümetlerin kültür politikalarını sürdürme çabaları
dikkat çekicidir. Ülkenin kurtarılması gayesiyle ortaya konulan bu tür
çabaların sonucu olmayacak ve kaçınılmaz son gerçekleşecektir ama Anadolu son birkaç
yüzyıldır ihmal edilen kültürel çeşitliliğine yeniden kavuşacaktır. Az sonra
Abdulhamid’in istibdadında artan sansür; mizahın da kendi kabuğuna çekilmesine
yol açmıştır. Abudlhamid’in düşüşünün ardından ise mizah dergilerinde bir
patlama yaşanmıştır. Payitaht İstanbul’da ardı arkasında yayına hayatına
başlayan mizah dergilerinin sayısı bu dönemde 35’i geçmiştir.
İkinci
Meşrutiyet’te yeniden çıkarılmaya başlanılan mizah dergilerine bakıldığında üç
kuşağın aynı anda yaşadığını görürüz. Cumhuriyet öncesi bir demokrasi denemesi
(1909 Anayasa Değişikliği Dönemi) denilebilecek bu kısa dönemdeki mizah
dergilerindeki üç akım dikkat çekmektedir. Birinci Meşruiyet’le yayın hayatına
başlayan bol çizgili ilk kuşak Osmanlı mizah dergileri, yazıya daha ağırlık
veren ve edebi yönü daha güçlü mizah dergileri ve siyasi bir misyon edinmiş ve
politik mizah ile öne çıkan mizah dergileri olmak üzere üç tür akım
sıralanabilir. Cumhuriyet öncesi patlak veren Birinci Dünya Savaşı ise bu
renkli mizahın sonunu getirir. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce basın eliyle
merkezde toplanan mizah yazını Kurtuluş savaşı ile bu kez aynı ülke gibi iki
hükümet arasında parçalanacak ve yeni bir rekabetin odağı olacaktır. Bu
akımlardan Cumhuriyet’e emanet edilecekler Kurtuluş Savaşı’nın başarısına
bağlıdır.
Antik
zamanlardan Cumhuriyet’e kadar kendisine has ve özgün bir mizahi damarı
besleyen Anadolu; kültürlere köprü olduğu kadar zaman içinde çok çeşitli mizahi
akımlara da ev sahipliği yapmıştır. Bu kısa derlemede özetlenmeye çalışıldığı
kadarıyla Anadolu’nun çok etnikli ve çok kültürlü yapısı mizahını da derinden
etkilemiş ve çeşitli yerel mizahı tatların yaratılmasını da mümkün kılmıştır.
Cumhuriyetin temellerinin atıldığı Osmanlı’nın son günleri ise basılı
teknolojiyle kitle iletişimin mümkün kılınmasıyla mizah tarihi yeni bir çehre
edinmiş ve mizah toplumsallaşmaya başlamıştır. Cumhuriyetle daha da artacak
basının ağırlığı ise günümüze kadar sürülebilecek yeni bir serüvenin başlangıcı
olarak anılmalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
- Semih Balcıoğlu ve Ferit Öngören, 50 Yılın Türk Mizah ve Karikatürü, 1973
- http://carolynsnowabiad.blogspot.com.tr/2012/03/death-to-winter-hittite-purulli.html
- http://tr.wikipedia.org/wiki/Diyojen_(dergi)
- http://www.historyfiles.co.uk/KingListsMiddEast/AnatoliaPhrygia.htm
- http://en.wikipedia.org/wiki/Aesop
- http://www.yarbis1.yildiz.edu.tr/web/userCourseMaterials/nturna_de60bea3d64e73822b67de393e7e2d3d.pdf
---------------
Kapak Görseli: Oğuz Aral
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder