Doğruluğu tartışmalı olsa da
insanlar tarih boyunca hep yönetilegelmiştir. Seçimle yada seçimsiz başlarında
bir yada birden fazla kişinin bulunduğu bu yönetimler; idareleri altındaki halk
kesimleri çoğu zaman kendi çıkarları doğrultusunda; egemen oldukları konular,
konumlar yada durumlarla birlikte bu yönetimlerin genel şeklini oluştururlar.
Yönetimlerin niceliksel yada niteliksel farlılıkları bugün farklı
adlandırılmalarla sınıflandırılmalarına yol açmıştır. Yönetilenlerin
yöneticilere ulaşması yüzlerce yıl mümkün olamamışken İngiltere’deki bir küçük
hadise; insanlığın en önemli başkaldırılarından birini; yani yönetilenin
yönetene beyanını, evrensel bir metne bağlayan ilk hamle olarak tarihe
işaretlenmiştir. Sekiz yüz sene meydana gelen bu olay; neredeyse modern siyaset
tarihinin başlangıç noktasıdır.
Sekiz yüz yılın ardından gerçek önemi kimi zaman unutulmaya yüz tutmuşsa da bu önemli dokümanın insanlık tarihindeki siyasal anlamların ilk örneğini oluşturması; birçok kereler geriye dönüp yeniden bakılmasına, tartışmaya açılmasına ve yorumlanmasına neden olmaktadır. Sekiz yüz yıl önce yazılan siyasal bir metnin bu kadar canlı ve hala etkin olması şaşırtıcı derecede önemlidir. Magna Carta’nın arkasından insanlık için tarihin birçok önemli adımı atılmış olmasına rağmen her aşamasında ve hala anılmayı başarmıştır. Magna Carta anılmadan insanlık zihnini açan ne tarihi dönemeçler, ne siyasal devrimler ne de yenilikçi fikirler anlaşılamayacaktır. Hiç de karanlık olarak nitelemeyecek Ortaçağ’da kaleme alınan Magna Carta’yla yönetilen ile yönetici; yaygın bir benzetmeyle gövde ile baş, birbirinden ayrılmaya ve çatışmaya başlıyordu.
İnsanlık tarihinden ilk kez
egemenliğin haklarını ezilenlerin lehine sınırlayan Magna Carta’nın
imzalanmasının üzerinden geçen sekiz yüz yıl belgenin değerini azaltmadı
elbette. Tanrıyla İnsan arasında yapılan ve kutsal metinler olarak yüceltilen
Ahitler geleneğinden bu yana; Batı medeniyeti açısından, halk yığınlarının
yükümlülükleri kadar egemen karşısında sahip olduğu ve korunmasını talep
edilebileceği ve önceden belirlenmiş sınırlar içinde tesisini isteyebileceği
haklar ilk kez bu belge ile yazılı hale getirildi, hem de bir insan tarafından.
Kutsal metinlerin dışında; bir insanın elinden çıktığı açıkça belli olan; güçlü
ile güçsüz arasında uygulanması gereken bu ilk hukuki metin, doğrudan siyasal
egemenin haklarını yönetilenler lehine sınırlamıştır. Her ne kadar
yönetilenlerden kasıt tüm katmalarıyla halk olmasa da bu metin öncüllüğü kadar
devrimseldir. Böylece Ortaçağ’da kralların dahi uymak zorunda olduğu kurallar
ilk kez konuluyordu.
Magna Carta’nın sembolik anlamı
kadar mitolojiden modern tarihe geçişte Ortaçağ’da atılan bu ilk adımın
idarenin kutsallığından sıyrılıp insanileşmesi açısından da çarpıcı bir
metindir. Ortaçağ’da İngiliz Monarşisinde kral ile baronları arasında başlayan
krizin bir hukuki metinle noktalanması beklenmedik bir gelişmedir. Magna Carta
ile Ortaçağ’da çoğunlukla tanrısal olarak ifade edilen siyasal egemenliğini
kaynağı bir akde söz konusu olacak kadar insanileştirebilmiştir. Baronların;
daha sonra halkın tüm kesimlerine yayılacak olan savına göre; kralın
kendisinden adaletli olmayı bekleme hakları vardı; kralında yasa koyma ve
uygulama hakkı. Ortaçağ’da ortaya çıkan bu metne kadar elbette İngiliz mutlak
idaresinin bu haklardan yoksun olduğu söylenemez ama geriye doğru bir okumaya
yazıya geçirilmeleri için Ortaçağ beklenmiştir.
Magna Carta ile siyasal
egemenliğin tanrısal olmaktan çıkarılıp tümüyle insani bir sözleşmeyle ifadesi
insanlık tarihi açısından devrimsel bir adım olarak nitelenmelidir. Öncesinde
tanrıdan aldığı gücü; mutlak bir egemenlik hakkıyla kullanan egemenler; bu
örnekte İngiltere’de Kral, yetkilerini yalnızca tanrının emrinde kullanırlar,
sıklıkla da tanrının emrini kendiişlerine geldiği ölçüde farklı yorumlarla
değiştirmekten geri durmazlardı. Ancak Magna Carta’yla idarenin şekillenmesine
sıradan faniler de müdahil olmaya başladılar. Mutlak rejimlerde sıklıkla ifade
edildiği üzere; örneğin kadim Mısır ülkesindeki gibi, kralın kendisi de
egemenliğini dayandırdığı Tanrı’dan ayrı olarak düşünülemezdi. Fransız
krallarının tüm Ortaçağ boyunca halkıyla olan ilişkisi bunun Mutlak rejimlerin
evrensel bir görüntüsü olduğu izlemini uyandırmaktadır.[1]
Ortaçağ’da İngiliz kralı Yurtsuz
John’un imzalamak zorunda kaldığı Magna Carta öyle büyük bir simgeselliği
taşımaktadır ki; böylece, kadim zamanlardan bu yana kralları tanrı, tanrının
elçisi yada tanrının yeryüzündeki gölgesi olarak görmeye alışmış insanlık bu
boyunduruğundan kurtulacaktır. Bu metnin sağladığı haklar daha sonra; önce
İngiltere’de çıkarılacak bir takım bildiri ve yasalarla açıklanacak, ardından
da yaşanacak olan büyük devrimler eliyle önce İngilizler eliyle Amerika’daki
kolonilerde ve ardından da Avrupa’da perçinlenecektir. Anayasa, yasa ve devrim
insanlık tarihinin ayrılmaz parçaları haline gelecek, siyaset çoğunlukla bu
kavramlar üzerinden yürütülecektir. Dünya insanlık tarihini siyasal egemenliğin
ilk kez kısıtlanması anlamıyla; siyaset tarihini ise yeni kazandırdığı siyasal
kavramlar anlamıyla tümüyle değiştiren bu öncül doküman tarihini önemini hala
korumaktadır.
Magna Carta’yı kabul etmek
zorunda kalan Yurtsuz John; sıradan bir kral değildir elbette. Bir güçsüzlük
anında yada gözden kaçırılması gereken yanıltmacayla baronlara boyun
eğmemiştir. John’un zalim yönetimi altında baskılanan baronların esas olarak
başkaldırmasıdır beklenmedik olan. Zira kadim bir geleneği hiçe sayarak
tanrıyla ilişkilendirilen bir egemenliğe, en sonunda boyun eğmemelerini
gerektiğini akıl edebilmişlerdir. Kral’ın en yakınlarını dahi öldürmekte
tereddüt etmemesi gözlerini korkutmamış ve mutlak otoriteye karşı çıkabilmişlerdir.
Magna Carta’nın imzalanmasına giden süreç hiç şüphesiz Yurtsuz John gibi gücü
ve yetkisini insanlık ailesinin onuruna yakışmayacak şekilde kötü ve gaddarca
kullanan krallar tarafından başlatılmıştır. Yönetilenlerin yönetenin
adaletsizliğine karşı uyumu nihayetinde parçalanmıştır.
Magna Carta, Yurtsuz John ve Baronlar. (Görsel) |
Elbette ki; sıradan bir
kolaycılıkla, Otraçağ’da Magna Carta’nın yazımına giden süreci tümüyle Kral’ın
adaletsizliğine bağlamamak gerekmektedir. Yönetilen ile yöneticinin arasını
açan sadece “sıradan” insanın dertlerinden daha fazlasıdır. Baronların Kral’ın;
aşırıya kaçan savurganlığından, adaletsiz saldırganlığından yada dindirilemeyen
soysuz hazcılığından öte başka bir şeylere kızmış olması gerekmektedir ki
ortaya Magna Carta konulabilsindir. Bu noktada Kral’ın yönetimindeki zaafların
ekonomik sonuçları karşımıza çıkacaktır. John’un savurganlığı, arsızlığı ve
hırçınlığı artan kamu maliyesi dengesizliğini vergiler aracılığıyla kapatmak
istemesi Baronların sorgulamalarına temel mihenk taşıdır. Artan kamu
harcamalarından sorumluluk aranmış ve Kral’ın davranışları Baronların hedefine
oturmasına yol açmıştır.
Altmışların ideolojik
karanlıktaki Marksist yazarlarından ayrı olarak elbette ki Magna Carta’nın
ortaya çıkması tümüyle İngiliz maliyesi üzerindeki Kral ile Baronların fikir
çatışmasına bağlanamaz. Maliye’nin düzeltilmesi önemli bir konudur ama
tartışmanın temelinde yer alan bu noktayı açan yönetilenlerin yönetici
üzerindeki ne gibi hakları olup olmadığı sorgulamasıdır. Tarihte ilk kez
yönetilenin yöneticinin erkini sorgulaması; Marks'ın iddia ettiği gibi tüm
insanlık tarihini sınıf çatışması üzerinden okumayacaksak elbette, bir ilk
olarak anılmalıdır. Bu ilk sorunsalın ortaya atan sınıfları halkın daha çok
ezilen alt katmanlarından değil finansal problemleriyle daha yakından
ilgilenmek zorunda olan toprak sahibi soylular olmuştur.
1206’ya gelindiğinde Fransa’daki
tüm egemenliğini kaybettiği için artık “yurtsuz” olarak anılmaya başlayan Kral
John, daralan egemenliği altındaki İngiliz soylularını olabildiğince rahatsız
etmeye başlamıştır. Artan vergiler kadar daralan egemenliğin yarattığı sorunlar
ve baronların alışmış oldukları egemenlik boşluğunun ellerinden alınmış olması
da unutulmamalıdır. Baronların son bir umutla destekledikleri, John’un
Fransa’daki karşı atakları da yanıtsız kalınca, mali ve askeri başarısızlıkları
siyasal sorumluluğu da beraberinde getirmiştir. Böylece soyluların, toprak
sahibi baronların, kraldan talepleri artık siyasallaşmıştır. Yurtsuz John’un
bir kez daha ülkesine başarısızlıkta dönüşü, baronların taleplerini sunmalarını
için yeterli motivasyonu sağlamıştır.
1212’de İngiliz Tapınakçılarının
nezaretindeki gizli bir toplantıda baronların talepleri Kral’a iletilmiş ve
sonuçta Baronlar ile Kral arasındaki ilişkileri bu noktada kesilmiştir.
Baronlar taleplerinde Kral Yurtsuz John’un aynı atası I. Henry gibi bir siyasal
belge ile kendisini sınırlaması isterken Kral; tebaasının kayıtsız itaatini
emretmektedir. Bu noktada I. Henry’nin ilan ettiği ve çoğu zaman “Coronation
Charter” olarak anılan kralların taç giyerken ettikleri yemin ile kendilerini
dine, din adamlarına, soylulara ve sıradan halka karşı sorumlu kılan bir
yeminin İngiliz siyasal belgeler tarihindeki Magna Carta’nın öncülü olduğu
düşünülmektedir. Yada baronların siyasal taleplerine geriye doğru tarihi
okuyarak taleplerini meşrulaştırma gayretlerinde kullandıkları bir araç.
Baronların böylesi bir taktikle taleplerini Kraliyetin kendi tarihine bağlamak
gibi bir yolu akıl ettiği düşünülebilir.
Magna Carta'nın günümüze ulaşan dört kopyasından birisi. (British Library, Londra) |
Yine de İngiliz Kralı Yurtsuz
John baronların taleplerini bir çırpıda kabul etmeyecek; bağlı bulunduğu
kilisenin desteğini aramak için Roma’yı akıl edecektir. John’nun Roma’dan
aradığı desteği gelmeden baronların İngiliz başkenti olan Londra’daki
egemenliği ele geçirmeleri; Kral’ın bir kez daha yenildiği kabul etmesine sebep
olmuş ve yeni bir görüşmeyi kabul etmiştir. Papa III. Innocent’in gözetimini
kabul eden iki taraf bu kez Londra yakınlarındaki Runnymede çayırında bir araya
gelmiştir. Kral’ın yenil bir hükümdar olarak her an görüşmeleri
baltalayabileceğini düşünen baronlar; kısmi bataklık olan bu çayırlığı seçme
sebebi; arazinin hareket kabiliyetini engellemesi olarak kaydedilmelidir. Bu
ıslak zeminde tek bir toplantı olmayacaktır; pazarlıklar ve görüşmeler
sonucunda kralın da katıldığı bir takım talepler en sonunda kâğıda
dökülecektir.
Kağıda dökülen bu talepler
listesi; bugün adına Magna Carta dediğimiz belgenin, ham bir taslağı gibidir.
Kısa ve kararız cümlelerden oluşan metne daha sonra çokça eklemeler yapılacak,
gelenekselleşen bir demokrasini kısıtlanan bir monarşide ortaya çıkması
sağlanacaktır. Bu ilk taslak metne mührünü koyarak kraliyetin kabul ettiğini
deklare eden Yurtsuz John kısa bir süre sonra savaş meydanlarında yakalandığı
bahtsızlığı bu kez ölümcül bir hasta yatağına taşıyacak ve yaşama veda
edecektir. Ancak John’un kraliyet açısında talihsiz mirası; insanlık ailesinin
ise onurlu kazancı olarak gelecek kuşaklarca sahiplenecek ve yüzyıllar sonra
dahi her siyasal yeniliğin ilk başlangıcı olarak anılmayı sürdürecektir.
Daha sonra Runnymede’de ortaya
konulan ilk taslağın Latince'yle stilize edilmiş ve gözden geçirilmiş versiyonu
olan Magna Carta; on üç kopya olarak hazırlanmış ve saklanmak üzere
dağıtılmıştır. Belge kralların dahi yasaya tabi olmasını sağlamıştır. Sadece
sıradan fanilerin, topraksız köylülerin yada emekleri dışından satabilecekleri
başka bir şeyleri olmayan işçilerin değil aristokratların, din adamların ve
hatta kralların dahi olmak zorunda kaldıkları yasaları ilk kez ortaya atmıştır.
Magna Carta’yı yazanların yazdıklarının böyle anılmasını istedikleri açıktır. Bilinçli
bir yaklaşımla yönetilenler, yöneticilerinin haklarını gasp etmeye çalışmışlar
ve bunda da başarılı olmuşlardır. Bugün elimize bir tek orijinal kopyası
ulaşmamış olsa da; Runnymede çayırında baronların talep ettiği ve kralın da
katılmak zorunda kaldığı tarihi metin; Ortaçağ’dan modern zamanlara tarihin en
ünlü siyasal dokümanı olarak anılmaktadır.
Yurtsuz John (British Library: Claudius D ii f116) |
Yönetici ile yönetilenin
arasındaki mücadelenin tanımını yapan Magna Carta’nın sözü çağları ve ulusları
aşan geçerliliği Ortaçağ’ın karanlık olarak nitelenen yanıyla uyuşmamaktadır.
Ortaya konulan ifadelerin evrensel üstünlüğü belgenin ününü artırmaktadır. Kralların
dahi yönetimi süresince tabi olmak zorunda olduğu kuralların varlığını deklare
eden Magna Carta, yönetilenin yönetene karşı sembolik başkaldırısının tarihsel ifadesidir.
İnsanlık böylece, taleplerin ortaya çıkmasına neden olarak mali anlaşmazlıklar
ya da askeri başarısızlıkların gösterilmesine rağmen ilk kez egemenliği altındaki
efendilerine baş kaldırmıştır. Yüzyıllar boyunca yankılandıkça büyüyecek bu
ifade Anglosakson anayasalcılık tarihinin de ilk adımını oluşturmakla birlikte
tüm dünya halklarının temel özgürlük bildirgesidir.
Yararlanılan Kaynaklar:
1)
Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Prof. Dr.
Ayferi Göze, 2003, İstanbul
2)
Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Prof. Dr.
Mete Tunçay, 2012, İstanbul
3)
Uygarlık Tarihi, Prof. Dr. Server Tanilli, 2006,
İstanbul.
4)
Feodal Toplum, Marc Bloch, 2007, İstanbul
5) R. H. Helmholz, Magna Carta and the ius commune,
The University of Chicago Law Review, 66/2 (1999): 297-371
6) Faith Thompson, Parliamentary Confirmations of
the Great Charter, The American Historical Review, 38/4 (1933): 659-672
I have never heard before about these facts. It is always interesting to explore the history. Especially I'm interested in Rome history now. So thanks for sharing.
YanıtlaSilIt affected the early American pioneers in the Thirteen Colonies and the arrangement of the American Constitution in 1787, which turned into the incomparable tradition that must be adhered to in the new republic of the United States.[c] Research by Victorian students of history demonstrated that the first 1215 sanction had concerned the medieval connection between the ruler and the nobles, instead of the privileges of standard individuals, however the contract remained a capable, notable report, even after the majority of its substance was revoked from the statute books in the nineteenth and twentieth hundreds of years.
YanıtlaSilThe attitude of kings to people throughout the Middle Ages suggests that they simply could not understand that people have a lot of strength and desire to change everything that happens.
YanıtlaSil