Star Wars: Yeni Bilim Kurgu Filmi Üzerine Düşünceler


Star Wars serisinin yedinci filmi 2016 yılında yayınlandı yayınlanmasına ama arkasında kopan fırtınalara hala dinmiş değil. Sinema tarihinin en önemli ve uzun soluk serilerinden olan Star Wars yedinci filmiyle yine gişe rekorları kırdı. Serinin arkasındaki isim olan George Lucas'ın yapım sürecini tümüyle Disney'e devretmiş olması kimi çevreleri ilk günden bu yana rahatsız etmiş olsa da kimileri ortaya çıkan sonuçtan oldukça memnun. Yazar ve Yönetmen J.J. Abrams'ın filme ve seriyle verdiği yeni yön ya da kullanılan teknoloji izleyenleri ve sevenlerini ikiye bölmüş durumda. Böyle olunca serinin tarihine dönmenin ve filmin kendi tarihini araştırmanın önemli olduğu kanaatini edindim.

1977 yılında serinin ilk yayınlanan, adlandırmada dördüncü sırada yer alan filmi olan "A New Hope" yayınlandığında da benzer tartışmaların varlığını öğrenmek oldukça şaşırtıcıdır. Hollywood'un yükselen değeri Lucas, Star Wars ile uluslararası bir kariyere kapı açınca hem içinde bulunduğu bilim kurgu dünyasından hem de Hollywood dünyasından sıyrılmaya başlar. Hollywood'un saygıdeğer ama bir o kadar da aykırı ve büyük bütçeli yapımları arasında sayılan Star Wars sinema tarihinde eşsiz bir yer edinir. Hakkında yazılan araştırma yazıları, devam yayınları ardı ardına gelir. Şüphesiz Lucas'ın serisi tüm Bilim Kurgu türünün bugün ulaştığı toplumsal tabanın yaratılmasında en önemli yere sahiptir. 

Yine de Star Wars hakkında yazılanlar arasında sarsıcı tespitleriyle yerini alan Samuel R. Delany'nin Cosmos dergisindeki ilk ve önemli makalesini okumak gerektiğini düşünüyorum. Aşağıda ilk kez Türkçe'de okuyabileceğiniz makaleyi kaleme alan Delany bilim kurgu dünyasının yaşayan efsaneleri arasında sayılmaktadır. 1942 doğumlu yazar, eleştirmen ve bilim insanı çalışma hayatına yakın zamanda emekli olarak son vermiştir. Bir çoğu ödüllü sayısız bilim kurgu romanı, öykü ve eleştiri yazısı yazan Delany'nin aşağıdaki makalesinde Lucas'ın henüz tamamlanmış serinin yeni yayınlanmış ilk filmini olanca sertliği ile ele aldığını görmekteyiz. 

Makalenin dergideki sayfaları, Cosmos, 1977.


-----------------------------------

Perdede oyuncu listesi akmaya başladığında ilk tepkim: “Şimdi N’oldu” oldu. Hayatımda izlediğim en hızlı iki saatlik film olan George Lucas’ın filmi bittiğinde bir yirmi beş dakika daha salondan ayrılamayacağımı hissettim.

Hatırlarsanız yönetmenin 1971 tarihli ilk uzun metrajlı filmi THX-1138’i Kubrick’in 2001: A Space Oddesey’nin uzay boşluğunda Godard’ın Le mépris’i tarafından vücuda getirilmiş gibidir. Beyaz, tümüyle beyaz, hatta beyazın da beyazı bir yapımdır. Peki, Star Wars’ın görsel yapısı nasıldı?

Ufukta beliren iki ayın titreyen şavkında, ve maviden çok pembeye kaçan bir çöl akşamında, yıldızlarla bezenmiş bir karanlık, büyük ve/veya umutsuzca karmaşık yapıtların parlayan, yanıp sönen, dönen ve geri gelen heybetli harekeleri görmekteyiz. Kkimisi eski kimisi yeni tüm makinelerin içinde ise uygun adım yürüyen beyaz plastikten koloni askerleri (stromtrooper) ve durdum-duymaz gri generallerini. Sirkten çıkma uzaylıların bir barda bir araya gelip içkilerini yudumlamaları da silik bakırımsı cansız arka planda belirivermektedir. Bazı uzay araçları yeni ve parlak bazıları ise eski ve hantaldır. Ve bu ikisi arasındaki ayrımı yapmakta giderek ustalaşmaktayız.

Devinim; filmden edinebileceğiniz birçok hissiyattan en öne çıkanıdır diyebiliriz. İnsanlar avarelik ediyor, hızlanıyor, koşuyor; tozkoparanlar yine tozları uçuşturuyor, uzay araçları yarışıyor, birbirini kovalıyor ve uzay boşluğunda yan yatarak spin atıyor. Bir gemi patlıyor: patlamayla birlikte gizlenmiş bir figür alametle açılıyor. Bir koğuş kapısı düşüyor: kareli zemine bir bot adım adıyor.

Zekâ ve yenilik filmin arka planındaki uyumu ve mantığı oluşturmak adına müsrifçe harcanmış. Şimdi belki de bahsetmekten tam sırası; filmi iki buçuk saatten iki saate indirmek için bazı sahneler silinmiş örneği; Luke ve arkadaşlarının görüldüğü başlangıçtaki iki sahne, bir arkadaşının isyancılara katıldığı bir sahne ve sonuna doğru bir uzay gemisi pilotunun Luke’a babasıyla ilgili konuştuğu sahne. Yine ortalara doğru birkaç uzaylı kaybediyoruz. Lucas’ın da filmini kesip yayınlamadan önce tüm sürümünü Paris Cinémathèque’e gönderen yönetmenlerden olmasını temenni ederim. Zira filmin hikâye planı çalkantılı. Ama zaten bu şartlarda bir bilim-kurgu’nun arka planının eşgüdümlü, hikaye planının da hızlı olması beklenir. Bu anlamda her ikisinin de hayran olunacak derecede işini yaptığını söyleyebiliriz.

Bu filmin bilim kurgu dünyasında bir fenomen olmasa dahi iyi bir yer edineceğine eminim, zaten camiamızın önde gelenleri de bu görüşlerini dile getirdiler. Star Wars, söyleyebileceğim kadarıyla, bir hikayeye sahip değildir. Var olan hikayesinde de bir çok boşlukları vardır. Ancak öyle hızlı ilerliyor ki boşlukları, çatlakları ve hayal kırıklıkları göz önünde kayboluyor.

Samuel R. Delany

Başından beri söylene geldiği için iyiler ile kötüleri biliyorsunuz elbette. Bambaşka bir çağın ürünü olan Flash Gordon serisine bir saygı duruşu olarak yapılan filmin hemen başında ekranın üst tarafında doğru küçülerek akan yazılarla yapılan giriş bölümündeki gibi. Filmin ana iyi karakteri, memnuniyetsiz genç çiftçi, lütufkâr naifliği ile Mark Hamill’in canlandırdığı Luke Skywalker’dır.  Etimolojik açıdan dahi Lucas ile Luke arasındaki benzetim çok açıktır. Elbette yönetmenin ilk adı olan George’nin Yunanca kökeni olan georgos’un çiftçi, yeryüzü insanı, yeryüzünde yürüyen insan vs. anlamına geldiğini hatırlatalım. George Lucas’tan Luke Skywalker’a anlaşılmıştır sanırım. Bariz bir şekilde maharetli yönetmeninin pervasız ve içe dönük otobiyografik niyet tatminidir.

Ana iyi karakter ana kötü karakterle asla gerçek bir yüzleşme yaşamamaktadır. Meşum ve neredeyse görülmez oyunculuğu ile David Prowse’nin canlandırdığı ihtişamlı ve maskeli ana kötü karakter Dart Vedar ise öyküdeki en sallantılı kişidir. Belki de sadece gözden kaçan bir ayrıntıdır. Yada devam filmi için malzeme bırakılmıştır. Dedikodular devamının geleceği yönünde zaten. İyi taktik.

Dürüst olmak gerekirse Star Wars’taki diyaloglar beceriksizce yazılmıştır. Öyle ki yeri gelince çokça komik olabilecek espriler dahi yavan kaçmaktadır. Ama bazen sakarlıkları komedi yol açmaktadır: Hana Solo örneğin gemisinin hızıyla ilgili konuşurken örneğin etki üzerine yorumunda “Kessel’i üç parseğin altında tutuyorum” demektedir. Filmi izlediğim grupla birlikte ahenk içinde aynı tepkiyi verdik. Parsek, aynı ışık yılı gibi bir zaman birimi değil uzaklık birimidir. Homurdananlara rağmen bu ayrıntıyı sevdiğimi belirtmeliyim. Homurtuları yaratan Star Wars’ın hakkını da teslim edelim. Turbo lazerler? Işık hem eşevreli (coherent) hem de ters-akıntılı (turbulent) sanırım...? Tabi, her zaman dalgacık(wavicle)[1]lar olacaktır.

Film çok ama çok küçük, oldukça komplike parçalar ve noktalardan oluşmaktadır ve neredeyse gestalt tanımlamasını hak etmektedir. Gestalt’tan çok nadiren bir parçanın anlamlı parçasını tespit edebilirsiniz. Yine de bütünden bağımsız olarak harikulade çalışan parçacıkların gayretleri bir anlam ifade etmemektedir. Devasa makineler, uzay gemileri ve patlamalar arasından süzülen filmin bozuk porsuk mistisizmi oldukça etkili olduğunu söylemek lazım. Konumlar, gezegenler, yıldızlardaki çeşitlilik şurada biraz çöl burada biraz derin uzay az biraz ormanlık alan az biraz gezegenler arası ulaşıma imkan tanıyan şehirleşme gibi çeşitlilikler bizleri evrenin büyüklüğü ve bütünlüğü hakkında ikna etmeye çalışıyor. Ve elbette ki bahsi geçen çeşitli düzlemlere girmemizi kolaylaştıran muhteşeme özel efektler var. Öyle ki  bazılarını tarif etmek dahi mümkün görülmüyor.

Bu özel efektler sayesinde dünyalar, dünyalar olacak kadar büyük görülmektedir. Henüz filmi izlemeyenler için biraz tavsiye: filmi iyice yerleşebileceğiniz güzel bir koltuğu olan büyük ekranlı bir salonda izleyin. Bazı filmler için bunun önemi olmasa da Star Wars gibi göreceli olarak, çeşitlemelerdeki yada tümüyle büyüklüğün her şey olan sadece görsel düzlemdeki filmlerde büyüklükler sıradan şeyleri çok küçük görülmesini sağlayabilir.  Ve elbette küçük bir ekran tüm bunlara olanak tanımaz.

Lucas, Amerikalı dostu Bogdanovich ve İtalyan dostu Bertolucci gibi özellikle film tarihinin farkındadır. Bertolucci’nin Ultimotango a Parigi’si Vigo ve Godard’un değersiz bir yenilemesidir. Bogdanovich’un What's Up, Doc?’u da Howard Hawks ve Mack Sennett’e birer saygı duruşundur.  Lucas’ın Bilim Kurgu’ya tarihsel bir tür olarak bakışı ise birilerin doktorasına konu olacak bir gün. Chewie’nin koca kafası Palenet of the Apes’i sevenler için bir selam. Robot C-3Po ise Lang’ın sessiz filmi Metropolis’indeki “Maria”dır. R2-D2 da Trumbell’in Silent Running filminde Bruce Dern’in peşinde dolaşan küçük robotun birinci dereceden kuzenidir. Pek de belirgin olmasa da köprü sahnesinin Flash Gordon’dan hatırlıyorum. This Island Earth filminde çok daha kötücül karakterlere sahip olan boş beleş uzaylı karakterler gördüm. Alec Guiness’in ustaca oynadığı Kenobi’nin adın ne halt ise bir şeyi de-aktive ettiği Death-Star’in içini ise ForbiddenPlanet’teki kaydırılmış şehre saygılı bir duruşu göstermektedir.

Ayrıca Lucas’ın Frank Herbert’in romanı “Dune”u ( “...hadi uzay çiftliklerine!”) oldukça sevdiğinden şüpheleniyorum.

Ama yine de zorlamayan sinemasal ve türlü kinayeler bulunmaktadır. Bundan keyif alanlar ya da bilmediği için anlamayanlar olabilecektir elbette. Başından sonuna kadar film hep renkli, görsel olarak enerjik, ve doğrudandır.

Bundan daha iyi olması mümkündür peki?

Zannetmiyorum. Ama nasıl olacağı üzerine konuşalım. Henüz değinmediğimiz filmin esas başarısı üzerine duralım. Ve bu başarıda konum seçimlerinin başarıdaki değersiz payına ve hayal gücü eksikliğini ve alakasızlığını göstermedeki payına değinelim. Bunun için biraz teoriyi kazısı yapmamıza ve şu ana kadar uzak durduğumuz ciddi “bilim-kurgu” filminin nasıl olacağına dair görüşlerimize yer vermeliyiz.

Brave New World ile 1984 filmleri arasında bir yerde Hollywood sinemasının doğal olarak kabaca ifade edebileceğimiz bir şekilde kolektif olarak “tüm” bilim-kurgu türünün tek bir mesajı olduğu şeklinde aklının karıştığını söyleyebiliriz. Hollywood’un bu karışık kafasındaki mesaj; gelecekte her şey düz, ilginçlikten uzak, sıkıcı ve insani olamayacak şekilde alıktır. Bu düz, ilginçlikten uzak, sıkıcı ve alık düzlemde yapılabilecek çok film vardır. Bu yüzden belirli bir noktadan sonra yaptığınız filmlere Alphaville mi yada 1984 adı mı verdiğiniz, güzel mi yada sıradan mı yaptığınız, alıklığı aştığınızın mı yada kabullendiğinizin mi bir önemi kalmıyor. Daha kaç kez yüz yirmi yada doksan dakikanızı harcayıp yönetmenin niyetinin bazı şeylerin alık yada anlamsız olduğunu göstermesini izlemek istiyorsunuz. Bunu izleyicinin bazı şeyleri alık yada anlamsız bulması ile karıştırmamak gerekiyor zira onlar filmi yapanın neyi ilginç bulduğunu takip edememektedir Bu tamamıyla başka bir şeydir, dostum!

Lucas’ın ki Harrison Ford’un arındırılmış performansıyla Han Solo gibi iyi ve kötü karakterlerin düzlüğüne rağmen, uzun süredir tümüyle geleceğin günümüzden daha ilgi çekici olduğu varsayımına dayanan ilk bilim-kurgu filmidir. Ama bir Lucas filminde herhangi bir şey ilginç, güzel yada renkli ise üzerinde çok da derin düşünmeden onu otomatikman yüzeysel, anlamsız, yapmacık yada bayağı olduğu varsayımına (hadi diyelim en azından Rollerball yada Logan’s Run için yaptığımız gibi) kapılmamalıyız.

Lucas’ın kendi adından Luke’un adını oluşturmasında başvurduğu kelime oyunundan ziyade filmin tüm yapısı ve senaryosu Lucas’ın gelecekte yaşamak istediğini göstermektedir. Bu geleceğin bize iyiler ve kötüler hakkında yada büyümek ve cesaret edinmek hakkında vereceği dersler ne olursa olsun yada bu dersleri kabul etmek ne kadar acı yada nahoş olursa olsun gelecek bu dersleri alabilmek ve uygulayabilmek için iyi bir zamandır. Bu zaman bir çok bilimkurgu filminin gösterdiği; yetersizlik, çekingenlik yada vakitsizlik nedeniyle yaşam üzerine dahi olsa da öğrendiklerimizi uygulama şansı yakalayamadığımız ve her şeyin tümüyle paramparça olduğu yetmiş iki saatlik zaman değildir. Ve hayatta kalmak için yeterli kadar şanslı olduğumuzu varsaydığımız. Kısaca, bir çok yönden Star Wars çok çocuksu bir filmdir. Bu iyiliğine.

Makalenin yayınlandığı derginin kapağı.
Tekrardan fakat çocuksu bir film aynı zamanda. Ve diyaloglardaki ve genel olarak konseptin tümü çocukluk işe yaramıyor. Hiç ilginç değil. Hatta ilginçliğin yanına dahi yaklaşamıyor. Bazen bazı yerlerde bazı kimseler Star Wars ile ilgili yazacakları eleştirilere şöyle başlayacaktır: “Lucas’ın geleceğinde, siyah ve sarı ırk tümüyle ortadan kalkmış ve bir tür orta-Batı Amerikalılık, uzay gemisi pilotluğunda uzman bazı güney-batılı kişiyi saymazsak, tüm evreni ele geçirmiştir. Ve elbette tüm kadın cinsi, tuhaf gözüpek prenses ya da dışlanmış korkak halayı saymazsak, insan ırkından dışlanmıştır. İnsanlık bunlar olmadan da gayet başarılıdır...”

Böylesi değerlendirmeler yüzeyi kazıdıktan sonra, elbette ki birileri itiraz edecektir. Bu itirazın sahibini sesinden tanıyacağızdır. Öncesinde “iyi, sağlam bir film” diyen sesle aynı sestir bağıran “Konu o değil, sonuçta bu bir eğlence!”

Elbette ki eğlence sektörü zor bir sektör. Ve biz burada özellikle eğlenceli olmayan bir film hakkında konuşuyoruz. Eğer üç dünya arasında dolaşıp da üzerlerindeki tüm insanlar -her nasılsa- beyaz ve erkek ise Lucas’ın geleceği de alıklaşmaya başlamış demektir. Ve aniden tüm değişkenlerin ve gelişmişliklerin aslında set amiri ve özel efektler ekibinin mahareti olduğu ortaya çıktığı zaman.

Çeşitliliği, özellikle de insan çeşitliliğini nasıl yerleştirebilirsiniz? Diğer tüm farklı ilizyonları başka filmlere koyduğun gibi koyabilirsin, vs. Bunu yaparsın ve çok da büyük bir olay haline getirmezsin.

Küçücük bir örneği ele alalım: gelecek, isyancı pilotların üç çeyreği kadarı Minnesotalı halı saha futbol takımı gibi olacağına doğulu kadınlardan oluşsaydı mesela çok daha ilginç olmaz mıydı? Minnesotalı halı saha futbolcuları için bile daha ilginç olurdu kuşkusuz. Bu bilim kurgu sonuçta.

Böyle bir şey için Kötü, Murdar, Ahtopotumsu bir şeyin neden Death Star çöplüğünde boca edildiğini açıklamaktan daha fazlasına da ihtiyaç yoktur. Örneğin, pilotları genellikle kadın olan Çinliler tarafından kolinize edilmiş bir dünyadan gelmektedirler.  Muhtemelen bir düzine dünyadan gelmektedirler ve Kızıl Muhafız olmak için gönüllü olmuşlardır. Belki de bunlar sadece ama sadece bir sürü Çinli kadından daha fazlası bile değildir. Çokça sindirmekle meşgul bir çöplüktür değil midir zaten Death Star? Belki de kendisini böylesi bir çevrede çok daha rahat hisseden uzaylı bir maslahatgüzardır. Belki de sadece fazlasıyla büyümüştür, kim bilir? İşte tüm bunlar çalakalem aklımıza geliveren sallamalardır bilimkurguda yapabileceğiniz.

Filmde sunulan dünyada ise temsili karaderililik, nispi kadınlık yada her ne iseniz o, açık bir propagandadır. Büzüştürülmüş dudaklardan çok daha rahat olan gülücükleriyle gülümseyen kimseleri sevmemiz dahi gerektiği benimsetilmektedir. Bir aksiyon bilim kurgu filminde, yine de, insan tiplerinin çeşitliliği en az tasarımcı’nın renk skalası kadar renk çeşitliliğine ve büyüleyiciliğine sahip olmasını beklemekteyiz. Bu çeşitliliği kullanarak, tüm kombinasyonları düşünerek elbette, en az onun kadar ilginç bir düzen olmamasını da bekleyerek, hayali bir düş kırıklığına sürüklemesini mümkün kılmamasını temenni ederiz.
Her şekilde, Star Wars, paralel edebiyatı ve bilimkurgu filmlerini Lensman düzeyine çıkartan eğlenceli bir yapım. Ama en eğlenceli yanı elbette filmin, bilimkurguların bizatihi bu filmin kendisinin ortaya koyduğu şartlardan çok daha iyi hayal gücünü ortaya koyabileceğini ihtimalini zorlamasıdır.


Doç. Dr. Selahattin ÖZKAN

Güncel Tarih’e destek olmak için lütfen tıklayınız



Kaynak:
Samuel R. Delany, Cosmos Science Fiction and Fantasy, Cilt: 1 Sayı: 4, 1977






[1] Dalgacık: Maddenin ya da dalga ya da parçacık temelli olacağı yönündeki temel görüşü esasa aldığımızda herhangi bir maddenin hem dalga hem de parçacık özellikleri göstermesi beklenemez. Yazar eğer varsa bunlara dalgacık denilebileceği yönündeki astrofizikçi esprisini tekrarlamış. 

3 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Oh, I haven't heard about Star Wars for a lonh time. And here they are... again. Actually, I don't like the previous episodes, but maybe I will see this one.

    YanıtlaSil
  3. But in these conditions, the background of science fiction and the storyline began to evolve in a completely different direction from the original idea of ​​the film.

    YanıtlaSil