Bir zorunluluk olarak salgın hastalıklardan korunmak için evlerine dönen yüz milyonlarca insanın yaşadığı derin sarsıntı, kaçınılmaz tarihi gelişmelerin bir sonucu olabilir. Burada öncelikle insanlığın nasıl bu noktaya vardığını anlamaya çalışacak sonrasında ise evin bir yuva ve barınak olarak insanlık için yükselen ve farklılaşan anlamından bahsetmeye çalışacağım. Ev yeniden insan hayatının merkezine otururken, insanlığın evin dışına çıkmasının gelişimine bakmak bir şekilde kendi tarihimize bakmak anlamına da gelmektedir. Evin insanlık tarihindeki ontolojik kuruluşunun ardından yirmi birinci yüzyılda yeniden, ama bu kez zorunluluktan bir daha keşfedilmesi çağımızın belki de en önemli adımlarından birisi olacaktır.
Roma’dan başlayarak kıtaları birbirine bağlayan büyük imparatorlukların ortadan kalktığı ortaçağın ardından gelen ulus devletler ve devrimler önce din sonra da siyasi ve askeri hesaplaşmaları yaşamamıza neden oldu. Milyonlarca insan ulus devletin kimlik inşasına feda edildi. Numaralandırarak anlattığımız dünya savaşları sonucunda ise dünya iki ideolojik kutbun arasında gerildiğinde artık kutupların kendi içinde kısmi bir refah düzeyine ulaştığını söylemek mümkün olacaktır. Savaş ekonomisinin insanlık üzerindeki etkisi ellili yıllarda zayıflamaya ancak başlayabilmişti. Ancak Sovyetler ve ABD arasında iki kutba ayrılan dünyada refah arayışı savunma harcamaları sebebiyle sekteye uğruyordu. Roma ile başlayan kentleşme savaş sonrası yükselen sermaye ve teknoloji eliyle yeni kavramsallaştırmaya ihtiyaç duyuyordu. İnsanlığın ortak ürünü diyebileceğimiz Ev'in zaman içerisindeki seyri hem siyasi hem de kültür tarih çalışmalarına konu olmaktadır.
Altmışlı yıllar kapitalizm ile sosyalizm arasında yaşanan egemenlik mücadelesinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. İletişim, ulaşım ve küreselleşme çağının başlangıcı ellili yılların geride bırakılmasıyla birlikte atılmıştır. Zira ikinci dünya savaşının bitmesiyle birlikte başlayan ellili yıllar boyunca (45-55) insanlık yaralarını sarmaya ve acılarını geride bırakmaya çalıştı. Savaştan çıkan Özgür Dünya (Kapitalizmin hüküm sürdüğü Batı Avrupa ve Amerika) Sosyalist Dünya karşısında toplumu iyileştirmenin yolunun ekonomik ve sosyal refah ile olacağını keşfetti. Toplumu Sosyalist despotizme teslim etmek istemeyen savaş yorgunu Batı Avrupa ve Amerika genç ve dinamik nüfusuyla savaşın bitkinliğini atmaya çalıştı. Sosyalizmle yarış Kapitalizme ivme kazandırdı. Teknolojiye, iletişime ve yeniliğe aç kapitalizm hızla sermaye biriktirdi.
Altmışlara doğru gittikçe ABD’nin başını çektiği Özgür Dünya yeni keşiflere ve buluşlara yöneldi. Sovyet programcılığı karşısında serbest girişimle toplumsal ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan dünyada piyasalarında parasal arz hızla arttı. Özellikle yeni açılan petrol kuyuları ve özgürleşen Arap ülkelerindeki petrolün hızla kapitalist sermayeyi beslemesiyle özellikle ulaşımda fiyatlar düşmüş ve işler kolaylaşmaya başlamıştı. Teknolojinin yarattığı müreffeh düzen sayesinde Amerikan havayolu şirketleri kıtalar arası yolculuğun konforunu artırdı. Yeni teknolojiler öncelikle ulaşım ve iletişim sektörüne odaklanmıştı. Uçaklar daha konforlu olmaya başlarken yolculuklar daha uzun mesafeleri insanlar için katlanabilir kılıyordu. Artık Kaliforniyalı bir girişimci New York borsasında hisselerini halk arz edebiliyor, üretimini Hindistan’da gerçekleştirip Paris’te yaşayabiliyordu. Anadolu’nun üzümü, pamuğu, inciri Avrupa piyasalarda satılıp Asya’da işlenip ABD’de satılabiliyordu.
Altmışlarda yükselen ticaret ve artan refah toplumun sosyal taleplerini gündeme getirdi. Bir yanda Amerika’daki kara derililerin yasal hakları için verdikleri mücadele bir yandan da Avrupa’daki gençliğin özgürlük talebi Paris’te yeniden bir komün kurulmasına kadar götürecekti dünyayı. Savaşın üzerinden geçen sürede doğan ve yetişen yeni nesiller babalarından ve annelerinden duydukları zor zamanları geride bırakmak istiyordu. Savaş zamanlarında büyüyen ulusal devletlerin egemenlik sınırları artık bireylere dar geliyordu. Gençlik sokağa çıkmak, yaşamı tatmak ve artan refahtan pay almak istiyordu. Dünyada keşfedilmeyi görülmeyi ve tadılmayı gerektiren çokça şey vardı. Seyahat etmek isteyen, başkalarıyla tanışmak ve dünya nimetlerinden faydalanmak isteyen gençler artık savaş artığı sınırları, kısıtlamaları ve köhne uygulamaları rafa kaldırmak istiyordu.
Berlin Duvarı'nın Yıkılışı, 1991 |
Petrol arzındaki artış, teknolojik gelişmeler ve toplumsal refahın da artışıyla düşük maliyetli uçuşlar mümkün hale geldi. Büyük havayolu şirketlerinin şatafatlı ve konforlu yolculukları sıradan insanların havayolu deneyimine imkân tanımıyordu. Gençliğin dünya nüfusundaki artan payı tüketici davranışlarını değiştirmişti. İkinci Dünya Savaş’nın bitişi ile Vietnam Savaşı Sonrası dönem arasında ABD’de hızla düşen ortalama yaş piyasadaki yükselen talebi açıklamaktadır. Kennedy sonra Amerikan siyasetinin güven vermeyen dönüşümlerine rağmen ekonomik büyüme ve teknolojik yatırımlar devam etti. Regan’in 80lerdeki sekiz yıllık dönemine kadar neredeyse otuz yıl boyunca ABD’de hiçbir başka iki defa üst üste seçilemedi, bir başkan öldürülüp bir başkan da tarihte ilk ve tek istifa ile görevi bıraktı. ABD’deki siyasal istikrarsızlık otuz yıl boyunca devam etse de her başkan batılı güçlerin Sovyetler karşısında sosyo-ekonomik olarak geri kalmaması için çabaladı.
Yetmişlerde artık insanlık Dünya’nın bir küçük köy olduğunu anlamıştı. Ya da böyle bir sanrıyla ulaşımın ve iletişimin ekstrem örneklerini sergilemeye başlamıştı. Piyasanın gücünü ve piyasadaki meşum görünmez elinin kutsallığını açıkça görebiliyorduk. Gençliğin artan özgürlük talebi, dünyayı kasıp kavuruyordu. Altmışların ortalarında artık sıradanlaşan Charter seferler ve şatafattan yoksun ucuz hava yolu şirketleri seyahati ve dünyayı tanımayı mümkün kılıyordu. Avrupa’nın yorgun toplumları Amerikan yardımlarıyla savaşın enkazını temizlemişti, Truman doktrini çeyrek bir yüzyılda meyveleri vermiş, medeniyet yeniden ayağa kaldırılmıştı.
Yepyeni bir dünyanın varlığı Seksenlerle birlikte kendisini ortaya koymuştu. Genişleyen iç piyasalar dış piyasalardaki değişimleri zorladı. Almanya’nın birleşmesi, Doğu bloğunun yıkılması ve Sovyetlerin dağılması kaçınılmaz bir şekilde tarihin sonunu hazırlamaktadır. Hem dünyada hem de Türkiye'de piyasanın söz söyleme gücü yaşamı değiştiriyordu. Seksenlerin doksanlara bağlanması bu siyasal eğilimin kültür dünyamızı olabildiğince etkilemesiyle gerçekleşmişti. Seksenler boyunca artan teknolojik gelişimler arasındaki şüphesiz ki kişisel bilgisayarların piyasalara sürülmesiyle artan iletişim imkanları oldu. Öte yandan ittifak devletleriyle birlikte işgal ettikleri Polonya ve Çekya gibi ülkelerle Yahudi Soykırımı nedeniyle İsrail’e ikinci dünya savaşından sonra Almanya’nın ödemek zorunda olduğu tazminatlar neredeyse seksenlerin sonuna kadar sürmüştür. Japonya’nın yeniden inşası ve ABD ile olan ticari ve ekonomik bağlantıları Kore ve Vietnam Savaşları ile altmışlar ve yetmişler süresince iyice perçinlenmişti. Japonya’daki ABD yoğunluğu ancak seksenlerdeki Körfez Krizi’nden sonra kırılmaya başlamıştır.
Doksanlara daha da umutlu giren dünyada serbest piyasanın ve evrensel özgürlüklerin Amerikan sınırlarının ötesinde de var olabileceğini anlamıştı. Yükselen refah ile birlikte işlerliği artan Avrupa Birliği’nin siyasal anlamını doğurdu. 1985’de Lüksemburg’un Schengen kentinde imzalanan anlaşmaya 1990 yılında yapılan bir ek ile birlik ülkeleri artık tarihte ilk kez Avrupalı ülkeler ortak bir sınır politikası geliştirmeye başlayacaklardı. Doksanlar boyunca Avrupa’daki sınırların insanların seyahat özgürlükleri lehine gelişecekti. Türkiye’nin bu yıllardaki üyelik heyecanı da özellikle bu özgürlük ile tartışılmıştı. Avrupa’da ortadan kalkan sınırlar, Amerika’nın bitmek bilmeyen Kore, Vietnam ve Körfez savaşları gibi odakları arkadar bırakma çabaları ve hızla yükselen low-cost uçuş gibi ulaşım imkanları insanlığın mobilitesini hiç olmadığı “mümkün” kılmıştı.
İki binli ve iki bin onlu yıllar ise seyahatin kişiselleşmesinin altın çağıydı. Seksenlerde ve doksanlarda seyahat, yolculuk ya da tatil ancak bir tur ajansı aracılığıyla gerçekleştirilebilen bir şeydi. İnternet öncesi kişisel bilgisayarlar sadece ticari ve eğitimsel amaçlarla kullanılıyordu. İnternetin üniversiteler ve enstitüler arası iletişimden çıkıp kişisel kullanıma açılması sıradan fanilerin bireysel deneyimlerini geniş halk kitlelerine açmıştı. Artık bireyler herhangi bir ajansa bağlı olmadan bir turun sıkıcı rutinlerine uymak zorunda hissetmeden tatillerini, seyahatlerini ya da yolculuklarını planlayıp gerçekleştirebiliyordu. Hem de bu kişisel deneyimlerini başkalarıyla paylaşarak başkalarının da bunu yapabilmesini sağlıyor ve teşvik ediyordu. Tam da böyle oldu. Milyarlarca insan, insanlık tarihinde daha önce hiç de görülmediği üzere, seyahat ediyor, uçuyor, geziyor ve birbirlerinin benzer deneyimlerini tekrar edebiliyordu.
Amerikan Rüyasının bir parçası olarak ev: Norman Rockwell |
İki on yıl içinde insanoğlu neredeyse tüm tatil planlarını tüketmişti. Artık Paris’te müze gezmeyen, İtalya’da pizza, Almanya’da sosisli, İngiltere’de fish&chips yemeyen, Japonya’da kiraz çiçeklerinin açışını görmeyen, Amazonlarda bir yerlinin, Kutuplarda bir eskimonun nasıl yaşadığını bilmeyen orta sınıftan genç bulmak giderek güçleşmişti. Bu saydıklarımdan hiçbirini yapmayanlar elbette var. Daha da olacak, hep oldu. Ancak bahsettiğimiz bunca tarihsel gelişim sayesinde insanlık bir yabancının varlığında bihaber geçirdiği çağların sonuna gelmişti. Dünya üzerinde “yabancı” kavramına yabancı bir topluluk bulmak giderecek zorlaşmaktaydı. Yaşam iki binli ve iki bin onlu yıllarla birlikte artık neredeyse tümüyle evin dışında yaşanır olmuştu. En azından çoğunluk için. Ama bu gidiş bir yerde durmuş, ya da durma noktasına gelmiş veya da getirilmiş görünüyor.
Yeni bir on yılın başında baş gösteren salgın ise insanlığı evlerine sürükledi. İki bin yirmili yılların başında meydana gelen bu inanılmaz salgın insanoğlunun onlarca yıldır geliştirdiği yaşam biçimini değiştirmeye zorladı. Etkilerinin ne olacağını şimdiden öngörmek mümkün görünmüyor. Dünya tarihinde savaşlar dışında ülkelerin neredeyse ağız birliği etmişçesine karşılıklı ve istekli bir biçimde sınırları kapattığına hiç şahit olmamıştık. Sınırlarını kapatmayan, sokağa çıkma yasağı ilan etmeyen ya da sosyal yaşamı kısıtlamayan ülkeler, kendi halkları ve başka toplumlar tarafından yetersiz olmakla suçlanıyor. İnsanlık iki bin yirmili yıllara kadar sınırları kaldırmak, seyahat özgürlüğünü mümkün kılmak ve bireysel deneyimleri paylaşmak adına birbiriyle yarışmıştı. Şimdi ise ilk kez insanlık durmak istiyor, sadece evde olmak istiyor.
Güncel Tarih’e destek olmak için lütfen tıklayınız…
İleri Okuma Önerileri:
Kudret Emiroğlu, Günlük Hayatın Tarihi, İş Kültür, 2013
Andrew Nikiforuk, Mahşerin Dördüncü Atlısı, İletişim, 2018
Didar Sarı Çallı, Uluslararası Seyahatlerı̇n Tarı̇hı̇ Gelı̇şı̇mı̇, Turizm ve Araştırma Dergisi, 2015, 4:1, s. 4-28
Gündüz Vassaf, Tarihi Yargılıyorum, İletişim, 2007
Stefan Zweig, Dünün Dünyası: Bir Avrupalının Anıları, İletişim, 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder