Tarih yazıcılığımızda öteden beri var olan bir isimdir Kutsal Roma İmparatorluğu, ancak belirtmek gerekir bu ülkede geçen üç ibare de hatalıdır. Bu ülke ne bir İmparatorluktur, ne Roma’dadır ne de Kutsal olarak nitelenebilir. Olay tümüyle Germen halklarının tarihiyle ilgilidir. Siyasi egemenliğin öteden beri hamasetle, cehaletle ve komplolarla örülü tarihi bu unvanın varlığıyla örneklendirilebilir. Önce var olmayan bir ülke yaratılır. Sonra bu ülkenin idarecisine temelsiz bir unvan verilir. Daha sonra dini ve kültürel bir geçmiş kazandırılır. İşte size Kutsal Roma İmparatoru. Tarihin birçok anında kitlelerin inanması için anlatının çarpıtıldığına, tarihin değiştirildiğine ve inancın yorumlandığına şahit oluruz. Tarihçinin kaderi de durmadan tekerrür eden tarihe tanıklık etmesidir. Söylemin analizi ve anlatının çözümlenmesi de olmasa geçmişimizin anlamını da yitirip kaybolacak gibi hissederiz. Oysa tarih de söylem de durağan değildir. Zamanla anlatının değeri değişir, anlam mekândan ve zamandan bağımsız değildir. Ortaçağ’da yaşayanların Kutsal Roma İmparatorluğu denildiğinde ne hissedeceğini belki de asla bilemeyeceğiz. Ama tarihçiler ellerindeki unutulmuş dillerden kalan yazmalarda, rafları dolduran tozlu kitaplarda anlatılanlara baktığına gözlerine inanamamaktadır. Ortada kutsal olarak nitelenecek bir imparatorluk bulunmamaktadır. Peki ya Roma’dan sonra ne olmuştu?
Adına “Kutsal Roma” denilen İmparatorluğun kurucusu kabul edilen en eski hükümdar olan I. Otto zamanında resmî belgeler üzerinde imperium kelimesine rastlıyoruz. Ancak bugün dilimize girmiş İmparatorluk kelimesinin Latince kökü olan bu kelime o günün insanları için ne anlama geliyordu? Aslında bütün tartışma Roma’nın yıkılmasıyla başlamıştı. Roma yıkılına değin yer yüzünde tek bir imparatordan bahsediyorduk. Roma önce ikiye ayrıldı sonra da batı kanadı yıkılınca kimin İmparator olacağı sorunu ortaya çıkmıştı. Alman tarih yazımı geleneğinde bu sorun için “Zweikaiserproblem” deniliyordu ve özünde bu sorun temel olarak Germen kökenli halkların kimi ve ne amaçla imparator olarak gördükleriyle ilgiliydi. Ortaçağ düşüncesine göre yer yüzünde tek ve biricik imparator olabilirdi ve o da Roma İmparatoru’ydu. Peki ama Roma neresidir? Yıkılan ve unutulan Roma’nın mirası nerede yaşamaktadır? Bu soruya verilen cevapların sayısı sadece ikiydi. Bir tanesi ve en önemlisi Roma İmparatorluğunun mirasının Konstantinopolis’te devam ettiğidir. Zira Konstantinopolis’te kurulan kent Roma İmparatoru tarafından yeni başkent olması için inancına uygun mimarıyla inşa edilmiş ve Yeni Roma unvanını almıştır. Öte yandan bu soruya bir diğer cevap daha verilmektedir. Roma’ya giren Germenler bu kenti yıkıp yağmalayıp gitmemiş kadim harabeler üzerine yeni bir kimlik inşa etmişlerdir. Roma’yı küllerinden yükseltme iddiasındaki bu istilacılar çok geçmeden kadim mirası sahiplendiklerini (Translatio imperii[1]) ve hatta Konstantinopolis’te şekle bürünen inancın dahi temsilcisi olduklarını ileri sürmüşlerdir. Artık yer yüzünde iki imparator vardır. Bazen Sırpların, Bulgarların ya da Rusların da bu türden unvanlar ileri sürdüklerini görsek de iddiaları hemen baskıyla yatıştırılır ve ayakta yine iki büyük temsilci kalırdı. Yeryüzünde artık birisi eskimiş, yağmalanmış ve küllerinden doğrultulmaya çalışılan Roma’da birisi de İmparator’un yeni inancına uygun olarak düzenlenmiş, mimari harikalar ile süslenmiş ve dünyanın merkezi olarak görülen Yeni Roma’da olmak üzere iki İmparator bulunmaktadır. Bu ikisinden hangisinin daha kutsal olduğu ya da adına kutsal denilerek birazcık daha yüceltilmesi gerekenin hangisi olduğu bir başka tartışmanın konusudur.
Roma’nın kendisinden geriye ne kaldığına bakmadan bu adı kullananların amaçlarını anlamak mümkün değildir. Barbarların Roma’ya girmesinden sonra yaşananlar göstermektedir ki kendisine imparator diyenler esas olarak topraklarını değil o unvanla alınabilecek muhtemel toprakları düşlemektedir. Beşinci yüzyılda Roma düştükten sonra Ostorgothlar, Lombardlar ve Karolenjler bazen birbirleriyle rekabet ederek Roma’dan geriye kalan her ne ise ona sahip olmaya çalışmışlardı. Roma’da tutunmaya çalışan barbarlar Hıristiyanlığı benimsemeye ve Roma kültürünü edinmeye başladıktan sonra siyaseten Romalı olduklarını iddia etmeleri de kolaylaşmıştı. Belirtilmesi gereken bir başka nokta da hiç şüphesiz Roma yıkılmış, sarayları yağmalanmış ve kutsallığından hiçbir iz kalmamış olsa dahi Romalı rahipler, memurlar, şairler, hatipler ve alimler her yerdedir. Roma bürokrasisinden arta kalanlar ve yeni hükümdarlara yamanmaya çalışanlar kendilerine barbarlardan bir İmparator seçmeye çalışmaktadır. Yeni gelen hükümdara kutsal saydıkları her ne varsa sunmuşlar ve karşılığında da Konstantinopolis’e rakip olmayı başarmışlardır. Yeni milenyumun kapıda görünmesiyle Roma’da da işler değişmeye başlamıştır. Bu kez Roma’nın aradığı o imparator bulunmuş gibidir. Sakson Dükası Otto önce Macarların/Hunların ilerleyişini durdurmuş sonra da Şarlman’ın eski topraklarını yeniden birleştirmeye gayret göstermiştir. Oğlu Liudolf ile birlikte Lombardiya’yı almış ve İtalyan Kralı (Rex Italiae) tacını takmıştır. Böylece Otto Şarlman’dan sonra Germen topraklarıyla İtalyan Yarımadasını birleştiren ilk kişi olmuştur. O da aynı Şarlman gibi İmparator unvanı taşıyarak idaresini daha kutsal bir seviyeye çıkaracağını anlamıştı, sadece toprakları değil insanları da yönetmek istiyordu. Ancak bu unvanı hiçbir hanedan üyesi ardıllarına teslim edememiştir, her birisinin kendi arzusuyla bunu hak etmesi beklenmiştir. Otto’nun ardından gelen neredeyse tüm hükümdarın kendisine İmparator unvanını layık görmesinin nedeni İtalyan yarımadasındaki diğer şehir devletleri, Papalık arazileri ya da unutulmuş dükalıkları kendisine bağlama arzusu olmuştur. Yine de II. Konrad’a kadar İtalyan yarımadasını ve Roma kentini egemenliği altında tutan hiçbir hükümdar Roma İmparatoru “Romanum imperium” ibaresini kullanmamıştır.
On birinci yüzyıldan sonra Roma’da yaşayanlar, yönetenler ya da yönetmeye talip olanlar özel mektuplarında, kroniklerinde, idari ve dini genelgelerinde ülkeleri için “Romanum imperium” ibaresini kullanmaya başlamışlardır. Yine de hala Roma’yı hükümdarları önce krallardı sonra Romalılardı. Romalılık onlara Romalılar tarafından yakıştıran bir iltifattı. On ikinci yüzyıldan sonra ise “sacrum imperium” Kutsal İmparatorluk ibaresinin kroniklerde ve çeşitli yazmalarda yaygınlaştığını görüyoruz. On ikinci yüzyıldan sonra Romanum imperium “Roma İmparatorluğu” ve sacrum imperium “Kutsal İmparatorluk” ibareleri bir arada kullanılıyordu ama henüz birleştirilmiyorlardı. On üçüncü yüzyıldan sonra ise birleştirilmiş sacrum Romanum imperium “Kutsal Roma İmparatorluğu” ibaresinin tümüyle kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bir yüzyıl sonra da bu ibarenin Germen dillerindeki ifadesi olan “heiliges Römisches Reich” yaygınlaşacaktır. On beşinci yüzyıldan itibaren ise “des heiligen Römischen Reichs und der widrigen Teutschen Nation” denilmeye başlandığını görüyor ve Germenlerin Roma iktidarının kutsallığı kadar Töton geçmişlerinin ihtişamını kucakladığını anlayabiliyoruz. On altıncı yüzyılda paramparça olan Germen bölgelerine yenilerini ekleyen Köln Diyeti’nde sacrum imperium Romanum nationis Germanicæ (Germen Ulusunun Kutsal Roma İmparatorluğu) ibaresi kullanılmıştır. Latince alimleri bu tasvirin coğrafi ve siyasi anlamını hala tartışmaktadır. Öte yandan dini anlamı ise açıktır. Bir zamanlar barbar görülen insanlar Romalılığı kutsamakta ve yüceltmektedir.
Tüm bu tarihi yolculuğu düşündüğümüzde “Kutsal Roma İmparatoru” unvanının var olan bir devlet ya da imparatorluk fikrinden daha önce ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Olsa dahi bu unvan en fazla her birisi "kendi hak ve hürriyet" sahibi olan müstakil bölgeler ve şehirler birliğinden ibarettir. Sorunun merkezinde Konstantinopolis’e duyulan kıskançlık ve Roma’nın eski ihtişamına duyulan özlem vardır. Roma’yı elinde tutan yeni inancın temsilcileriyle “barbar” egemenliğinin sahipleri birlikte imparatorluk unvanını kullanabilmek ve tümüyle bir Hıristiyan kenti olan Konstantinopolis’in önüne geçebilmek için tarihi, inancı ve kültürü yeniden yaratmışlardır. Var olmayan bir ülkenin adının başına kutsiyet ithaf ederek eskiyi diriltmeye ve yeninin önüne geçmeye çalışmışlardır. Ortaçağ’da yeni, dinç ve görkem Konstantinopolis’teydi, Roma eskiyi, ataleti ve vahşeti temsil ediyordu. Roma’ya giren “barbarlar” sahip olmak istedikleri her ne varsa önce yağmalamış sonra da arta kalanlarla yetinmek zorunda kalmışlardır. Ancak bu yetinmek zorunda kaldıkları bu köhne miras dini, siyasi ve ekonomik olarak rakipleri konumundaki Konstantinopolis karşısında hiçbir şey ifade etmiyordu. Siyaseti elinde tutanlar tarihi anlatının her türlüsünü yeniden tanımlayacak söz cambazlarını bulabilir, ortada ne bir Roma vardı ne de bu kül yığınına Kutsal denilebilirdi. Toprağı olmayan Germen Krallarına “İmparator” demek için gerçekten de Ortaçağ’da yaşayan bir Papa olmak gerekirdi. İmparatorluk iddiasında bulunanlar da bu iddiayı dini gerekçeler ile açıklamaya kalkanlar da tarihi, dini ve kültürü yeniden yorumlamaya çalışan siyasi bir zümrenin sesi olmaktan daha fazlası değildi. Böyle olunca da adına “Kutsal Roma İmparatorluğu” denilen garabetin tarihi gerçekliği tümüyle bir safsata olarak ortak geçmişimizde unutulup gitti.
Güncel Tarih’e destek olmak için lütfen tıklayınız…
Kaynaklar:
Jacques le Goff, Ortaçağ Batı Uygarlığı, Çev: H. ve U. Güven, Ankara: Doğu Batı Yay. 2015.
Wolfram, Herwig Conrad II, 990–1039: Emperor of Three Kingdoms. Pensilvanya: Pennsylvania State University Press, 2006
Barbara Stollberg-Rilinger, The Holy Roman Empire: A Short History, Tra: Yair Mintzker, NJ: Princeton University Press, 2018.
Martin Rady, Habsburglar, İstanbul: Kronik, 2021.
[1] Ortaçağ’da yaygın olarak el değiştiren siyasal egemenliği açıklamak için kullanılan görüş. Henüz ulusal egemenlik kavramının ortaya çıkmadığı Ortaçağ’da alimler savaşlar sonunda toprak ile birlikte el değiştiren egemenliğin bir elde toplanmaya yönelik bir eğilimi olduğunu dini gerekçelere bağlamaya çalışmıştır. Hükümdarların birbirini takip etmesini zamanın olağan seyrini ve linear zaman algısı ile açıklamak mümkündür. Bkz: le Goff, 2014, s. 182
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder