Dilimizin engin ifadesinde “Akdeniz” olarak bilinen bu kadim coğrafya tarihin bilinen en eski su bütünlüğüdür. Avrupa’nın, Afrika’nın ve Asya’nın birleştiği bir iç denizdir. Üç milyon kilometre kareye yaklaşan yüz ölçümü, yüzde kırka yaklaşan tuzluluğu ve yıl boyu düşmeyen sıcaklığı ile etrafındaki geniş bir coğrafyanın yaşam kaynağıdır. Kültürlerin beşiği, tarihlerin rahmi ya da dönüşümlerin yatağıdır. Ne dersek az, nasıl tanımlarsak yetersiz gelecektir. Romalıların Mare Nostrum’u, Türklerin beyaz denizi, Mısırlıların büyük yeşili, İranlıların Derya-ı Rum’udur. Herkes için bir anlamı olan, herkese bir anlam katan, herkesi besleyen, büyüten, yetiştiren engin bir denizdir. Binlerce nehir Akdeniz’e ve Akdeniz ile ilintili başka denizlere dökülmektedir. Etrafındaki coğrafyayı beslediği gibi etrafındaki coğrafyalar da onu beslemektedir. Böyle olunca herkesin onu kendisinin bilmesi kadar normal bir şey olamaz sanırım. Onunla tanışan, onu tanıyan, onunla yaşayan tüm halklar onu kendisinin görmüş, kendisini onunla tanımlamış, tümüne sahip olmak için çabalamış ve uğraşmıştır. Coğrafi olarak Mezozoik Çağ’dan bu yana oluşmaya başlayan Akdeniz’in bugünkü halini ise az çok Kenezoik devirde aldığı düşünülmektedir. Akdeniz bilinen dünyanın tam ortasındadır, Eski Dünya’nın kalbindedir, bilinen her şeyin ve etrafındaki herkesin merkezindedir.
Eski Dünya’nın çevresindeki üç kıtanın kıyılarında çok öteden beri kadim uygarlıklar meydana gelmiştir. Ancak bu eski toplulukların birbirleriyle iletişimini engelleyen en büyük şey ise Akdeniz’in ta kendisidir. Akdeniz uzunca bir süre kıyılarında yaşayan halkların iletişime geçmesine imkân tanımayan, onları o kıyılara mahkûm eden devasa bir engeldi. Aşılamayan devasa bir su yolu olan Akdeniz’in başlangıçta kıyılarını takip eden kaşifler geri dönemiyor, yolculuklarının tek yönlü olmak zorunda olması onları çok zorluyordu. Rüzgârın esme yönüne doğru gitmek kolaydı, ancak geri dönmek için kölelerin kas gücüne güvenmek her zaman yeterli olmuyordu. Yelkenli ile rüzgâr yönünün tersine gitmeyi çözebilene kadar Akdeniz kıyılarında yaşayan toplumlara geçit vermiyordu. Ekonomik ve siyasi nedenlerle fetihleri, keşifleri ve seyahatleri engelliyordu. Bu engeli aşan ilk toplumun Fenikeliler olduğunu biliyoruz. Fenikeliler üç köşeli yelkenliyi icat edip, rüzgâra karşı giderken de rüzgâr gücünü kullanmaya başlayınca Akdeniz artık seyahatleri kolaylaştıran bir yola dönmüştür. Üç kıtayı birbirinden ayıran Akdeniz artık üç kıtayı birleştirmeye başlamıştır.
Sümerlerin I. Ur Hanedanı Dönemi'ne ait MÖ 2600 yılında yapılmış bir süsleme |
Diyebiliriz ki Fenikeliler sadece alfabeyi icat etmeleriyle değil aynı zamanda Akdeniz’i ulaşıma açmalarıyla da kültürümüzün öncülleri arasındadır. Kurdukları koloniler eliyle kültürlerini Akdeniz’in başka kıyılarına taşınmış, yeni limanlar kurmuşlar ve kültürün taşınabilir, aktarılabilir ve baskılanabilir bir şey olduğunu göstermişlerdir. Modern düşüncenin temellerini Akdeniz’in üstündeki seyahatleri sırasında atmışlardır. Fenikelilerin arkasından Kartacalılar ve Romalılar da aynı yolu takip edip Akdeniz’in limanlarını birleştirmeye başlamıştır. Romalılar bu yolla Akdeniz’in tamamını birleştirmeyi başaran ilk güç olmuştur. Böylece Akdenizli olmak ile Romalı olmak neredeyse aynı şey haline gelmiştir. İskenderiye’den Marsilya’ya, Efes’ten Cebelitarık’a kadar tüm Akdeniz kentleri Roma kenti halini almış, Romalılık Akdenizliliği kapsamaya başlamıştır. Romalıların ardından aynı şeyi deneyen Müslüman Araplar, Türkler ya da Haçlılardan hiçbirisi Akdeniz ile Roma arasındaki bağlantıyı tümüyle koparamamış, kendi nüanslarını eklemişlerse de Akdeniz bütünün bir parçası olarak kalabilmişlerdir. Akdeniz’in doğulu hakimleri ister Bizans ister Türk olsun artık Akdeniz’in efendisi değil “yöneticisi” olmaya başlamıştır.
Akdeniz’de izini bırakan toplumların adlarını, kimliklerini, siyasetlerini, tarihlerini ya da kültürlerini saymakla, sayfalarca yazmakla ya da saatlerce anlatmakla bitirebileceğimiz bir şey değildir. Unutmayalım Akdeniz sadece Akdeniz’den ibaret değildir. Şarabın kırmızısı, denizinin mavisi ve beyaz kumsallarıyla çağımızın vazgeçilmez bir tatil destinasyonu olan Akdeniz’in geçmişi kadar bu geçmişle inşa edilen kültürler de önemlidir. En belirgin izlerin sahipleri olarak Yunanlar, Hıristiyanlar, Müslümanlar, Romalılar, Türkler kadar zamanla bir gelip bir geçen akıncılar, isyancılar, barbarlar ya da yağmacılar da bu kültüre hem katkı sağlamış hem de bu kültürden nemalanmışlardır. Hukuk, kültür, sanat, edebiyat, tarih ya da eğitim gibi günümüzde çok alışık olduğumuz kavramlar Akdeniz’in etrafında bulunan kadim topraklarda yaratılmış, geliştirilmiş ve yayılmıştır. Tüm kıyılarındaki kentlerde kültür, siyaset ve din yeşeren Akdeniz’in iklimi zordur, toprağı bakıma muhtaçtır ve insanları çetindir. Burada yeşeren insanlığın kendi öyküsüdür. Bu öykü hepimizin öyküsüdür. Batılı, doğulu, dini ya da içtimaı tüm insanlığın kültürel birikimi tohumlarını Akdeniz’in kıyılarında beslemiş, büyütmüş ve dünyaya buradan yaymıştır.
Akdeniz'in en görkemli medeniyetlerinden Mısır. |
Akdeniz’in özgün iklimsel durumunun ve coğrafi konumunun burada insanlığın ilk medeniyetlerini doyurmak için ideal şartlara sahip olduğunu da söyleyebiliriz. Akdeniz insanları üretmeye ve çalışmaya zorlayacak bir iklime sahiptir. Ancak bu çabalarının sonucunu da bereketle karşılayacak bir toprağa sahiptir. Akdeniz’in kıyılarında yaşayan toplumlar yaşamlarını sürdürmek için çalışmaya, üretmeye ve toprağı eşelemeye mecburdur. Gayret gösterilmezse bu kıyılarda tutunmak, yaşamak ve soyunu devam ettirmek mümkün değildir. Yazlar uzun ve yağışlar sınırlıdır. Kışlar soğuktur. Geçiş mevsimleri olan güz ile bahar kısa ve geçicidir. İnsanlık Akdeniz’in kıyılarında iklim şartlarından kendisini korumaya, avcılıkla toplayıcılık dışında topraktan beslenmeye ve soyunu sürdürmek için coğrafya ile mücadele etmeye başlamıştır. İklim, coğrafya ve bizatihi Akdeniz’in kendisi insanların gayret göstermesini zorunlu kılmıştır. Akdeniz’in ormanları sadece toplayıcılık ve avcılık ile yaşayacak kadar bereketli değildir. İklimsel geçişler serttir, dışarıda yaşamanıza imkân tanımayacak kadar değişkendir. Balıkları göç etmekte takip edilmezse balıkçılığı dahi sürekli olamamaktadır. Tümünü bir arada düşününce kültür ile üretim arasındaki etimolojik ve ontolojik bağlantının ilk kez Akdeniz kıyılarında yaşanması rastlantı değildir.
Akdeniz’in insanları üretmeye, barınmaya, çalışmaya ve çabalamaya zorlayan şartları sayesinde insanlığın en büyük kentleri kurulabilmiştir. Ur, Babil, Kudüs, İskenderiye, Atina, Napoli, Kartaca, Roma, Trablus, Efes, Venedik ve Konstantinopolis gibi insanlık tarihinin en ünlü kentleri Akdeniz kıyılarında ya da Akdeniz’le bağlantılı nehir veya su kenarlarında kurulmuştur. Bu kentler Akdeniz ile gelişmiş, büyümüş ve ünlenmiştir. Braudel’in tümüyle bu denize adadığı iki ciltlik devasa eserinin girişinde dediği gibi Akdeniz bir deniz bile değildir; o bir denizler bütünüdür ve bu denizler adalarla dolu, yarımadalarla kesilmiş ve dallı budaklı kıyılarla çevrelenmişlerdir. Akdeniz zeytin ağaçlarının, üzüm bağlarının olduğu kadar, dar kürekli teknelerin veya yuvarlak tüccar gemilerinin de denizidir ve nasıl ki alçı ona şekil veren sanatçının ellerinden ayrılamazsa, onun tarihi de onu çevreleyen karasal dünyadan ayrılamaz. Dinleriyle reformları, devletleriyle devrimleri ve yaratışlarıyla yıkılışları bu denizin çevresinde hiç eksik olmamıştır. Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar çeşitli, renkli ve değişken olan bu denizi konuşmaya bir bu kadar daha devam edeceğe benziyoruz.
Güncel Tarih’e destek olmak için lütfen tıklayınız…
Görsel Kapak Kaynağı:
Virgilius'un ünlü destanı Aeneis'teki yolculuğun tasviri, Aeneae Troiani Navigatio, Theatrum Orbis Terrarum Abrahami Ortelii Antverp. Geographi Regii. Plantin Press, 1601.
Yararlanılan Kaynaklar:
Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, İstanbul: Say Yayınları, 2018.
Ahmet Şimşek, Ed., Dünyada Tarihçilik, Ankara: Pegem Akademi, 2017.
Ali Narçın, A’dan Z’ye Mısır, İstanbul: Ozan Yayıncılık, 2013.
Deniz Yalçınkaya, Antik Çağ Akdeniz Medeniyetlerinde Kullanılan Denizcilik Terimleri İncelemesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi, 2016.
Füruzan Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, Ankara: DTCF Yayınları, 1983.
John Freely, Troya Savaşı’ndan İstiklal Harbi’ne Anadolu’da Yunanlar, Çev: G. Ç. Güven, İstanbul: Doğan Kitap, 2011.
Kemalettin Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006.
M. Şemseddin Günaltay, Yakın Şark, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1937.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder