Birinci Dünya Savaşı Avrupa’daki deniz ötesi emperyalist seviyeye ulaşamayan tüm İmparatorluklarının sonunu getirdi. Her birisi kendi özgün tarihi içinde Ortaçağ’dan kalma kara imparatorlukları olan Habsburg, Osmanlı, Sachsen-Coburg-Gotha ve Hohenzollern hanedanlarının oluşturduğu taraf büyük savaşı kaybetmişti. Deniz ötesi imparatorlukları olan İngiliz ve Fransızlar "küçük" ortakları Romanovlar ile birlikte savaşı kazanmıştı ancak kara imparatorluğu olan Ruslar da yıkılmaktan kurtulamamıştı. Tarihçiliğimiz açısından bu savaşın en büyük sonucu hiç şüphesiz Osmanlıların yıkılması ve Kurtuluş Savaşı’nın başlamasıdır. Çanakkale’yi tutup savaşın uzamasını engelleyen büyük komutan Mustafa Kemal İngilizlerin çaresizce yardım ulaştırmaya çalıştığı Rusların da yıkılmasına ve orada da bir devrime yol açarak tarihte İki İmparatorluğu Yıkan tek adam olarak anılmaya yaklaşan tek kişidir. Çanakkale geçilememiş, Romanovlara yardım ulaştıramamış, hasta yatağındaki Osmanlı batılı taleplerince parçalanmamış Türkler ve Ruslar iki farklı özellikteki devrim ile kendi kaderlerini ellerine almıştır. Tarihçiliğimiz bu iki önemli konuyu sıklıkla ele alırken savaşın diğer mağlupları olan Sachsen-Coburg-Gotha ve Hohenzollern hanedanlarının iki dünya savaşı arasında yaşadıklarını biraz mesafeli yaklaşmıştır.
Yukarıda isimlerini verdiğimiz hanedan isimlerinin yönettiği halkların yada ülkelerin adıyla anılması gibi eski bir yazın yanlışı hala sürdürülmektedir. Bu hatayı sürdürürsek Birinci Dünya Savaşı’nda İmparatorluklarını kaybedenleri Avusturyalı, Türk, Alman ve Rus olarak anabiliriz. Buna alışık olabiliriz ama bunun tam da doğruyu yansıtmadığını bilmeliyiz. Birinci Dünya Savaşı sonunda yıkılanlar ülkeler değil hanedanlardı, harap haldeki ülkeleri hala yerli yerindeydi. Rejimleri değişti, yönetimleri değişti, hanedanlar gitti ve yerlerine başka sistemler getirildi. Hepsi bu kadardı. Hobsbawm’ın dediği gibi İmparatorluk Çağı, huzursuzluğun ve korkunun arttığı bir çağdı ve yaşanan bu büyük savaşın sonunda tarihin tozlu sayfaları arkasında kalıyordu. Ancak yıkılan rejimleri, değişen sistemleri hanedan isimleri yerine ülke isimleriyle anmak yanlışı yaşananları anlamamızı da güçleştirecektir. Örneğin savaşın mağlupları arasında olmamasına rağmen Rus topraklarını yöneten Romanovlar yıkılmış yerine Sovyetler kurulmuştur. Öte yandan Sachsen-Coburg-Gotha hanedanının bir kolu Bulgar topraklarını yönetirken diğer bir kolu galip taraftaki İngiliz tahtındadır.
İkiye bölünen ve İspanya’daki kolu zaman içinde Bourbonlar içinde “kaybolan” Habsburgların son bir kolu da Avusturya-Macaristan’da kalmıştı. Savaşın sonunda Avusturya ve Macaristan iki ayrı ülke olarak Habsburgların elinde alınacak ve hanedan tümüyle siyasal erkini yitirecekti. Sachsen-Coburg-Gotha’nın Bulgar topraklarını yöneten kolu egemenliği sarsılacak, toprak kayıpları ve savaş tazminatları dışında İkinci Dünya Savaşı’na kadar egemenliğini korusa da meşruti bir monarşiyle siyasal mekanizmaların altında ezilecektir. Sachsen-Coburg-Gotha’nın İngiliz tahtında oturan kolu ise Avrupa’da büyüyen monarşi karşıtı güçlerin ve NAZİ tehdidi karşısında bir yandan siyasal güçlerini seçilmiş hükümetlere daha çok bırakacak bir yandan da adını Windsor olarak değiştirmek zorunda kalacaktır. Hobsbawm’ın haklı olduğu bir başka nokta daha vardı. Burjuvazinin dönü§türdüğü bu iki savaş arasındaki dünya çoğu insan içinse, kesin olarak bir umut çağıdır. Umudum kaynağı ise kaybolan monarşiler değil yükselen halk yığınlarının hükümetleridir.
Hohenzollern Kalesi |
Çanakkale geçilemediği için yardım ulaşamayınca savaşı kaybeden Romanovlar sadece egemenliklerini Sovyetlere kaybetmedi. Komünistler bu ailenin son üyesini dahi vahşice öldürmüştü. Artık ortada Romanovlardan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda egemenliklerini yitiren Habsburg, Osmanlı, Sachsen-Coburg-Gotha, Romanov ve Hohenzollern hanedanlarının arasında en bahtsızı onlardı. Burada onların talihsiz sonlarından ve Komünistler tarafından vahşice öldürülmelerini anlatmayacağız. Osmanlıların da müttefiki olan kaderleri gibi tarihçiliğimizde de mağlubiyetimizi bağladığımız Hohenzollernlerin akıbetine bakacağız. On birinci yüzyıla kadar giden aile tarihleriyle Hohenzollern Hanedanı da Avrupa’yı ikiye bölen Reform sıasında ikiye ayrılmış, bir kolu katolik olarak kalırken bir kolu yeni Protestan inancına geçmiştir. Katolik Prensler Hechingen ve Sigmaringen gibi küçük parça topraklarıyla yetinmek zorunda kalıp Alman toprakları dışında sadece Romanya’yı elde tutabilmiştir. Protestan olan Hohenzollern Prensleri ise Brandenburg’un yanı sıra daha sonra devasa Alman imparatorluğunun ana bileşeni olacak Prusya’yı ellerinde tutmuştur. On sekizinci yüzyılınan hemen başında Protestan prenslerinin altında birleşeyen Brandenburg ve Prusya yüzyıllarda parçalı bir idares altında bulunan Alman halklarını birleştirmeye başlamıştır.
Habsburgların çok dilli imparatorluğu dışında kalan neredeyse tüm Almanca konuşan halkları birleştiren “Deutsche Einigung” fedaretif bir yapıdır. 18 Ocak 1871’de Versay Sarayı’nın basamaklarından bakanlarda yekvucut olmuş bir Alman devletini ilk kez görüyorlardı. Napolyon Savaşlarınndan sağlam çıkan Bismark önderliğindeki Prusya, Slavlarla ve başka milletlerden azınlıklarla “kirlenmiş” Habsburgları da alt edince Alman ordularının tek temsilcisi olmuştur. Hohenzollern hanedanının temsilcisi Kayzer I. Wilhelm kendisi bu unvanı hiç kullanmasa da o gün ilk Alman İmparatoru olarak taç giymişti. Duygusal gözlerle;Nun danket alle Gott söyleyen, Grande Galerie’i dolduran Almanlar için bu Kutsal-Roma İmparatorluğunun yeniden canlandırılmasıydı. Ancak I. Wilhelm için Prusya Kralı olmak halan daha anlamlıydı, hiçbir zaman kendisine İmparator demedi. Zaten bu duygusal şahlanış da uzun üreli olmadı. Büyük bir iştahla girişilen Emperyalizm yarışında Almanlar başarılı olamadı ve 28 Haziran 1914’te Arşidük Franz Ferdinand suikasti ile Birinci Dünya Savaşı patladı. Bu büyük savaş Almanlara hayal ettikleri deniz imparatorluğunu ve deniz ötesi kolonilerini getirmeyecek aksine İmparatorluklarını ve var olan egemenliklerini ellerinden alacaktır.
Tarihin gördüğü en büyük kitlesel ölümlerin başında gelen Birinci Dünya Savaşı güç ve nam peşindeki Avrupa’daki birkaç hanedanın hırslarıyla başlamıştı. İnsanoğlu ölümcül oyuncaklarıyla kendisine ve akranlarına inanılmaz zararlar verdi. Nihayetinde hanedanlar tarih sahnesinden birer ikişer çekilirken olan yine tebaalarına olmuştu, yüzlerce yıldır karın tokluğuna alışmış çiftçiler ölümcül bir oyunda tehlikeli oyuncakların kobay hayvanlarına dönmüştü.Hohenzollernler savaşı kayetti. Aynı Osmanlılar ve Habsburglar gibi. Bu yüzlerce yıldır devam eden hassas dengelere dayanan siyasal hakimiyetlerinin de sonu demekti. Compiègne’de savaşın resmen 11.11.1918 saat 11’de bitirilmesinden birkaç gün önce Hohenzollernlerin son temsilcisi II. Wilhelm tahtan el çektirilmişti. Böylece beş yüzyılı aşkındır devam eden başta Brandenburg ve Prusya olmak üzere Alman halkları üzerindeki Hohenzollern egemenliği noktalanmış oluyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri yine de yenilen tarafın imparatorunun görevlerinden ve unvanlarından vaz geçmesini yeterli görmüyordu. Almanları çok daha zor günler bekliyordu. Almanya’da devrim ve değişim rüzgarları esiyordu. Ateşkes için hala umut sürerken devrimciler 9 Kasım 1918’te Berlin’de cumhuriyeti ilan etmişti. İmparator ülkesinden ayrılıp sürgüne gönderildikten sonra son şansölyesi Max von Baden mütevazı bir konuşmayla Cumhuriyet’i kabul etmişti. Ortaçağ’dan bu yana ayakta olan tüm Alman prenslikleri ya lağvediliyor ya da ülkelerinden kaçıyordu.
Alman toprakları üzerinde devrim sürerken İmparatorluk birlikleri hala dünyanın dört bir yanında savaşmaya devam ediyordu. Türkiye’deki Osmanlı, Avusturya’daki Habsburg ve Bulgaristan’daki Sachsen-Coburg-Gotha hanedanları halihazırda çökme noktasındaydı. Max von Baden Svabyalı Zähringen Hanedanından geliyordu, anne tarafından III. Napolyon’la akrabaydı, kraliyetçi ama liberal görüşleriyle dikkat çekiyordu. Şansölye olduktan sonra ilk iş olarak Amerikalılarla barış görüşmelerine başlamadan Wilson ikelerine bağlılığını iletmişti. Almanlar bu savaşta iki milyon insanını kaybetmişti, iki katı kadar da yaralıları olduğu düşünülüyordu. Bir yıldan bu yana Berlin’de ve diğer Alman kentlerinde yaşanan ayaklanmaları ve devrim hareketlerini sıralamak çok uzun bir liste oluşturacaktır. Barışın ayak sesleri devrimi de beraberinde getirmişti. Değişim kaçınılmazdı. Savaşın sorumluları tahtan çekilirken ülke yeniden şekilleniyordu. İdealize edilmiş Alman bürokrasisinin çarkları devrimi yönetmek için dahi hazırdı. Kraliyetin tasfiyesini ve gücün devri ülkedeki birlik hissiyatını dağıtmadan gerçekleştirilecekti. Ülkedeki en büyük parti olan Sosyal Demokratlar kendi içinde bölününce ılımlılar ile Sparktakistler birlikte dönüşümü tamamlamıştı. Max von Baden koltuğunu Freidrich Ebert’e bıraktı.
Cumhuriyeti’nin ilk hükümetini kuran Ebert altı kişilik ekibiyle sadece iki ay iş başında kalabildi. Grevler, isyanlar ve devam eden barış görüşmeleri bu geçici hükümeti zorlayan olaylardı ve askerin desteğini almak kaçınılmazdı. Ancak altı kişilik hükümetin üçü sosyalistlerden üçü ise Katoliklerden oluşuyordu. Bu denge askerlerin denkleme girmesiyle bozuldu. Katolikler hükümetten çekilince Cumhuriyet Sovyetlere öykünen Spartakistler ile seçimlerin gerçekleştirilmesini isteyen Sosyal Demokratlar arasında sıkışmıştı. Nihayetinde Weimar’da bir kurucu meclisin toplanması konusunda anlaşıldı. Hitler Cumhuriyet’e bu kentin adıyla nitelemesi işte bu yüzdendir. 19 Ocak 1919’ta seçimler gerçekleştirildi. Komünistlerin boykotuna rağmen otuz milyon oy kullanıldı. Seçimlerden çıkan sonuç koalisyondu bu Cumhuriyetin kaderi olarak da sonuna kadar devam edecekti. Koalisyon ılımlı bir liberalliğin göstergesiydi ve Cumhuriyeti de bu şekilde inşa edeceklerdi. Spartakistler ve Sosyalistler grevler, eylemler ve isyanlar ile Cumhuriyetin kurulmasını sağlamış olsalar da azınlıkta kaldılar, hükümete giremediler ve Cumhuriyet de varlığını borçlu olduğu grevleri, eylemleri ve isyanları bastırırken Spartakistler ve Sosyalistler’e hiç müsamaha göstermedi. İnsanlık tarihinden birçok kereler yaşandığı gibi devrim önce kendi evlatlarını yemişti.
Güncel Tarih’e destek olmak için lütfen tıklayınız…
Kaynaklar:
Peter Gay, Weimar Kültürü, Çev: Eren Buğlalılar, İstanbul: İletişim, 2023.
Eric Hobsbawm, İmparatorluk Çağı: 1875-1914, Çev: Vedak Arslan, Ankara: Dost, 1999.
Henry Bogdan. Les Hohenzollern, La dynastie qui a fait l'Allemagne, Tempus Perrin, 2010.
Christopher Clark, Iron Kingdom: The Rise and Downfall of Prussia, Harvard, 2009.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder